Usta ile Margarita ve Köpek Kalbi kitaplarıyla tanıdığımız Mihail Afansyeviç Bulgakov, 15 Mayıs 1891’de bugün Ukrayna’nın başkenti olan Kiev’de doğar. İlahiyat profesörü bir babanın oğludur.
Bulgakov, 1916’da Birinci Dünya Savaşı yıllarında, tıp fakültesinden mezun olur. O dönem, tıp mezunları, askerlik görevini ülkenin ücra köşelerindeki küçük ve donanımsız hastanelerde doktor olarak yapıyorlardı. Bulgakov da, Smolensk yöresinde Nikolskoye Köyü’ne giderek on sekiz ay boyunca oradaki hastanede, pratisyen doktor olarak çalışır.
Öğrenci Mihail Bulgakov, 1908
Genç Bir Köy Hekimi adlı kitabında o döneme ait anılarını öyküleştirir. Bunların bir bölümü, 1925-1927 yılları arasında dergilerde yayımlanır. Bulgakov’un edebiyatına damgasını vuran fantastik unsurlar ve gerçeküstücü anlatım bu öykülerinde görülmez. Deneyim-gözlem ve birikimlerine dayanarak kurduğu bu öykü evreni, yaşamın çıplak ve ürkütücü gerçeğini gözlerimizin önüne serer.
İlk eşi Tatyana Lappa. 1913’te henüz tıp fakültesi öğrencisiyken evlenirler.
“Doktor bey… efendim… biricik kızım… bir tanem…” Birden yükseltmişti sesini, öyle ki, lambanın abajuru titremişti. “Ah, doktor bey… ah!..” Çok üzgündü, elini kolunu sallıyordu ve tekrar yere kapanmıştı, sanki döşeme tahtalarını parçalamak istiyordu. “Nedir bu başıma gelen? Ne biçim bir ceza bu? Nasıl bir günah işledim?”
Mihail Bulgakov tıp eğitimi sırasında en sağda, 1914
“Ne oldu? Ne var?!” diye bağırdım. Yüzümün buz gibi olduğunu hissediyordum. Adam ayağa fırladı, çırpınarak şöyle diyordu:
“Doktor bey… ne istiyorsanız söyleyin… Para vereceğim… İstediğiniz kadar para vereceğim size… Ne kadar isterseniz… Ne isterseniz, ayağınıza getireceğim… Yeter ki ölmesin kızım!.. Yeter ki, ölmesin!” Yukarılara bakarak bağırıyordu: “Varsın sakat kalsın! Sakat kalsın! Yaşasın, yeter bana! Yeter!” (Üzerinde Horoz Resmi Olan Havlu)
Tıbbı nikahlı karısı, edebiyatı da metresi gibi gören Anton Çehov’dan farklıdır Bulgakov, doktorluğu sevmez. Çehov mesleğini konu alarak yazdığı öykülerinde hastalarına sevecenlik ve insancıllıkla yaklaşan, onları iyileştirmeye çalışan doktor karakterleri çizerken, Bulgakov hastalardan çok doktorun korkusunu öne çıkarır. Çehov’a kayıtsızdır, ondan etkilenmemiştir, Gogol’ü sever. Palto değil, onun Burun öyküsünden etkilenen yazarlar arasında görür kendini. Genç Bir Köy Hekimi’ndeki genç doktor karakterler tıp eğitimi aldıkları için pişmanlık duyarlar. Bir insanı yaşama döndürmeye çalışırken ölümüne neden olmaktan korkarlar. Bulgakov, dört yıl doktorluk yapar, 1920’den sonra mesleğini bırakıp kendini tamamen edebiyata verir.
Mihail Bulgakov’un 1925’te yayımlanan yarı otobiyografik ilk romanı Beyaz Muhafız, Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yaşayan ve kendilerini kaotik iç savaşın ortasında bulan Turbin ailesinin hikayesini anlatır. Bulgakov, Turbinlerin yaşadığı kişisel kayıp ve etraflarını çevreleyen sosyal karmaşa ekseninde, devrimin ve sosyal, ahlaki ve siyasi yaşamda ortaya çıkan belirsizliklerin meydana getirdiği varoluşsal krizlerin harikulade bir portresini ortaya koyar. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı ile benzerlikler taşıyan bu romanını Turbin Günleri adıyla oyunlaştırır. Komünist bir kahramana yer vermediği gerekçesiyle Sovyet resmi çevrelerince büyük tepkiyle karşılansa da, Stalin’in özellikle romanı çok beğendiği, Turbin Günleri‘ni on beş kez seyrettiği söylenmiştir. Stalin’in ilginç ilgisine karşın, Bulgakov hayatı boyunca durmadan yönetimin eleştirilerine uğrar, sürekli sansürlenir, oyunlarını bir türlü sahneletemediği Moskova Sanat Tiyatrosu’nda süründürülür.
“Her şey bir gün sona erecek: çekilen çileler, yaşanan acılar, kan, açlık ve ölümcül hastalıklar. Kılıç da bir gün bu dünyadan yok olup gidecek, fakat varlığımızın ve eylemlerimizin gölgesi yeryüzünden silindikten sonra bile yıldızlar aynen kalacak. Bunu bilmeyen tek bir insan bile yoktur. O halde, neden gözlerimizi o yıldızlara çevirmiyoruz? Neden?” (Beyaz Muhafız)
1926
Ölümcül Yumurtalar kitabı Stalin’in iktidara geldiği 1924 yılında yazılmasına karşın, 1928’de geçen bu bilimkurgu, iktidarın ve bilginin kötüye kullanılmasının sonuçlarına işaret eden parlak bir sistem eleştirisidir. 1917 Rus Devrimi’ni izleyen çalkantılı dönemde yeni bir Rus gerçekliği ortaya çıkarken, zooloji profesörü Persikov da bilimsel çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmalar sırasında, tesadüfen canlı organizmaların üreme hızlarını artıran ve onları devleştiren yeni bir kızıl ışın keşfeder. Tam da o sıralarda Sovyet Cumhuriyetleri’nde bütün tavukları kırıp geçiren bir salgın patlak verince, Persikov’un henüz test edilmemiş buluşu bu soruna çare olarak görülür. Ne de olsa, bilimde kaydedilen ilerlemelerle düşmanları ve rakipleri geride bırakma, Stalin döneminin yol gösterici ilkesidir.
“Kurbağa ağır ağır kafasını kıpırdattı ve ferin söndüğü gözlerinde, “Pisliksiniz siz, başka bir şey değil…” kelimeleri açık seçik göründü.”
Köpek Kalbi kitabını 1925 yılında kaleme almasına rağmen, Batı’da 1968’de, SSCB’de ise 1987’de yayımlanabilir. Dünyaca ünlü Moskovalı bir cerrah bir sokak köpeğini evine alır, ölmüş bir adamın testislerini ve beyninin bir parçasını organ nakliyle köpeğe takar. Operasyon beklenmedik sonuçlar doğurur. Tehlikeli bir insan-hayvan yaratılmış ve profesörün saygın yaşamı bir kabusa dönüşmüştür. Köpek Kalbi’nde, köpekler üzerinde çalışan bir profesörden hareketle, her şeyi bir sisteme oturtmaya çabalayan yeni rejime alegorik bir dille karşı çıkmıştır. Kitap, absürd ve komik bir hikaye gibi ya da Rus Devrimi’ni konu alan bir taşlama olarak okunabilir. Frankenstein’ın öyküsüne ve Kafka’nın eserlerine benzetilebilen roman, sürrealist bir mizah dehası sergiliyor.
“Onu paltosundan tanıdığımı sanıyorsunuz değil mi? İlgisi yok. Bugün işçi bile palto giyiyor artık. Gerçi yakası biraz değişik gibi ama, uzaktan öyle görünebilir insana. Oysa gözlerine dikkat ettiniz mi, hiçbir zaman yanılmazsınız. Gözler, en önemlisi gözlerdir. Tıpkı bir barometre gibidirler. Gözlerinden, yüreği nasır tutmuş birinin ayakkabısının sivri burnunu ortada hiçbir neden yokken kaburgalarınıza gömeceğini hemen anlarsınız. Korkakları da farketmek mümkün. Bunları ısırmak başlı başına bir zevktir. Demek korkuyorsun ha, madem ki ödleğin birisin al öyleyse… Hırrrr… Hırrrr… Ouaou!.. Ouaoou!” (Köpek Kalbi)
İkinci eşi Lyubov Belozerskaya ile birlikte, 1926
1925’te Tolstoy adına düzenlenen bir edebiyat gecesinde Lyubov Belozerskaya ile tanışır ve kısa süre sonra evlenirler. Belozerskaya’nın donanımlı eğitimi, Fransız diline hakimiyeti, birçok kaynağı okuyup yazara aktarımı, edebi zevki ve sanat ruhu Mihail Bulgakov’un edebiyatını da etkiler. Lyubov Belozerskaya, Beyaz Muhafız, Köpek Kalbi, Moliere Efendi eserlerini ithaf ettiği kişidir.
1929’da yazarın hayatının zor geçecek 3.5 yıllık derin kriz dönemi başlar. Yayın yasağı bütün yapıtlarını kapsar hale gelir. Bu yıldan sonra, ne kitap yayımlatabilir, ne de bir oyunu sahnelenir. Bir süre yazmaya ara verir. Yurt dışına gitmek ister, hatta Stalin’e mektup yazar, ama izin verilmez. Moskova Sanat Tiyatrosu’nda bir sahne arkası işi verilir. Üstelik kendisi gibi evli olan Elena Sergeevna’ya umutsuz bir aşkla bağlanmıştır. Elena’nın kocası Silovski ile karşılıklı silahların çekilmesinin ardından 1931’de Elena ve Bulgakov, bir daha görüşmeme kararı alarak ayrılırlar.
1936
Mihail Bulgakov, 1936’da yazmaya başladığı Teatral Bir Roman (Siyah Kar)’da bir oyun yazarı olarak tecrübelerinden yola çıkar ve dönemin tiyatro dünyasının perde arkasını sunar okura. Mihail Bulgakov aslında romancı olarak tanınsa da, yaşarken çalışmaları tiyatroya yöneliktir. Ancak, 1920’den itibaren yazdığı oyunlar sansürlenir ve sahnelenmez. Romanına Teatral Roman ve Bir Merhumun Notları ismini verse de yayımlanırken Teatral Bir Roman (Siyah Kar) adıyla yayımlanır.
Eserde, Sergey Leontyeviç Maksudov, oyununun efsanevi Bağımsız Tiyatro’da sahnelenmek üzere neredeyse rastgele bir şekilde seçilmesiyle, bir anda kendini tiyatroculuğun akıl almaz girdabında bulur. Bağımsız Tiyatro’nun iki yönetmeni, yapımın kontrolü için birbirleriyle yarışırken, yıldız aktrisler tantana üstüne tantana koparmaktadır. Oyunun sahnelenme ihtimali her provayla biraz daha azalmaktadır sanki. Maksudov, içinden nasıl çıkacağını bilemediği bir kaosun ortasına düşmüştür. Teatral Bir Roman (Siyah Kar) bilgisizlikler, zevksizlikler, çekememezlikler çevresinde bir yayın ortamını yerelden evrensele yol alarak anlatıyor.
Mihail Bulgakov, Elena Sergeevna Bulgakova
1930 yılında yazmaya başladığı baş yapıtı olan Usta ile Margarita, sayısız oyun ve kısa öykü yazdığı on sekiz yılın ardından, 1938’de tamamlanır. İlk yayınlandığında sansüre uğrayan, nükteli bir alaycılık ve felsefi bir derinlik taşıyan, evrensel iyilik-kötülük sorunlarını irdeleyen bir romandır. İlginç bir kurguya sahip olan kitap, iki farklı zamanı anlatır. 30’lu yılların Moskova’sında İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını tartışan iki yazarın yanına, geleceği okuma yetisine sahip biri yanaşır, birinin yakında öleceğini, öbürünün de delireceğini söyler. Woland adındaki bu yabancı, Sovyet toplumunu ziyarete gelmiş şeytandan başkası değildir. Gerçekten de, yazarlardan biri kısa bir süre sonra ölür. Delirip akıl hastanesine kapatılan öbür yazar ise orada Usta ile karşılaşır. Usta’nın, İsa’nın çarmıha gerilmesinde büyük rolü olan vali Pontius Pilatus’la ilgili romanını ve Margarita’ya olan aşkını dinler. 20. yüzyılın en iyi romanlarından biri olarak bilinen kitap, fantastik bir kurguya sahip, keskin yergili bir mizahla dolu, çoğu zaman alaycı sahneler ile güçlü, duygusal ve acıklı anlar arasında gidip gelir.
“Turistin kaygısı karşısında Berlioz hafifçe gülümseyerek, “Gerçekten de Tanrı’ya inanmıyoruz,” dedi. “Ama bu, üzerinde büyük rahatlıkla konuşabileceğimiz bir konu.” Yabancı, arkaya yaslandı, meraktan neredeyse cırtlaklaşan bir sesle bağırdı: “Tanrıtanımaz kişilersiniz demek?” Berlioz, gülümseyerek, “Evet öyle,” dedi. “Tanrıtanımaz kişileriz biz.”
“Yapıştıkça yapışıyor bu ithal malı kene,” diye düşündü Biezdomni öfkeyle. Şaşkınlık içindeki yabancı, “Ama bu harika bir şey!” diye haykırdı; sonra iki edebiyatçıya bakabilmek için başını hiç durmadan iki yana döndürmeye koyuldu.”
Mihail Bulgakov, Elena Sergeevna Bulgakova, 1935
1932 yılının Eylül ayına kadar Elena ile görüşmezler. Karşılaştıklarında Bulgakov’un ilk sözleri “Sensiz yaşayamıyorum” olur. 4 Ekim 1932’de evlenirler.
Bulgakov’un sağlığı giderek bozulmaktadır, bu dönemde Usta ile Margarita romanını eşinin desteğiyle bitirme mücadelesi içerisinde geçirecektir. Elena günlüğüne şunları yazar: “İlk bölüme eklemeler yaptı ve romanı kendisine baştan okumamı istedi. Berlioz’un cenazesi bölümünü okumaya başlamıştım ki “Tamam… Bu kadarı yeterli… Galiba” dedi ve bir daha da tekrar okumamı istemedi.”
Usta ile Margarita için Stalin’in Bulgakov’un hayatına doğrudan müdahalesini merkezine oturtan bir eser olduğu, başka bir okumaya göre ise üç roman kahramanı Woland, Usta ve Margarita sırasıyla Stalin, Bulgakov ve Elena’nın kişiliklerinin doğrudan karşılıkları olduğu söylenir.
Müze olan evindeki bronz heykeli
10 Mart 1940’ta böbrek yetmezliğinden 49 yaşında yaşama veda eder. Usta ve Margarita ölümünden yıllarca sonra ancak 1966-67 yıllarında, eşinin gayretleriyle Moskova Dergisi’nde yayınlanabilir. Kitaplaşması ise 1973’ü bulur.
Kaynak
Bir Köy Doktorundan Öyküler, Usta ile Margarita, Mihail Bulgakov, Göçmen Rus Kadınların Algısında İstanbul, Hayat ile Mucizenin Buluşma Umudu: Usta ile Margarita