Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein, büyük bir çelik üreticisi olan babanın yetenekli sekiz çocuğunun en küçüğü olarak, 26 Nisan 1889’da Viyana’da doğar.
Kültürel geleneklerle zenginleştirilmiş Yahudi burjuva ailesi Karl ve Leopoldine Wittgenstein’ın evi, meşhur sanat isimlerini bir araya getirir. Johannes Brahms, Gustav Mahler, Pablo Kazalas, Rudolf von Alt gibi sanatçılar tarafından ziyaret edilen bu evde, müzik, resim ve tiyatroya ithaf edilen geceler düzenlenir. Ailenin bütün çocukları sanatla ilgilenir. En büyük kızları Hermine (1874 – 1950), kendi zamanı için meşhur bir ressamdı.
Ludwig, ablaları Hermine, Helene, Margarete ve ağabeyi Paul ile
Wittgenstein 14 yaşına dek evde eğitim görür. Berlin Charlottenburg’da makine mühendisliği eğitimi alır. 1908’de mezun olduktan sonra, ilgisi hava mekaniğine kayınca, İngiltere’ye Manchester Üniversitesi’ne gider. Burada uçurtmayla deneyler yapar, üniversitenin mühendislik laboratuvarında araştırma öğrencisiyken, bir jet-reaksiyon pervanesinin patentli tasarımı üzerinde çalışır, deneysel bir tepkili motor geliştirip yeni uçak yapıları üzerine deneyler yaparak, bilgilerini pratik olarak uygulama imkanı bulur.
O sıralarda, matematiksel mantık da ilgisini çeker ve o günlerde Cambridge, artık ünlü bir filozof olan Bertrand Russell’ın önderliğinde mantıksal-matematiksel araştırmaların merkezidir. Wittgenstein, Bertrand Russell’la tanışır, teknik uğraşılarını bırakarak, 1911’in sonlarında Cambridge’e yerleşir. 1913 yılının büyük bölümünü Russell ile giriştiği uzun tartışmalarla geçirip, ardından Norveç’te ıssız bir fiyortun yamacına yaptırdığı kulübede inzivaya çekilir.
Norveç’te Skjolden yakınlarındaki Sognefjord gölü kıyısında, yüksek bir fiyortun tepelerine inşa ettiği kulübesi
Bertrand Russell onun için şöyle der: “Acayip biriydi, görüşleri bana tuhaf geliyordu. Bu sebeple, bir dönem boyunca dahi miydi, yoksa sadece garip biri mi olduğuna karar veremedim. Cambridge’in ilk dönemi sonunda bir gün gelip bana, “Benim tamamen bir aptal olup olmadığımı söyler misiniz? Tamamen aptalın tekiysem gidip balon pilotu olacağım, yok değilsem filozof olacağım.” dedi. Tatil boyunca bazı felsefi meseleler üzerine bana bir şeyler yazmasını istedim. Böylece tamamen aptal olup olmadığını söyleyecektim ona. Sonraki dönem, önerimi gerçekleştirmişti. Sadece bir cümle okuduktan sonra, ona dönüp, “Hayır, balon pilotu olmamalısın.” dedim.”
Wittgenstein, Norveç’te tek başına 2 yıl yaşama kararından sonra, onu caydırmaya çalışan Russell’a, akıllı insanlarla konuşarak akıl fuhuşu yaptığı karşılığını verir. “Orada karanlıklar içinde kalacağını söyledim” diye anlatıyor Russell. O da bana ışıktan nefret ettiğini söyledi. Bunun üzerine, ona deli olduğunu söyledim, o da bana, “Tanrı beni zihin sağlığından korusun!” diyerek karşılık verdi.
1914’te çağdaş İngiliz felsefesinin en büyük isimlerden biri George Edward Moore, Norveç’te kendisini ziyaret eder. Bu kısa görüşme esnasında, Wittgenstein ilk defa mantık üzerine düşüncelerini açıklar.
1913, Norveç
Wittgenstein ile ileride Nobel Ödülü alacak bir ekiple önemli havacılık araştırmalarına imza atacak olan David Pinsent (1891 – 1918), Cambridge’deki öğrencilik yıllarında tanışırlar. Sosyal bir yapıya sahip olan David, içine kapanık ve büyük iniş çıkışlar yaşayan Ludwig’in en yakın arkadaşı olur. İkilinin ortak ilgi alanları ve beğenileri, kısa zamanda aralarında sarsılmaz bir beraberliğin kurulmasını sağlar. Ne var ki, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, İsviçre’de buluşma hayalleri gerçekleşemez. David, 1918 Mayıs’ında bir test uçuşu sırasında hayatını kaybeder. Geride kalan Ludwig ise, 1921’de yayımlanan başyapıtı Tractatus’u David’e ithaf ederek ona duyduğu bağlılığı ölümsüzleştirecektir. Bu beraberlik, Justus Noll’un yazdığı Aşklar ve Çiftler: Ludwig Wittgenstein ve David Pinsent kitabının konusu olacaktır.
Ludwig, ağabeyi Paul ile. Paul Wittgenstein, Birinci Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybettikten sonra bile dünyaca ünlü bir konser piyanisti haline gelir.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde geçirdiği ameliyat yüzünden askere alınmayan Wittgenstein, 1914’te gönüllü olarak cepheye gider. 1914’te Avusturya ordusunun topçu alayına er olarak katılır. Kızkardeşine göre, onun amacı vatanseverlik değil, entelektüel olmayan, zor ve zorlu bir şey yapma arzusudur. Askeri bir onarım atölyesine verilir, burada yaşanan bir patlama sonucu yaralanır.
Askerliği sırasında, 9 Ağustos 1914’te kaleme aldığı ilk satırlar, yanında taşıdığı defterlere yazdığı derli toplu ilk felsefi cümlelerdir. Cephelerde kaleme almaya başladığı Tractatus’taki öğretisinin habercisi sayılan Defterler (1914 – 1916), Wittgenstein’ın felsefi gelişimini yansıtan bir metin olması bakımından önemlidir. Norveç fiyortlarındaki kulübesinde yazdığı Tractatus’un ön çalışması niteliğindeki defterlerin çoğu, 1950’de kendi isteğiyle imha edildi. Bunlardan yalnızca 1914 – 1916 arasında kaleme aldıkları, Bertrand Russell’a ve G. E. Moore’a verdiği notlar ile Russell’a yazdığı mektuplardan bazıları günümüze ulaşır. Kitap, Wittgenstein yaşama veda ettikten sonra yayımlanır.
Defterler (1914 – 1916) ile başlayıp Tractatus ve Felsefi Soruşturmalar’la süren yolculuğu, anlam arayışı ve bunun aktarılışı üzerine kurulu. Defterler (1914 – 1916), Tractatus’un ön metinleri olmasının yanında, Wittgenstein bu notlarıyla hem Tractatus’a ve ilk dönemine, hem de ileride ilkini geride bırakarak oluşturacağı ikinci dönemine dair ipuçları verir.
“Olasılık önermeleri, bilimsel yasaların soyutlamalarıdır. Onlar genellemelerdir ve bu yasaların tam olmayan bir bilgisini dile getirirler. Örneğin, eğer bir kavanozdan siyah ve beyaz bilyeler çeksem, birini çekmeden önce, beyaz ya da siyah bir bilye alıp almayacağımı söyleyemem, çünkü bunun için doğa yasalarım yeterince iyi bilmemekteyimdir, ama yine de bilirim ki, eğer orada çok sayıda eşit siyah ve beyaz bilye varsa, çekimin sürdürülmesi halinde, çekilen siyah bilyelerin sayısı, beyaz bilyelerin sayısına yaklaşacaktır. Doğa yasalarını bunun kadar kesin bilirim.” (Defterler)
Askeri kimliği
Wittgenstein, cephede bile kafasını meşgul eden mantık ve felsefe problemleri üzerine düşünür ve 1918’de Tractatus Logico-Philosophicus’u tamamlar.
29 Ekim 1918’de ateşkesle birlikte, Wittgenstein İtalyanlar’a esir düşer, ama esareti sırasında bir şekilde kitabını üç kişiye (Engelmann, Russell ve Frege) göndermeyi başarır. 21 Ağustos 1919’da serbest bırakıldığında, artık hayatında yeni bir dönem başlamak üzeredir. Çelik endüstrisinde holdingleşmiş babasından miras kalan serveti dağıtır, aşırı sade bir yaşam biçimini benimser. Aslında Wittgenstein’ı döneminin tutarlı sınıfsal portrelerinden hiçbirine tam olarak sığdırmak mümkün olmaz. Onun yaşamının ereği, varlığını teminat altına almak değil, entelektüel olarak tatmin olmaktır.
Wittgenstein, uzun bir süre kitabına yayımcı arar. Ardı ardına gelen redler onu ümitsizliğe düşürmez. 1921’de çalışmasının bir kısmının, Annalen der Naturphilosophie’de yayımlanmasını kabul eder. 1921’de Tractatus Logico-Philosophicus’un (Mantıksal Felsefi Deneme) tamamı, Almanca-İngilizce olarak iki dilde yayımlanır. Wittgenstein’ın hayattayken yayımladığı tek eserdir. Bu aynı zamanda, Bertrand Russell’ın birinci baskıya yazdığı girişinde ilk kez okuyucuya tanıttığı, günümüze kadar devam eden bu kitabın yazarının büyük şöhretinin başlangıcı olur: “(…) Hiçbir noktada görünüşte hatalı olmayan bir mantık teorisi kurmak olağanüstü zor ve önemli bir iş yapmak anlamına gelir. Sayın Wittgenstein’ın kitabı şahsi görüşüme göre bu liyakate sahiptir. Bunun için hiçbir ciddi filozof onu ihmal edemez.”
Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicus isimli eserinde ele aldığı temel sorun, dilin mantıksal yapısının ne olduğudur. Bu kitapta, dilin sınırlarını belirlemeye çalışırken, aynı zamanda felsefenin sınırlarını da belirlemeye çalışır. Wittgenstein, bu eserine yazdığı önsözde, kitabın felsefe sorunlarının soru olarak ortaya çıkmalarının nedeninin dilin mantığının yanlış anlaşılmasına dayandığını ve kitabın bütün anlamının şu şekilde dile getirilebileceğini söyler: “Söylenebilir olan ne varsa, açık söylenebilir ve üzerine konuşulamayan konusunda susmalı.”
“Üzerinde konuşamadığımız şeyleri susarak geçmeliyiz. Filozofların durum ve problemlerinin çoğu, bizim dilimizin mantığını anlayamama beceriksizliğimizden kaynaklanır. (Onlar şuna benzeyen soru türüne aittirler – iyilik güzelden daha fazla mı yoksa daha az mı özdeştir?) Aslında en derin problemlerin umumiyetle problem olmadıkları şaşırtıcı değildir. Nesneleri ancak adlandırabilirim. İmler onların yerini tutar. Ancak onlar üzerinde konuşabilirim, onları konuşarak dışa vuramam. Bir tümce, bir şeyin ancak nasıl olduğunu söyleyebilir, ne olduğunu değil.” (Tractatus Logico-Philosophicus)
Avusturya’da Trattenbach isimli küçük bir köyde öğretmenlik yaptığı yıllar, 1923
Felsefeye yapacağı katkıları tükettiğini düşünerek, Avusturya’nın köylerinde ilkokul öğretmenliği yapmaya başlar. Çok mutsuz olduğu ve sık sık intiharı düşündüğü bir dönemdir. 1925 yılında öğrencilere vurduğu, bedensel cezalar verdiği yolundaki iddialar nedeniyle öğretmenlikten ayrılır. Birkaç ay için bir manastırda bahçıvan yamaklığı yapar.
Dört ağabeyinden üçünün intihar etmesi, Ludwig’i de intihara eğilimli hale getirmiştir. Dört yaşında beste yapmaya başlayan, müzikal bir dahi olan, kardeşlerin en büyüğü olan Johannes (1877 – 1902), 1902 Nisan’ında Küba Havana’da kendini öldürür. Üçüncü oğul Rudolf (1881 – 1904), Mayıs 1904’te Berlin’de intihar eder. Diğer kardeşi Konrad (1878 – 1918) ise, 1918 yılının Ekim ayında intihar eder. Ludwig Wittgenstein’ın da bu eğilimin doruk noktasına, 1926 yılında ablasının onu evin inşası için Viyana’ya çağırmasından hemen önce eriştiği söylenir.
Kızkardeşi Margaret Stonborough-Wittgenstein’ın tasarladığı ev
Ludwig, müziğe olan tutkusu dışında mimarlığa da hevesli idi. O, kız kardeşi Margaret’in (1882 – 1958) Viyana’da bulunan 1920’li yıllara özgü kübist tarzdaki evini tasarlar. Wittgenstein, yapının mekanik projesini de bizzat üstlenir. Elektrik ve boru tesisatlarını, kilitleri, sürgüleri, anahtarları, mandalları, ağır kapı ve pencereleri ispanyoletlerine kadar tasarlar, kapı ve pencereleri tek tek ele alırken prototiplerden yararlanır. Bir mimar için önemsiz veya tasarım dışı görülebilecek kimi ayrıntılara çok mesai harcar.
Yakın arkadaşı Francis Skinner ve Wittgenstein, Cambridge yıllarında
Wittgenstein, 1925 yılının yazında felsefe doktoru olarak tekrar Cambridge’dedir. Cambridge Üniversitesi’nin yemekhanesinde, diğer insanlardan bir basamak yukarıda yemek yemeyi reddeder, çünkü akademisyenlerden de gündelik hallerinden de nefret eder. Cambridge Üniversitesi ile yaşadığı aşk ve nefret ilişkisinin, hayatına damga vurduğu bir sır değil artık. 1929’da Trinity College’da ders vermeye başlar. Üniversite yaşamından hoşlanmaz, yemek salonundaki zekice konuşmalardan nefret ettiğinden salona gitmemeye başlar. Akademik felsefe düşüncesine karşı olduğu için, birçok öğrencisini üniversitede felsefe öğretme tasarısından caydırmaya çalışır.
Wittgenstein’ın hayatının en ilginç olaylarından biri, 1935’te Sovyetler Birliği’ni ziyaret etmesidir. İnsanlarla aracısız olarak iletişim kurabilmek için yoğun olarak Rusça öğrenir. Filozofun sosyalist fikirlere ve onların yaşamdaki yeni yapılandırılmalarına yönelik sempatisi, klasik Rus Edebiyatı’na, özellikle Dostoyevski’ye büyük yakınlığından, Tolstoy’a tutkunluğundan kaynaklanır.
Birinci kısmını 1945’te, ikinci kısmını ise 1947 – 1949 arasında tamamlayacağı Felsefi Soruşturmaları (Philosophical Investigations) yazar. Wittgenstein, Felsefi Soruşturmaları için şöyle der: “Burada yazılanlar son 16 yıldır, sürekli üstünde çalıştığım felsefi sorulara dairdir. Birçok konu var, anlam, kavrayış, önerme ve mantık kavramları, matematiğin temelleri, bilinç durumları ve daha birçok soru.” Wittgenstein, Tractatus’ta hükme bağladıklarını, bütün bu zaman içinde yeniden ele alıp, kimi yerlerde temel bazı değişikliklere gitmiştir. Kitap olarak 1953 yılında, ölümünden sonra yayımlanır.
“Ve, filozof önündeki bir nesneye gözlerini dikerek ve bir adı, hatta bu sözcüğünü bile pek çok kez tekrarlayarak, ad ile şey arasındaki o bağıntıyı ortaya çıkarmaya çalışırken, siz gerçekten böyle tuhaf bir bağıntıyı elde edersiniz. Çünkü felsefi problemler dil tatile gittiği zaman ortaya çıkar. Ve burada biz aslında adlandırmanın sanki o bir nesnenin bir vaftiziymiş gibi, dikkate değer bir zihin edimi olduğunu hayal edebiliriz.” (Felsefi Soruşturmaları)
1936, Fransa’da
20. yüzyılın ilk yarısının iki ayrı döneminde Ludwig Wittgenstein, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki felsefi düşüncenin çağdaş durumunu belirleyen iki analitik-lengüistik program geliştirir. Analitik felsefenin gelişiminde çok önemli bir yer işgal eden Wittgenstein’ın, filozof kariyerinin iki ayrı döneme ayrıldığı, birinci dönemde onun Tractatus Logico-Philosophicus (Mantıksal Felsefi Deneme) adlı eseriyle analitik felsefenin klasik dönemi üzerinde çok belirleyici bir etki yaptığı, ikinci dönemde Felsefi Soruşturmalar adlı eseriyle analitik felsefenin sonraki gelişim seyrine ve hatta kıta felsefesine çok yoğun bir biçimde etki yaptığı dikkate alınacak olursa, onun yüzyılın en önde gelen birkaç filozofundan biri olduğu söylenebilir.
1939, Trinity College
II. Dünya Savaşı sırasında Cambridge’den ayrılarak, gönüllü olarak Londra’daki Guy’s Hastanesi’nde hademelik, ardından Kraliyet Victoria Kliniği’nde laboratuvar asistanlığı yapar. 1944’te yeniden Cambridge’de ders vermeye başlasa da, bu onu tatmin etmemeye başlayınca, 1947’de Cambridge’deki profesörlük kariyerinden vazgeçip İrlanda Cumhuriyeti’ne gider.
1950’de prostat kanseri olduğunu öğrenir. Ölümünden önceki son yıllarında ABD, İngiltere, Avusturya ve Norveç’e yolculuklar yapar. Günlerini arkadaşlarıyla buluşmakla ve Felsefi Araştırmalar üzerine çalışarak geçirir. 29 Nisan 1951’de Londra’da ölür.
Wittgenstein ve Georg Henrik von Wright
Wittgenstein, gençliğinde klarnet çalar, çok yetenekli bir müzisyendir. Asabiyeti ise dillere destandır, hatta Bobby Fischer ve David Edmonds’un yazdıkları, Wittgenstein’ın Maşası (Wittgenstein’s Poker) adlı kitaba konu olur. Kitapta anlatılan, Karl Popper’la aralarındaki kavga efsane haline gelir.
25 Ekim 1946’da Cambridge Üniversitesi’nde meydana gelen 10 dakikalık bir tartışmadır kitaba konu olan. Ludwig Wittgenstein, London School of Economics’te felsefe kürsü başkanı Karl Popper’in bazı sözlerine sinirlenir ve tartışmanın yapıldığı odadaki şöminenin karıştırma demirini eline alıp, biraz da saldırganca havada sallar. Bu elektrikli atmosferi izleyen Bertrand Russell araya girer ve Wittgenstein’dan elindeki demiri bırakmasını ister, Wittgenstein demiri bırakır, kapıyı çarpıp çıkar.
Wittgenstein’ın tek kitabı Tractatus’a, Bertrand Russell’ın yazdığı önsözü reddetmesi, yaşamı boyunca gelgitler içinde bir yaklaşıp bir uzaklaştığı Cambridge Üniversitesi’ndeki efsanevi entelektüel kişiliği ve başka birçok hayat kesiti, onu tanımlamayı imkansız kılar.
Kaynak
Aşklar ve Çiftler: Ludwig Wittgenstein ve David Pinsent, Mantıkçı Pozitivizm, Wittgenstein ve Din, Wittgenstein’ın Viyana’daki Modernist Kalesi, Olguların Diliyle Konuşmak: Tractatus Üzerine Bir Deneme, Aristotales ve Wittgenstein: Etikte İki Yol, Wittgenstein’ın Felsefi Metamorfozu