Menu

Martin Heidegger’in Hayatı ve Eserleri



Martin Heidegger, 20. yüzyılın şüphesiz en önemli filozoflarından. 1927 tarihli Varlık ve Zaman adlı başyapıtıyla felsefede yeni bir çığır açmış; böylelikle varlığa yönelik ontolojik (varlık felsefesi) ve epistemolojik (bilgi felsefesi) tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Heidegger’in felsefesinin yanı sıra politika anlayışı da yıllardır tartışılmakta ve tartışılmaya da devam etmektedir. Martin Heidegger, 26 Eylül 1889’da Almanya’nın Baden eyaletine bağlı olan Messkirch kasabasında dünyaya gelir. Çocukluk yıllarında, babasının zangoçluk yaptığı kilisede, kilisenin bazı işlerine yardım eder ve bir Katolik olarak yetiştirilir.

Heidegger

Ortaokulu bitirdikten sonra, ailesinin maddi gücü yeterli olmadığı için, kilisenin yardımıyla Konstanz şehrine gönderilir. Burada lise müdürü sayesinde, Freiburg Üniversite’nde teoloji okuması koşuluyla burs alır. Bu nedenle Heidegger, Konstanz’daki eğitimini sonlandırıp, Freiburg’da bir liseye devam eder ve buradan mezun olur.

Heidegger, lise yıllarındayken, Tasvirci Psikoloji görüşleriyle tanınan Franz Brentano’nun, Aristoteles’e Göre Varolanların Çoklu Anlamı Üzerine başlıklı doktora tezini okur. Bu kitap sayesinde, Brentano aracılığıyla daha sonraki yıllarda asistanlığını yapacağı Edmund Husserl’i keşfeder ve varlık sorusunun önemini kavrama yolunda ilk adımlarını atar. Lise döneminde Alman Edebiyatı’na da büyük ilgi gösterir; Eski Yunan Edebiyatı’nın temel eserlerini okur ve Friedrich Hölderlin’in şiirleriyle tanışır.

Heidegger ve Edmund Husserel

Edmund Husserl, Martin Heidegger, 1921

Heidegger, 1909 yılında Freiburg Üniversitesi’nde teoloji öğrenimine başlar. Ancak 1911 yılında bu bölümünden ayrılarak, yine aynı üniversitede matematik ve felsefe çalışmaya karar verir. 1913 yılında Psikolojizm’de Yargı Öğretisi başlıklı doktora çalışmasını tamamlayarak, doktor ünvanını alır. Bu tez 1914 yılında basılır. Heidegger, 1915 yılında Kategoriler ve Gönderim Öğretisi başlıklı doçentlik tezini tamamlar ve üniversitede ders verme yetkisi alır. 1915 yılında askere alınır; ama cephe için uygun olmadığından, posta servisi ve meteorolojik görevlere atanır. 1918 yılında çürüğe çıkarılmasıyla askerlik görevi sona erer. Sonrasında çok yakın bir dostluk kuracağı Edmund Husserl’in asistanı olur.

Aynı yıl Freiburg Üniversitesi’nde Ulusal Ekonomi okuyan Elfriede Petri ile tanışır ve 1917 yılında evlenirler. İki yıl sonra ilk oğulları Jörg, 1920 tarihinde ise ikinci çocukları Hermann dünyaya gelir. Heidegger, yaşarken ikinci oğullarının biyolojik babası olmadığını öğrenemeyecektir. Gerçek baba Elfriede’nin gençlik arkadaşı ve Hermann’ın vaftiz babası Friedel Cesar’dır. Elfriede bu sırrı, Hermann’a 14 yaşına geldiğinde söyler ve kendisi hayatta olduğu sürece kimseye söylememesi için yemin ettirir. Hermann 71 yıl boyunca bu sözünü tutar ve bu sırrı ancak 2005 yılında açıklar.

Elfride, Martin Heidegger, Jörg, Hermann, 1928

Elfriede, Martin Heidegger, Jörg, Hermann, 1928

1923 yılında Heidegger, Marburg Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak atanır. Burada hayatında önemli bir yeri olacak Hannah Arendt ile tanışacaktır. 36 yaşında olan Heidegger, 18 yaşındaki öğrencisi Hannah Arendt ile ilişkisini meslektaşlarının birçok suçlayıcı ithamına rağmen sürdürür; ancak duyguları karışıktır. Aşık olmasına rağmen aile düzenine ve gittikçe yükselen akademik hayatına zarar gelmesini de istemez.

Hannah Arendt’e 10 Şubat 1925 yılında yazdığı ilk mektupta şöyle seslenir.

“Sevgili Bayan Arendt!

Hemen bu akşam size gelmeli ve kalbinize hitap etmeliyim. Aramızdaki her şey yalın, berrak ve saf olmalı. Birbirimizle karşılaştırılmış olmak lütfuna ancak böyle layık olabiliriz. Sizin öğrencim olmanız, benim sizin hocanız olmam, aramızda vuku bulanların yalnızca bir vesilesinden ibarettir. Size hiçbir zaman sahip olamayacağım. Fakat siz bundan böyle hayatıma ait olacaksınız. Hayatım da sizinle beraber büyüyecek. Kendi varlığımızla diğerleri için ne olacağımızı asla bilemeyiz. Ama ne oranda yıkıcı ve engelleyici bir etki yapabileceğimizi pekala tahmin edebiliriz.

Henüz baharındaki ömrünüzün hangi yöne yöneleceği meçhul. Bu seçimin önünde boyun eğeceğiz. Size sadakatim, sizin de kendinize sadık kalmanıza yardımcı olmalı.”

Heidegger ve Hannah Aredent

Hanna Arendt and Martin Heidegger

“1929

Sevgili Martin,
Hakkımda pekala başka ve tesadüfi kaynaklardan haber almış olmalısın. Bu da haberin saflığını gideriyor, fakat Heidelberg’deki son görüşmemizde bir kez daha yenilenen ve saadet bahşeder bir tarzda sağlamlaştırılan güveni değil. Bugün sana öyle geliyorum, eski teminat içinde ve eski bir ricayla: Beni unutma, sakın unutma; çok iyi ve derin bir şekilde bildiğim gibi, aşkımız hayatımın lütfu ve inayeti oldu. Bu bilgi kalbe dokunmak için değil. Bugün de değil. Çünkü ben kendi göçerliğimin aidiyetini ve yurdunu bir insanda buldum, muhtemelen bunu çok az anlayacaksın.”

Aşklarının en en yoğun dönemi, 1925-1933 yılları arasında olur. Hannah, 1929’da Günter Stern ile evlenir; ilişkileri bitse de aralarındaki aşk bitmez. Bazen araya uzun sessiz yıllar girer, ama birbirlerinden kopamazlar. 1925-1975 yılları arasında önce iki sevgili, sonra iki arkadaş ve entelektüel dost olarak yaptıkları heyecanlı yazışmalarını belgeleyen bu mektuplar kitaplaştırılmıştır.

İlerleyen yıllarda, İnsanlık Durumu adlı eseri ile çığır açacak bir siyaset felsefecisi olan Hannah’ın, Yahudi olması nedeniyle hocalık niteliklerine sahip olmadığı gerekçe gösterilerek Alman üniversitelerinde ders vermesi engellenecektir. Heidegger, zamanla karşılık bulduğu aşkı için suskunluğu seçerken, Hannah bütün suçlamalara rağmen her ortamda Heidegger’i savunacaktır.

Heidegger ve Ailesi

Marburg Üniversitesi’nde verdiği derslerin, başyapıtı olan Varlık ve Zaman’a (Sein und Zeit) kaynaklık ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Heidegger’in profesör olması için bir yayın yapması gerekmekteydi; bu nedenle Varlık ve Zaman kitabıyla ilgili çalışmalarını hızlandırır. Varlık ve Zaman, ilk olarak 1927’de Edmund Husserl’in editörlüğünü yaptığı Felsefe ve Fenomenolojik Araştırma Yıllığı’nda yayımlanır. Heidegger’in eserinin bu yıllıkta yayımlanmış olmasının nedeni, kendisini Husserl tarafından başlatılmış Fenomenolojik felsefe hareketi içinde görmüş olmasıdır.

Varlık ve Zaman’da Heidegger, felsefe tarihinin unuttuğu bir soruya, varlığın anlamı sorusuna ve bu sorunun tekrar sorulması gerekliliğine dikkat çeker. Bu eserde Heidegger, varlığa ilişkin sorunun ancak Dasein üzerinden sorulabileceğini, çünkü Dasein’ın yani insan varoluşunun, var olmaya ilişkin bir anlamaya sahip olduğunu söylemektedir. Bu nedenle varlığın anlamı sorusunu, bu soruyu sorabilecek tek var olan Dasein üzerinden yanıtlamaya çalışır. Husserl’den devraldığı Fenomenolojik yöntem ile Dasein’ın egzistansiyel analizi üzerinden varlık sorusunun anlamına, varlık tarihinin başlangıcına dönmek ister. Heidegger’in kendi ifadesiyle burada izlediği yol fundamental ontolojidir.

“Bu, var olanlarla birer var olan olarak kurduğumuz her ilişki ve oluşta a priori olarak bir muammanın bulunduğunu gösterir bize. Hep belirli bir varlık anlayışı içinde yaşıyor olmamız ve varlığın anlamının aynı zamanda hep karanlıklar içinde kalıyor olması, esasen varlığın anlamına ilişkin soruyu tekrar sorma zorunluluğunu kanıtlamaktadır.” (Varlık ve Zaman)

Güney Almanya Kara Ormanlarında Külübesi

Martin Heidegger, Güney Almanya’da Kara Orman dağlarında Todtnauberg’de 1928 yılında, planını karısının çizdiği bu kulübede, uzun yıllar hemen her işini kendi yaparak (zaman zaman eşi de gelir) eserlerini yazar.

1928 yılında Heidegger, Husserl’in emekliliğe ayrılmasıyla birlikte, Freiburg Ünversitesi Felsefe Bölümü’ne atanır. 1929 yılında “Metafizik Nedir?” başlıklı açılış konuşmasını yapar; aynı yıl bu konuşma yayımlanır. Heidegger bu konuşmasında batı metafiziğinin içine düştüğü temel yanılgıyı, varlığın anlamıyla ilgili sorular sorup sonuçta yine var olanlara yöneldiğini, felsefe tarihinin varlığın unutulmuşluğunun tarihi olduğunu vurgulamak istemiştir. Geleneksel mantığı, hesaplayıcı düşünmeyi ve hiçi dışlayan bilimci tavrı sorgulayarak, “Nedir bu hiç?” sorusunu sormuştur. Heidegger buradaki tavrıyla, varlığın anlamına ilişkin soruyu bir var olan olarak Dasein üzerinden değil de,  hiçin açıklığa kavuşturulmasıyla yanıtlamaya çalışır, çünkü felsefe ve bilim tarihi var olanlara yönelirken hiçi sürekli dışlamıştır.

Bir şey vardır dediğimiz zaman aslında hiçi de var kılmış oluruz; ancak felsefe ve bilim bu durumu sürekli gözardı etmiştir. Hiç, var olandan farklıdır. Hiçe var olanların tümünün tam bir değillemesi olarak formel açıdan yaklaşılmamalıdır; çünkü var olanların tümünü kavramak imkansızdır. Heidegger’e göre hiçi açığa çıkaran ise bir temel heyecan durumu, korkudur. Hiçin hiçlemesi, varlığın varoluşunu ortaya koyan olagelme ile kendini açığa vurmaktadır. “Metafizik Nedir?” sorusu metafiziğin temelinin sorgulanma çabasıdır. Metafizik, var olanın ötesinde, yani varlık hakkında soru sormaktır. Metafiziğin temeli ise varlığın hakikatidir.

“Varlık, kendini başlangıcına ait hakikatte gerçekleşebilmeden önce istenç olarak varlığın sona erdirilmesi, dünyanın yıkılması, yeryüzünün tahrip edilmesi ve insanın sırf çalışmaya zorunlu olması gereklidir. Çöküş, başlangıcın beklenmedik ve uzun süreli bulunuşunu ancak bu şekilde gerçekleştirebilir. Çöküşte her şey, metafizik hakikatin bütününde yer etmiş olan var olanlar kendi sonuna yaklaşır. Çöküş çoktandır başlamış bulunuyor. Onun bu yüzyıldaki sonuçları, dünya tarihinde meydana gelen gelişmelerdir.” (Metafizik Nedir?)

1928

 1928

Martin Heidegger, varoluşçu felsefenin önemli isimlerinden biri olarak gösterilmiş; fakat o kendisini hiçbir zaman bu felsefe geleneği içerisinde görmemiştir. Çağın sorunlarına yanıt vermeye çalışan bir felsefe akımı olarak varoluşçuluk, metafiziksel ontolojiye, epistemoloji temelli varlık ve insan anlayışına karşı çıkmış, kendine temel konu olarak insan varlığını seçmiştir. İnsan varlığında varoluş tarzlarını irdelemeye çalışmış, bunu yaparken de bireyin deneyimini ön planda tutmuş ve her bireyin kendi varoluşunun bu somut deneyimler üzerine olduğunu savunmuştur.

Heidegger’e göre varlık, varlığın varoluş yapısı ortaya konularak anlaşılabilir. Yani Dasein’ın varlığı da ancak kendi varoluşuyla açıklanabilir. O halde özellikle Varlık ve Zaman’da yapılan Dasein’ın analitiği varoluşsaldır. Varoluşçu felsefeciler, bireyin kendi varoluşunu belirsizlik, iç sıkıntısı, kaygı gibi çeşitli ruh durumlarıyla açıklamaya çalışmışlardır. Heidegger’e göre de, Dasein’ın varlığı kendini kaygı olarak açığa vurmaktadır. Yine varoluşçuluğun temel kavramlarından olan yönelmişlik, özgürlük, varlık ve hiçlik, Heidegger felsefesinde karşımıza çıkan kavramlardır. Yine Heidegger’e göre, bu dünyaya atılan veya fırlatılan insan, kendi başınadır ve yalnızdır; yalnızlık ona özgürlüğünü vermiştir.

Heidegger Nazi (1)

Varlık ve Zaman’da varlığı açıklamakta yeterli olmayan “Varlık nedir?” sorusuna karşı, “Metafizik Nedir?” adlı çalışmada varlık-hiçlik ikilisi ele alınmış; varoluş hiçlikle açıklanmaya çalışılmıştır. Bireyi ele alması açısından geleneksel felsefe çizgisinden farklı olarak ele alan varoluşçuluk, bireyi açıklarken de geleneksel felsefeden farklı olmuş; sadece düz yazıyı değil, aynı zamanda özgürlüğün açığa çıkmasına olanak veren iletişim türünü, yani sanatı kullanmıştır. Çünkü sanat, bireyin kendini ve varoluşunu özgürce anlatabildiği tek yerdir.

Heidegger’e göre de hakikatin ifşa yollarından biri sanattır: “Var olanın aydınlanması ve gizlenmesi olarak hakikat, şiirleştirilerek gerçekleşir. Sanat, edebiyatın varlığında böyle bir alan olarak varolanın hakikatinin ortaya çıkarılmasının gerçekleştirilmesidir.”

Tüm bu görüş ve düşünceler değerlendirmesinde,  Heidegger’in varoluşçu felsefe geleneği içerisinde yer aldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Heidegger, 1934

1934

1933 yılı Almanya’nın tarihinde olduğu kadar Heidegger’in hayatında da önemli bir yıl olmuştur. Almanya’da Hitler’in partisi iktidara gelir. Freiburg Üniversitesi’nde rektör olan Heidegger, yine aynı yıl Nasyonal Sosyalist Parti’ye üye olur, bu hareketiyle tepkileri üzerine çeker. Ünlü rektörlük konuşmasını yaparken, bilimin ve üniversitenin özünü sorgular. Üniversitenin özünün bilim olduğunu, ancak burada kastedilenin modern bilim olmadığını, Yunanlılardaki bilim anlayışı olduğunu dile getirir.

Heidegger felsefesindeki önemli temalardan biri Yunanlılardaki büyük başlangıç (Anfang) meselesi ilk olarak bu konuşmada ortaya çıkar. Heidegger’in yaşadığı dönemde bilimler nesneleri bakımından birbirlerinden uzaklaşmışlar, üniversiteler de bu parçalanmadan muzdarip olmuşlar ve bunun sonucunda bilimin özü unutulmuştur.

Üniversiteler ve bilim doğru temellere oturtulmak zorundadır. İşte bu noktada Heidegger, Alman halkının o büyük başlangıcı yeniden yapabileceğine, kendisinin de bir rektör olarak bu sorunların üstesinden gelebileceğine inanmış olsa da, kendisinin ve partisinin beklentilerini karşılayamadığı gerekçesiyle 1 yıl sonra rektörlük görevinden istifa eder; fakat ağzından Nazi rejimine muhalif tek bir sözcük bile çıkmaz.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 yılında Nazilerden Arındırma Komitesi tarafından öğretim üyeliği elinden alınan ve ders vermesi yasaklanan Heidegger, Karl Jaspers’ın da çabalarıyla 1950 yılında elinden alınan ünvanına ve ders verme yetkisine tekrar kavuşur.

Heidegger 1960

1960

Heidegger’in, Nazizim ile olan ilişkisi, onun felsefi kariyerini zedelemiştir ve bu dönemde izlediği politika günümüzde halen tartışma konusu olarak güncelliğini korumaktadır. Heidegger, Nazi ideolojisi sempatizanlığı ile akademik hayatta hızla yükselirken, üniversitesindeki Yahudi öğrencileri ihbar etmekten kaçınmaz. Freiburg Üniversitesi’nden aryan ırkına mensup olmayan öğretim üyelerinin uzaklaştırılmasına neden olan Baden Kararnamesi’nin altında Heidegger’in imzası vardır.

Uzaklaştırılanlardan birisi de, Heidegger’i en parlak öğrencisi olarak görmüş olan Edmund Husserl’dır; yıllardır hizmet verdiği üniversitesinin kütüphanesine bile girmesine izin verilmeyen kırgın bir akademisyen olarak 1938 yılında ölür. Heidegger’in ayrıca Gestapo’ya mektuplar yazarak Hitler’in ulusal projesine uzak duran pasifist öğretim üyelerini ihbar ettiği, örneğin (sonradan Nobel ödüllü alacak) kimyacı Hermann Staudinger’in emekli olamadan okuldan atılmasını sağladığı söylenir.

Heidegger, geçmişini inkar etmez. Nazilikten arındırılma programlarına zorla katılır, ama Nazizmin bilgiyi yücelten bir ideoloji olduğuna hala inandığını söylediğinde akademik yasağa uğrar. İmdadına eski sevgilisi Hannah yetişir. Eski itibarına kavuşmak için ondan yardım talep eder. Hannah, evli olsa da onu hala sever. Ününden faydalanarak onu tekrar diriltmeye çalışır.

Todtnauberg, 1968

Todtnauberg, 1968

Heidegger 26 Mayıs 1976’da 87 yaşında vefat eder. Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Edmund Husserl, Heidegger’in düşüncelerinin şekillenmesinde etkili olmuş önemli isimlerdir. Rene Descartes’i ve onun felsefesi etkisi altında kalan modern çağın epistemoloji temelli varlık anlayışını eleştirmiştir.

19. yüzyıl felsefesine önemli katkıları olan Friedrich Nietzsche ve Soren Kierkegaard gibi filozofların düşüncelerini de kendi felsefesine taşımış; bu büyük isimlerin Alman felsefesinde ve kısmen dünya felsefesinde yer almalarında etkili olmuştur. Hans-Georg Gadamer, Hannah Arendt, Heidegger’in Marburg’taki öğrencileri arasındadır. Eserleri, Jean-Paul Sartre, Jacques Derrida, Hannah Arendt, Hans-Georg Gadamer gibi 20. yüzyılın önemli filozofları tarafından çalışılmış ve yorumlanmış; günümüzde de farklı bakış açılarıyla değerlendirilmeye devam etmektedir.

Kaynak
Heidegger ve Hegel: Yaşam Zamanı ve Yaşam Felsefesinin ZamanıHeidegger’in Nazizimi, Kant ve Dasein ÜzerineMartin HeideggerÖlüm Kavramına Martin Heidegger ve Emmanuel Levinas Açısından Felsefi Bir BakışFelsefeden Siyasete: Heidegger’in Nazizmle İlişkisiMartin Heidegger’in Varlık Anlayışında Sanat Yapıtının Konumu


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir