Menu

Liberalizm Nedir?



Avrupa’da ortaya çıkan ve 17. yüzyıla kadar geriye götürülebilen liberalizm, en geniş anlamda bireyciliği, özgürlüğü, sınırlı devleti, hukukun hakimiyetini, serbest piyasa mekanizmasını ve evrimci gelişimi düstur edinen, temel insan haklarını, barışı, adaleti ve çoğulculuğu arzulayan bir ideoloji olarak ifade edilebilir.

Liberalizm, kavramsal olarak 14. yüzyıla kadar geriye götürülmektedir. Bu yüzyıldan itibaren, kavramın farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Latince liber sözcüğü, özgür olan halk kesimlerini ima etmek için kullanılmıştır. Bununla birlikte liberal terimi de, yardımda bulunan, deyim yerindeyse eli açık insanlara atfen cömert anlamında kullanılmış olup, zaman zaman açık görüşlülüğü ima eden bir kavram olarak da kullanılmıştır. İngilizce kökeni itibariyle, özgürlük, serbestlik, hürriyet anlamına gelen Liberty kelimesinden türemiştir.

Liberalizmin siyasal manada ilk kullanılışı hakkında ise farklı görüşler mevcuttur. Buna göre 19. yüzyılın başlarında menfi anlamda da olsa ilk olarak İspanya’da (1810 – 1812) asilere atfen liberales ifadesiyle kullanılan kavram, daha sonra İspanyolca’dan İngilizce’ye geçerek siyasal terminoloji içindeki yerini almıştır. Diğer bir görüşe göre, liberalizm kavramının ilk olarak Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği (1776) kitabında kullanıldığı ifade edilmektedir.

John Trumbull, Declaration of Independence, 1817-18

John Trumbull, Declaration of Independence, 1817-18

Liberalizm, siyasi bir eylem olarak 1812’de İspanyol Liberal Partisi’nde, 1840’tan itibaren ise Britanya’da Whigler ve Radikaller’in birleşmesiyle oluşan Liberal Parti’de vücut bulmuştur. Liberalizm, ancak yüzyılın ikinci yarısından itibaren olumlu bir anlama kavuşmuş ve özgürlüklerin ifade edilmesinde kullanılan bir etiket haline gelmiştir.

Liberalizmin felsefi temelleri ise siyasal anlamda kullanılmasından çok daha öncesine 17. yüzyıla kadar geriye götürülebilir. Bu açıdan liberalizm, feodalizmden kapitalizme geçişin bir ürünü olarak da görülmektedir. Liberalizmin felsefi temellerinin oluşmasında ve şekillenmesinde ise başlıca üç kaynaktan beslendiği söylenebilir. Bu kaynakları ise John Locke, İskoç Aydınlanması ve Immanuel Kant olarak sıralamak mümkündür.

Salvador Viniegra, Constitutional Court of Cádiz (1812), 1912

Salvador Viniegra, Constitutional Court of Cádiz (1812), 1912

John Locke (1632 – 1704), 17. yüzyıl İngiliz filozofudur. O, başlangıçta hiçbir otoritenin olmadığı ve herkesin özgür ve eşit olduğu bir doğal durum tasavvur etmektedir. Bu doğal durumda ise, bireyler sırf insan olmalarından dolayı, doğrudan Tanrı tarafından verilen birtakım haklara sahiptirler. Bu hakları, hayat, hürriyet ve mülkiyet olarak özetleyen Locke, hiçbir şekilde sınırlandırılamaz, gasp edilemez ve vazgeçilemez olarak görmektedir. Fakat herkesin tam bir özgürlük ve eşitlik içinde yaşadığı böylesi bir durumda ise özgürlük sınırsız değildir. Buna göre, herkes diğerlerinin haklarına ve mülkiyetlerine saygı gösterdiği oranda özgürdür. Locke, diğer taraftan hak ihlallerine karşı cezalandırıcı ve düzenleyici bir mekanizma olarak toplum sözleşmesi ile oluşturulmuş devleti meşru görmektedir. Öte yandan yetki ile donatılmış devlet, birey haklarıyla sınırlandırılmalıdır. Aksi halde iktidarın keyfi davranışları toplumu olumsuz yönde etkileyebilir. Bu açıdan, sınırlı devlet anlayışının ilk defa Locke tarafından geliştirildiğini söylemek mümkündür.

Thomas Gibson, Portrait of John Locke

Thomas Gibson, Portrait of John Locke

İskoç Aydınlanması, genel itibariyle David Hume (1711 – 1776) ve Adam Smith’in (1723 – 1790) görüşleriyle şekillenmiştir. David Hume, liberal teoride önemli bir yere sahip olmakla birlikte bir ahlak filozofudur. Hume da Locke gibi devletin meşruluğunu kabul etmekte, fakat bunu toplum sözleşmesine dayandırmamaktadır. Ona göre otorite, rıza göstermekten daha çok, zora dayalı olarak gerçekleşmektedir. Bireyler, temelde itaat etmeyi arzuladıkları için yöneticilere itaat etmezler, bilakis bireysel çıkar ve toplumsal gelenekler onlarda bir itaat duygusu oluşturmaktadır. Yani otoritenin kaynağının bireysel çıkar, alışkanlık ve gelenek olduğu söylenebilir. Öte yandan barış, hürriyet ve adaletin en önemli siyasal değerler olduğunu düşünen Hume, kendiliğinden düzenin, faydacılık ve bireyciliğin insanın doğası olduğunu, devletin amacının özgürlük ve adaleti sağlamak olduğunu savunarak liberal geleneğe önemli katkılar sağlamıştır.

Allan Ramsay, Portrait of David Hume, 1766

Allan Ramsay, Portrait of David Hume, 1766

Adam Smith ise iktisadi liberalizmin kurucusu sayılmakla birlikte, esasen o da Hume gibi bir ahlak filozofudur. Hume’dan oldukça etkilenen Smith, insanı kendi çıkarlarını gözeten, içinde bir özgürlük ve mülkiyet isteği olan, çalışma ve mübadele arzusu bulunan bir varlık olarak ifade eder. Bu açıdan bireyciliği savunan Smith, iktisadi liberalizmi de bu yapı üzerine inşa etmektedir. Ona göre bireylerin serbestçe ticaret yapabileceği bir ortamda, fiyatlar da her iki tarafın istediği şekilde gerçekleşecektir. Piyasaya yapılan herhangi bir müdahale, doğal halde bulunan özgürlüğü ve eşitliği ortadan kaldıracaktır. Dolayısıyla yapılması gereken, piyasayı kendi kendine, yani doğal, özgür haline bırakmaktır. Sınırlı devleti, kendiliğinden düzeni, barışı, adaleti ve bireysel özgürlüğü savunan Smith, serbest piyasa ekonomisi ile iktisadi liberalizmin oluşmasında başat rol oynamıştır.

Portrait of Adam Smith

Adam Smith (ressamı bilinmiyor)

Immanuel Kant (1724 – 1804) ise liberal felsefe içerisinde özelikle kişisel özerklik anlayışı bakımından önemli bir yer tutmaktadır. Kişisel özerklik, bireyin aklını herhangi bir etkiye maruz kalmadan kullanabilmesi durumu olarak ifade edilebilir. Bununla birlikte Kant, aydınlanma geleneği içinde Descartes ile başlayan rasyonel akıl ile David Hume ile özdeşleşen anti-rasyonel akıl arasındaki kopukluğu gidermeye çalışmıştır. Kant’a göre aslında bu iki durum, bir bütünün parçalarıdır. Ona göre akıl, son derece önemlidir, fakat rasyonalistlerin aksine akıl tek başına yeterli değildir. Bu açıdan Kant, gerçeği yalnızca deneyde buluruz derken, aklı aslında gözlemlenen olguların yorumlanmasında kullanmaktadır. Diğer taraftan kişisel özerkliğe sahip bireylerin, ancak özgür bir ortamda kendini gerçekleştirebileceğini düşünen Kant, özgürlüğün ise sınırsız olamayacağı kanısındadır. Kant’ta görülen özgürlük, ahlaki ve rasyonel özgürlüktür. Kant, siyasal otoriteyi özgürlüğün teminatı olarak görür.

Portrait of Immanuel Kant

Portrait of Immanuel Kant (ressamı bilinmiyor)

Liberalizmin felsefi temellerini oluşturan bu düşünürler, ileri sürdükleri görüşlerle bir anlamda liberalizmin esaslarını oluşturmuşlardır. O halde liberalizm özgürlüğü, bireysel ve toplumsal hayatın en temel değeri olarak kabul eden ve özgürlüğe uygun siyasi, hukuki ve iktisadi yapılanmaları savunan bir ideoloji olarak tanımlanabilir.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Avrupalı devlet adamlarının bazıları liberal görüş içerisinde olsa da, bazı faktörler liberalizmin etkisinin İkinci Dünya Savaşı’na kadar gerilemesine neden olur. İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin ardından, kısmen her türden totaliteryen rejimin baskıcı karakterine karşı farkındalık ve kısmen de iki savaş arası dönemde yükselen uluslararası ticaret engellerinin ekonomik buhrandan ekseriyetle sorumlu olduğunun kabulü, bir kez daha liberal fikirleri yeniden canlandırır. 1948 tarihli Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması (GATT) idi ancak, Ortak Pazar ve EFTA gibi daha büyük bir ekonomik birlik yaratmaya yönelik teşebbüsler de aynı amacı hedeflemiştir. Fakat, liberal ekonomik ilkelere bir geri dönüşü vaat eder görünen en dikkate değer olay, Ludwig Erhard’ın girişimiyle, kendisini açıkça sosyal piyasa ekonomisi olarak adlandıran şeye adamış ve çok geçmeden galip milletleri refah açısından geride bırakmış olan yenik Almanya’nın olağanüstü ekonomik iyileşmesidir.

Liberalizmin bir doktrin olarak önem kazanmasında fizyokratizmin katkıları olmuştur. Doğal düzeni savunan fizyokratizme göre, toplumsal ve ekonomik kurallar doğal bir kanun gücüyle oluşur, iktisadi zenginliğin kaynağı tabiattır.

Liberalizm Türleri

1. Klasik Liberalizm

Klasik liberalizm, bireyci ve negatif özgürlük anlayışına dayanmaktadır. Devletin görevlerini sınırlandırmayı amaçlamakta, sınırlı devlet anlayışını ve serbest piyasa ekonomisini savunmakta, devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkmaktadır. Klasik liberalizmin iktisadi boyutu, Laissez Faire, Laissez Passer (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) düşüncesine dayanmaktadır. Bu düşünce, serbest piyasa ekonomisini, sözleşme özgürlüğünü, devletin ekonomiye müdahale etmemesini, üretimi sınırlayan her türlü engelin kaldırılmasını, mal ve hizmetlerin serbestçe el değiştirebilmesini ifade etmektedir.

Klasik İktisat Okulunun kurucusu olarak kabul edilen Adam Smith, ünlü Ulusların Zenginliği (The Wealth of Nations) adlı eserinde klasik liberalizmin ilkelerini ortaya koyar.

Klasik liberaller, iyimserler ve kötümserler olarak ikiye ayrılır. İyimserler (Jean Baptiste Say, Frederic Bastiat) ekonomik düzenin doğal bir ahengi olduğunu ve buna devletin müdahalesinin gereksiz olduğunu savunurlar. Tam aksini savunan Thomas Malthus, David Ricardo ise kötümser liberaller olarak adlandırılırlar.

2. Sosyal Liberalizm

John M. Keynes, 1929 Büyük Depresyonu’nun sonuçlarından hareketle, klasik liberalizme eleştiriler yöneltmiştir ve modern, eşitlikçi, sosyal ya da refah liberalizmi gibi farklı isimlerle dile getirilen liberalizm biçiminin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

Sosyal liberalizmin de ekonomik ve siyasi olmak üzere iki boyutu vardır. Sosyal liberalizmin siyasi boyutu, sınırlı hükümet, demokratik katılım, çoğulculuk ve bireyin kendini geliştirmesi temelinde devlete pozitif görevler yüklemiştir. Sosyal liberalizmin ekonomik boyutu ise, devletin piyasanın işleyişini düzenleme, denetleme, piyasaya müdahale etme, sosyal adaleti sağlama gibi konularda devletin aktif görevler üstlenmesini ifade etmektedir. Özetle sosyal liberaller, tam istihdamın sağlanması, sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim alanlarında devletin rol alması ve gelir eşitsizliği ile adaletsizliğin devlet müdahalesi ile giderilmesi taraftarıdırlar.

3. Neo Liberalizm

Keynesyen iktisadın etkisiyle, devletin ekonomideki rolü ve ağırlığı artmış, kamu kesimi genişlemiş ve bir refah dönemi yaşanmıştır. Fakat 1970’lerde ortaya çıkan, işsizlik ile enflasyonun bir arada yaşandığı stagflasyon, Keynezyen modelin öngördüğü refah devlet anlayışının ve ekonomi politikalarının sorgulanmasına neden olmuştur. Bu tarihten itibaren, klasik liberalizmin 20. yüzyıl temsilcileri olarak ifade edilen ve liberalizmin yeniden özüne dönmesi gerektiğini savunan neo-liberal iktisadi düşüncenin görüşleri egemen olmaya başlamıştır. Neo-liberal iktisadi düşünce, bireycilik, tercih özgürlüğü, özel mülkiyet, piyasa ekonomisi, serbest ticaret ve sınırlı devlet anlayışına dayanmaktadır.

Neo-liberaller, ekonomik, sivil ve siyasi özgürlüklere, özel mülkiyete, piyasa ekonomisine büyük önem vermiş ve kolektivist sistemleri şiddetle eleştirmişlerdir. Neo-liberallere göre, kamu kesimi küçültülmeli, devletin ekonomideki etkinliği azaltılmalıdır.

Chicago Okulu ve Monetarist Teori

Chicago Okulu’nun ve Monetarist Teori’nin kurucusu kabul edilen ve 1974 yılında Nobel İktisat Ödülü’nü alan Milton Friedman, devletin para ve maliye politikaları ile ekonomiye müdahale etmesine, kira kontrollerine, asgari ücret uygulamasına, bölgesel ve sektörel sübvansiyonlara, çalışma kanunları gibi koruyucu kanunlara karşı çıkmıştır. Çünkü ona göre, bu tür kanunlar, politikaları etkisiz hale getirmekte ve rekabeti önleyerek, piyasanın işleyişini bozmaktadır. Monetarist anlayış, para miktarındaki değişmelerin, kısa dönemde üretim, istihdam, gelir ve fiyatlar genel düzeyini etkilediğini, uzun dönemde ise gereğinden fazla artan para arzının fiyatlar genel düzeyini yükselterek, enflasyona yol açtığını iddia etmiştir. Monetaristlere göre, devlet sıkı para politikasıyla fiyatlar genel düzeyinin yükselmesini önlemelidir.

Neo-Avusturya Okulu ve Friedrich von Hayek’in Liberalizm Anlayışı

Liberal düşünce okullarından Neo-Avusturya Okulu’nun kurucusu Friedrich von Hayek’tir. Hayek’in dışında bu okulun önde gelen düşünürleri arasında Carl Menger, F. Von Wieser, Ludwig Von Mises, Norman Barry ve Israel Kirzner sayılabilir. Neo-Avusturya Okulu’nun metodolojisi subjektivizm biçiminde adlandırılır.

Hayek, düşüncesinde klasik liberalleri örnek almıştır. Devletin kamusal alana müdahalesini istememekle birlikte, devletin iç-dış güvenlik ve adalet dışında, eğitim, sağlık gibi alanlarda da faaliyet göstermesini uygun bulur. Onun için liberalizmin zamanın ihtiyaçlarına göre bazı değişikliklere uğrayabilecek bir esnekliğe sahip olması gerektiğini söyler.

Neo-liberal iktisat okullarından Avusturya İktisat Okulu’na göre, devletin küçültülmesi, kamu harcamalarının azaltılması ve devlet müdahaleciğinin ortadan kaldırılarak bireysel özgürlüklerin garanti altına alınması gerekmektedir. Avusturya İktisat Okulu, ekonomik özgürlükleri, özellikle mülkiyet ve sözleşme özgürlüğünü her türlü özgürlüğün temel koşulu olarak kabul etmiş ve bu özgürlüklerin var olabilmesi için serbest piyasa ekonomisinin uygulanması gerektiğini savunmuştur. Devletin, ekonomik refahın sağlanması için geri çekilmesi, hizmet alanlarının rekabete açılması ve serbest piyasanın egemen kılınması gerekmektedir.

Virginia Okulu ve James Buchanan’ın Liberalizm Anlayışı

Neo-liberal iktisat okullarından bir diğeri de Anayasal İktisat Okulu’dur. Anayasal İktisat Okulu’nun kurucularından ve 1986’da Nobel Ekonomi Ödülü kazanan Buchanan’a göre, seçmenlerin, bürokratların ve politikacıların faydalarını ve çıkarlarını maksimize etme çabaları sonucunda, devletin ekonomideki rolü artmakta ve buna paralel olarak kamu harcamalarının milli gelir içindeki payı büyümektedir.

Anayasal İktisat Okulu’na göre, politikacılar ve bürokratlar, çoğunluğun çıkarlarına hizmet eden kişiler değildirler. Politikacılar da diğer insanlar gibi kendi çıkarlarını gözeten, ceza ve mükafattan etkilenen kimselerdir. Politikacılar, oy maksimizasyonunu amaçlarken, bürokratlar rant kollama peşinde koşmakta, seçmenler ise kişisel fayda maksimizasyonunu doğrultusunda hareket etmektedirler. Bu nedenle, anayasal iktisatçılar, devletin ekonomik, politik hak ve yetkilerinin belirlenmesi ve sınırlanması taraftarıdırlar. Ayrıca, devletin vergileme, borçlanma, para basma vb. görev ve yetkilerinin anayasada belirtilmesi ve sınırlandırılması gerektiğini savunmaktadırlar.

Freiburg Okulu ve Ordo Liberalizm

1930’lu ve 1940’lı yıllarda Alman İktisatçı Walter Eucken ve hukukçu Franz Böhm, uzun yıllar Almanya’da Freiburg Üniversitesi’nde ekonomik ve sosyal düzen üzerine çalışmalar yapmışlardır. Eucken ve Böhm’ün üniversitedeki çalışmalarına daha sonra Grossmann Doerth adındaki bir iktisatçı da katılmıştır. Bu üç araştırmacı 1936 yılında Ordnung Der Wirtschaft (Ekonominin Düzeni) adında bir dergi çıkarmaya başarmışlardır. Eucken ve Böhm, daha sonra 1948 yılında Ordo adında bir dergi yayınlamaya başlamışlardır. Bu dergi, zaman içerisinde Freiburg Okulu’nun temel yayın organı olur.

Ordo liberalizmin en temel farklılıklarından biri, serbest piyasanın rekabetçi ortamının sağladığı çeşitli avantajlar kabul edilmekle birlikte, devletin düzenleyici rolü olmadan serbest piyasanın sosyolojik, ekonomik ve ahlaki bakımlardan kendi kendine işler olmadığına dikkat çekilmesidir. Ordo liberaller, piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandırmak için devletin düzenleyici kararlar almasını ve uygulamasını gerekli görmektedirler. Bu nedenle, klasik liberal ve neoliberallerin tercih ettiği serbest piyasa ekonomisi kavramı yerine, sosyal piyasa ekonomisi kavramını kullanmayı yeğlemektedirler. Onlara göre, sosyal piyasa ekonomisinde, klasik liberalizmin sınırlı devlet düşüncesinin yerini sınırlı ve fonksiyonel devlet düşüncesi almıştır. Bu nedenle, neoliberalizmin minimize etmeye çalıştığı devlet yerine, serbest piyasa ekonomisi ve rekabet koşullarını geliştirecek müdahaleci bir devleti savunurlar.

Libertarianizm

Liberalizmin aşırı bir ekseni Libertarianizm veya Anarko-Kapitalizm olarak bilinmektedir. Libertarianizmin temel amacı, saf özgürlüktür. Libertarianizm, bireylerin davranış ve eylemlerine, sahip oldukları mülkiyete hiçbir şekilde karışılmadığı özgür bir toplum yapısını savunur. Libertarianizm akımının çağdaş temsilcileri arasında David Friedman, Murray N. Rothbard, Robert Nozick ve Ayn Rand’ı belirtebiliriz.

Libertarianistler devlet kurumuna karşı çıkmakta ve devleti saf özgürlüğü zedeleyen ve sınırlayan bir kurum olarak görmektedirler. Libertarianistler, zorlama olgusuna hiçbir zaman meşruiyet kazandırılamayacağına ve insan ilişkilerinin gönüllülük ve rıza esasına dayalı olarak yürütülmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Klasik liberalizmi savunan düşünürlerden farklı olarak bazı libertarianistler, devlet adı verilen kuruma bütünüyle karşı çıkmaktadırlar. Libertarianistlere göre, devletin zor kullanma tekeline sahip olması çok tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarabilir. Devlete bir defa zor kullanma tekeli verildiğinde, bu kişilerin en temel hak ve özgürlüklerini sınırlayacak bir şekle dönüşebilir. Libertarianistler, zorlama unsuru taşıyan bütün uygulamalara ve yasaklamalara karşıdırlar.

Kaynak
Liberalizm – Friedrich August von HayekGerçekten Liberalizm Mi? Yoksa Sadece Söylem Mi? Libertarian İktisatLiberalizme Yeniden Bakış: Tarihi ve Felsefi TemelleriLiberal İktisadi Düşüncede DevletHayek’in Liberalizm Düşüncesinde Birey-Devlet İlişkisi, Ahlaki Monizm Bağlamında Liberalizm ve Çokkültürlülük Değerlendirmesi


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir