Achille Adrien Proust ile Jeanne Clémence Weil’in oğulları, Valentin Louis Georges Eugène Marcel Proust 10 Temmuz 1871’de Paris’in güneyinde Auteuil’de büyük amcasının evinde dünyaya gelir. Babası ünlü bir patalog ve epidemi uzmanıdır, annesi ise Alsace’lı zengin Yahudi bir ailenin iyi eğitimli kızıdır.
Kültürlü, varlıklı bir ailede mutlu bir çocukluk dönemi geçiren Marcel, 1881’de 10 yaşında bütün yaşamını etkileyecek ciddi bir astım nöbeti geçirir. Paris’teki Condorcet Lisesi’nde okur. Anne ve babası diplomat olmasını isteseler de, sağlık problemleri buna izin vermez.
1887
1888 yılında dönemin ünlü fahişesi olan Laure Heyman’a platonik bir aşkla tutulur. Bu kadın daha sonra Swann’ın Bir Aşkı romanında Odette olarak karşılık bulur. Zaten onun hayatındaki birçok insan, eserlerinde farklı bir isimle roman kahramanına dönüşecektir.
1890 yılında Siyasal Bilimler Özel Okulu’na ve Paris Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. 1892 yılında lise arkadaşları ile birlikte Le Banquet adlı dergiyi kurar; daha sonra La Revue Verte, La Revue Lilas, La Revue Blanche adlı dergilerde ve Le Mensuel adlı gazetede yazıları yayımlanır. 1893 yılında Paul Valéry, Fernand Gregh, Léon Blum gibi isimlerin yer aldığı Kanaklar Akademisi diye adlandırılan topluluğu yönetir. Yine aynı yıl L’Indifférent (İlgisiz Adam) adlı öyküsünü yazar. İki yıl sonra La Vie Contempordine adlı dergide yayımlanacak bu metin, Un Amour de Swann (Swann’ın Bir Aşkı) adlı ünlü romanının ilk taslağı olarak kabul edilir. 1894 yılında Dreyfus olayı başladığında kardeşi ile Dreyfus yanlıları arasında yerini alır. 1895 yılında felsefe lisansını tamamlar; 1896 yılında ise Les Plaisirs et Les Jours (Hazlar ve Günler) adlı derlemesi yayımlanır.
“Hırs insanı şan ve şöhretten daha çok sarhoş eder; arzu her şeyi yeşertirken sahip oluş soldurur; hayatı yaşamaktansa düşlemek yeğdir; kaldı ki yaşamak da bir bakıma hayatı düşlemektir, ama hem gizemi hem de netliği azalmış bir düştür bu, geviş getiren hayvanların cılız bilincindeki dağınık düşlere benzer, karalık ve ağır bir düş.” (Hazlar ve Günler)
Proust, sağlık problemlerine rağmen 1889-1890 yılları arasında Fransız Ordusu’nda gönüllü askerlik yapar.
Annesi ve doktor olan kardeşi Robert ile, 1895
Proust eşcinseldi, ancak bir yandan da eşcinsel etiketi yemekten olabildiğince kendisini korumaya çalışıyordu; hatta Lucien Daudet ile aralarındaki ilişkiyi kasıtlı olarak sezdirmeye çalışan gazeteci Jean Loorain’i karşılıklı birer el ateş edilmesiyle sona eren bir düelloya bile davet eder. 1894 yılında tanıştığı besteci Reynaldo Hahn ile yaz aylarını Réveillon Şatosu’nda geçirirler; beraberlikleri iki yıla yakın sürer, daha sonra yakın arkadaşlığa dönüşür.
Proust, eğlenceye son derece düşkündür ve hiçbir zaman düzenli bir yaşamı olmaz. Babası onu çalışması konusunda sürekli uyarır. Marcel, onu mutlu etmek için Mazarine Kütüphanesi’nde gönüllü olarak çalışmaya başlar, ancak hastalık bahanesiyle uzun sürecek bir izne çıkar, 1900 yılında ise istifa ederek ayrılır.
Gündüzleri bitkin bir şekilde yatar; geceleri ise davetten davete koşar. Ancak eve döndükten sonra gördükleri, duydukları ve gözlemledikleri hakkında sayfalarca not tutar. Yeni tanıştığı insanlarla konuşurken uzun cümleler kurar ve konuştuğu kişilerden konuşulan konu hakkında ayrıntılı tasvirler yapmalarını ister.
Mason Currey’in yazdığı Günlük Ritüeller: Büyük Eserlerin Yaratıcıları Nasıl Çalışır adlı kitapta, Proust’un öğleden sonra üç, dört hatta bazen altı gibi kalkıp, önce kronik astımını rahatlatmak için bir tutam afyondan yapılan Legras tozunu yaktığı, ardından yardımcısı Celeste’in sert bir kahve ve kruvasan getirdiğini yazar. Yardımcısı daha sonra “Gün boyu sadece iki fincan cafe au lait içip iki kruvasan yiyerek yaşayan birini hiç duymadım. Hatta bazen sadece tek kruvasanla! Proust’un neredeyse hiçbir şey yemediğini söylemek abartı olmaz” diyecektir.
Solda Marcel Proust ve Reynaldo Hahn, Maria Hahn de Madrazo ve Federico de Madrazo, 1895
Marcel Proust (oturan), oyun yazarı, gazeteci Robert de Flers (solda), yazar Lucien Daudet (sağda), 1894 (Proust’un annesinin, her ikisi ile ilişkisini belgelediği için olsa gerek bu fotoğrafı görünce çok kızdığı biliniyor.)
Proust, adından sıklıkla söz ettirecek yapıtını ise ailesini kaybettikten sonra yazmaya başlar. Ailesi ile yaşayan Proust’un ilk olarak ağabeyi evlenir ve taşınır. Daha sonra babasını kaybeder Proust, 1905 yılında 56 yaşındaki annesinin ölümüyle tam anlamıyla yıkılır. Annesine tutkuyla bağlı olan Proust’un sağlığı bozulur, bir kliniğine yatarak altı hafta tedavi görür. Sonrasında kendini yazmaya adar.
Proııst, bu mutsuz döneminde 20. yüzyılın en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen A la Recherche du Temps Perdu (Kayıp Zamanın İzinde) adlı yapıtını kaleme alır. Söz konusu romanını yazmak için uzun yıllarını harcayan Proust, yayımcı bulma konusunda da büyük bir zorluk çekmesine karşın amacına ulaşır. Yazma ve basım sürecinde çok emek harcadığı bu yapıtı yedi ciltten oluşur: Du Côte de Chez Swann (Swann’ların Tarafı), Al ’Ombre des Jeunes Filles en Fleurs (Çiçek Açmış Kızların Gölgesinde), Le Côté de Guermantes (Guermantes Tarafı), Sodome et Gomorrhe (Sodom ve Gomorra), La Prisonnière (Mahpus), La Fugitive Albertine Disparue (Albertine Kayıp), Le Temps Retrouvé (Yakalanan Zaman).
Marcel Proust, 1892
Neredeyse beş yüze ulaşan karakter sayısı ve kapsadığı uzun zaman dilimi nedeniyle bu yapıt, yazın alanında köklü değişikliklere öncülük eder. Geçmiş ve şimdiki zaman ekseninde kurgulanan yapıtta biyografik unsurların yanı sıra, Proust’un aşk acısını, hayal kırıklıklarını ve duygu değişimlerini mecazi bir anlatımla dile getirmesi okurun ilgisini çeker, çünkü Proust için dilin niteliği herhangi bir ahlak ya da estetik sisteminden daha önemlidir. Zaten yapıtta yer alan bütün kişilerin kendilerine özgü dilleri vardır. Nitekim Proust’un dili, sayfalarca süren cümleleri, duygusal, ruhsal analizleri, yazarı ve söz konusu romanı özel kılar. O dönemde yaşanan toplumsal değişimlerin, burjuva sınıfının, eşcinselliğin konu edildiği, aşk ve kıskançlık gibi unsurlarla donatılan 4000 sayfalık bu başyapıt, bütün eser boyunca adı sadece birkaç kez geçen Marcel adlı bir kahramanın yazma serüveninin anlatısıdır.
“Sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. Bu tat, Combray’da Pazar sabahları (pazarları Missa saatinden önce evden çıkmadığımdan), Léonie Hala’mın günaydın demeye odasına gittiğimde, çayına ya da ıhlamuruna batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadıydı. Madlenin görüntüsü tatmadan önce bana hiçbir şey hatırlatmamıştı; belki o zamandan beri pastane raflarında sık sık madlenler görüp yemediğimden, görüntüsü Combray günlerinden ayrılıp daha yakın geçmişteki günlere başlandığı için, belki de bunca zaman hafızanın dışında terk edilmiş olan hatıralardan geriye hiçbir şey kalmadığı, her şey dağıldığı için, şekiller –ağırbaşlı, sofu kıvrımlarının altında müthiş bir şehvet gizleyen küçük pastane midyesinin şekli de- ortadan kalkmış, ya da uyuşukluktan, bilince ulaşmalarını sağlayacak genişleme gücünü bulamamışlardı. Ne var ki, uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sıcak olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler.” (Kayıp Zamanın İzinde-Swann’ların Tarafı)
Edebiyat dünyasının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen Kayıp Zamanın İzinde aracılığıyla roman alanına yeni boyutlar kazandırdığı açıktır. Proust’u ve onun dünyasını anlamak için kendi başına bağımsız bir kitap olarak okunabilen Swann’ın Bir Aşkı adlı roman ise, Kayıp Zamanın İzinde’nin kilit bölümlerinden biridir. 1984 yılında Alman yönetmen Volker Schlöndorff tarafından sinemaya da uyarlanan, dönemin salonlarını ve ahlak dışı davranışlarını anlatan bu romanda, olaylar Marcel’in değil Swann’ın etrafında gerçekleşir. Ancak Swann’ın kendisine benzerliği öylesine büyük bir benzerliktir ki, onun serüvenini Marcel’in serüvenine özdeş kılar.
Proust’un ajandası, 1906
Mutluluklarından, acılarından, başka bir deyişle anılarından beslenen Proust, söz konusu eserinde, Charles Swann’in Odette de Crecy ile yaşadığı aşk öyküsünü konu edinir. Paris’in şık ve gösterişli salonlarında gezen, soylu, zeki ve zengin Charles Swann’ın aslında bir hayat kadını olan Odette’e duyduğu saplantılı aşkı resmeder Proust. Erkekleri para ve sosyal konum için kullanan Odette, Paris’in görkemli salonlarında gezen Swann’ı ağına düşürmeyi başarır. Odette’e büyük bir tutkuyla bağlanan Swann’ın yaşamı bu aşk yüzünden alt üst olur. Üstelik Odette gibi bir kadınla birlikte olduğu için Paris sosyetesindeki konumunu ve yakın dostlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
“Odette’nin kendisine, arabanın içine fırlattığı, Swann’ın dudaklarına uzun uzun bastırdığı kasımpatının kar beyazlığındaki kıvrık taç yapraklarını, size yazarken elim öyle titriyor ki sözlerini okuduğu mektubun üzerindeki kabartma ‘Maison Doreé’ adresini, Odette’in yalvaran bir edayla, ‘Beni aramayı çok geciktirmezsiniz değil mi?’ derken bitişen kaşlarını hepsini tek tek gördü (hatırladı). Lorédan genç işçi kızı almaya giderken Swann’ın alabros kesilmiş saçlarını düzelten berberin kullandığı maşanın kokusunu duydu; o bahar çok sık yağan sağanakları, faytonunda üşüyerek mehtapta eve dönüşlerini tekrar yaşadı; o dönemin bütün zihinsel alışkanlıklarından, mevsime ait izlenimlerden ve tensel tepkilerinden dokunmuş, tek biçimli bir ağ, birkaç haftalık bir sürenin zerine örtülmüştü, vücudu tekrar o ağa takıldı. Odette’in büyüsü, şimdi baktığında, o büyüyü bulanık bir hale gibi genişleten muazzam kokunun ve Odette’in, şimdi tek bir dakikası serbest olmayan Odette’in, ‘sizinle istediğiniz an görüşebilirim ben her zaman serbestim!’ diye haykırışını hatırlıyordu.” (Swann’ın Bir Aşkı)
Çeşitli sindirim sorunları nedeniyle günde bir öğünden fazla yiyemeyen, duyarlı bir deriye sahip, yüksekten korkan, çok yüksek sesle öksüren, pencerelerinin tüm perdeleri sımsıkı kapalı bir odada yataktan çıkmaya üşenen, kitabını genelde yattığı yerden yazan, günlük yaşantısının veya alışkanlıklarının değişmesine katlanamadığı için yolculuğa çıktığında mutlaka öleceğini düşünen Proust, garip arzuları nedeniyle gençliğinde flört sorunları yaşadığından aşkta daima karamsardır.
Hep evleneceğini söylediği halde hiç evlenmeyen, ama söylediğine göre en az on beş kez nişanlanan, arkadaşları tarafından anlaşılmadığını düşünen, buna rağmen son derece nazik davranan, yaşamı boyunca sadık kaldığı zevksiz mobilyaları, sürekli üşüdüğünden yaz aylarında bile akşam yemeklerinde palto giyen Proust, annesi öldüğünde “Yaşamım artık o biricik amacını, biricik tatlılığını ve biricik tesellisini yitirdi, anneciğim ölürken küçük Marcel’i de yanında götürdü” diyecek kadar düşkündü.
Stefan Zweig’ın, Marcel Proust’un Trajik Yaşamı adlı biyografik denemesinde yazdığı gibi, Proust hastalığı nedeniyle çocukluğunu yaşayamaz; buna karşılık daha küçük yaşlarda gözlemci olur. Her zaman uyanık olan gözleri etrafında olup bitenleri bir projektör gibi izlediği için, belleği, insan ilişkilerini algılama biçimine ve toplumsal yaşamdaki ayrıntılara benzersiz bir düzeyde yoğunlaşır. Kırılgan, her zaman tedirgin ve ölçüsüz derecede duyarlıdır. Tam bir doğa tutkunu olmasına rağmen, özellikle ilkbahar aylarında polenlere karşı olan alerjisi nedeniyle doğaya çıkması yasaktır. Bu hastalık seyahat etmesini büyük ölçüde engellediği için gidemeyeceği yerleri kitaplardan öğrenmek amacıyla durmaksızın kitap alır, okur.
Proust, annesinden kalan büyük mirasla yaşamını sürdürür, ama gün geçtikçe sağlığı bozulur. Son üç yılının neredeyse tamamını yatak odasında gündüzleri uyuyarak geceleri roman yazarak geçirir. 1922 yılının Ekim başında bir akşam toplantısına katılır ve o gece sonrasında bronşit rahatsızlığı artar, ama tedavi görmek istemez. 17 Kasım’da biraz kendini iyi hissedince romanlarındaki yazar Bergotte karakterinin ölümünü betimleyen birkaç tümce yazdırır. Ancak 18 Kasım 1922’de akciğer apsesinden hayata veda eder.
Kaynak
Batı Kültür ve Edebiyatlarında Yüzyıl Dönümü, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Marcel Proust’ta Zaman, Marcel Proust: Günlük Ritüeli, Yaşamı ve Sinirbilimle İlişkisi, Proust’un Zamana Karşı Zaferi: Kayıp Zamanın İzinde, Proust’un Romanlarında Değişim ve Gerçeğin Keşfinde Zamanın Rolü