Mustafa Kutlu, harika bir yer diye tanımladığı Erzincan’ın Ilıç ilçesinde, 1 Mart 1945’te nahiye müdürü Nurettin Bey’in ve Sulhiye Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelir. Üç ablası ve bir de kız kardeşi vardır. Mustafa Kutlu’nun çocukluğunun ilk yılları, babasının işi nedeniyle (Uzun Hikâye adlı eserindeki kahramanın çocukluğu gibi) çeşitli vilayetlerde geçer. Babasının, 1953 yılında emekliye ayrılmasıyla Mustafa Kutlu ve ailesi Erzincan’a yerleşir. Ancak 1959 yılında 12 yaşındayken babasını kaybeder. Ailesine destek olabilmek için sebze halinde çalışır.
Mustafa Kutlu (sağ taraftaki)
Kutlu’nun, çocukluk hatıraları hikâyelerinde zaman zaman gülümseyerek el sallar. Mesela çocukluğunda kafesini balkona çıkardığı Saka Kuşu’nun sesini, Uzun Hikâyesi’nde işitiriz. Kutlu’nun hatıralarında, düdüğüyle dumanıyla trenler öyle derin bir iz bırakır ki: “Bütün demiryolu çalışanlarına ve bütün buharlı tren âşıklarına” ithaf ettiği yazılar yazar.
Tren sevdasını, Arkakapak Yazıları’nda şöyle dile getirir: “Bu sıcaklık, bu macera sürse diyorum. Alıp götürse beni, bilmediğim diyarlara, görmediğim yerlere… Çocukluğumun uzayıp giden karlı beyaz bozkırlarında hep bir tren sesi var. Bu tren beni hayal iklimlerinde dolaştırmaktadır. Ama nedense ırmak boylarından, uzun kara ağızlı tünellerden, dik kayalı boğazlardan, çıplak tepeler arasından sıyrılıp şehirlere, kalabalıklara, evlere apartmanlara ulaşmayan bir tren.”
Resim kabiliyeti çok küçük yaşta fark edilen Kutlu, aynı zamanda futbola da, tutkun bir çocuktur. Sıkı bir Fenerbahçeli olan Kutlu, gençliğinde mahalli ligde futbol da oynar. Futbol ilgisini yıllar sonra bir gazetenin spor sayfasında köşe yazısı yazacak kadar profesyonelleşerek devam ettirir. Hatta bazı hikâyelerinin futbolsever kahramanları vardır.
Mustafa Kutlu için çocukluğunda sinemanın yanında kitap tutkusu hayatının merkezindedir. Hatta lise yıllarında her gece bir kitap bitirecek kadar derin bir tutkudur. Reşat Nuri’leri, Peyami Safa’ları, Rus klasiklerini o dönemde bitirmiştir. Erken yaşta hayata atılması, çalıştığı hal gibi farklı farklı insan tiplerinin, çok enteresan karakterlerin bir arada olduğu o mekan, Kutlu’nun hikâyelerindeki karakter tiplemeleri için zengin bir malzeme bırakmış olmalıdır.
İlk ve orta öğrenimini Erzincan’da tamamlayan Mustafa Kutlu’nun en büyük arzusu Güzel Sanatlar Akademisi imtihanlarını kazanmaktır. Ressam olmayı kafasına koymuştur; bu sebeple ilk uzun yolculuğunu yapar ve İstanbul’a gelir. Ancak daha sonra çeşitli nedenlerle bu fikrinden vazgeçerek, Erzurum Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydolur.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nde Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Niyazi Akı, Selahattin Olcay gibi hocalarla ve Meddah Behçet Efendi, İsmail Usta gibi sözlü halk kültürünün önemli simaları ile karşılaşan Kutlu’nun üniversite yılları, yazarın edebi hayatına yön vermesi bakımından önemlidir.
Hayatını incelediğimizde Kutlu’nun ailesinden ve sosyal yaşamında karşılaştığı insanlardan etkilendiği ve eserlerinin bunlardan beslendiği çok net görülmektedir. Gerek babasının memuriyeti dolayısıyla farklı yerlerde bir çocukluk geçirmesi, gerekse Orhan Okay, Nurettin Topçu, Ezel Erverdi gibi önemli isimlerle tanışıklığı yazarın fikir ve his dünyasında önemli etkilere sahiptir.
Üniversite yıllarında iki arkadaşıyla Erzurum Halk Eğitim Salonu’nda resim sergisi açan Kutlu’nun, bir gün Orhan Okay hocanın odasında Hareket Dergisi sahibi Ezel Erverdi ile karşılaşması, yazarın hayatında yeni ufukların açılmasını sağlar. Çünkü Ezel Erverdi, Kutlu’dan Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi’nde basılmak üzere desenlerini kendisine göndermesini ister.
Gönderdiği ilk desenler, Hareket’in 28. sayısının kapağını süsler. Sonra bu dergide hikâyeleri de yayımlanmaya başlar. İlk hikâyesi derginin 29. sayısında (Mayıs 1968) yayımlanan O…’dur; hikâye ile birlikte biri kapakta olmak üzere 6-7 deseni çıkar.
Mustafa Kutlu, resim tutkusundan hiç vazgeçmez. Bu tutkusu bazen hikâyelerindeki kahramanlarda da ortaya çıkar. Resme olan ilgisi ve bilgisi, Kutlu’nun hikâyelerindeki tasvirleri de etkilemiş olacak ki, okura hikâyeyi okumanın ötesinde, bazen sanki önündeki bir manzarayı seyrettirir. Hocası Orhan Okay ile “Sait Faik’in hikâyelerinin resim ve perspektif açıdan incelenmesi” konulu tezini hazırlar ve 1968 yılında üniversiteden mezun olur.
1969 yılında Erzincan’da görücü usulü ile hayatımın en güzel tevafuku dediği eşi Sevgi Hanım ile evlenir. Bu evlilikten bir erkek, bir kız çocuğu dünyaya gelir. Aynı yıl Tunceli’de öğretmenliğe başlar. Bu sırada 1970-72 yılları arasında Erzurum’da çıkan Adımlar Dergisi’nin yayımına katkıda bulunur. Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı isimli hikâyesinde, yerelde çıkan dergilerle ilgili değerlendirmelerde bulunan yazar, yıllar önceki bu dergi deneyiminden yola çıkmış olmalıdır.
“Lise ikiden terk bir arşiv memuruyum. Yemeği sefertasında yiyorum. Evden işe, işten eve dolap beygiri gibi gidip geliyorum. Ha, bir de sahaflar ve kitaplar ile adı anılmaya değmez bir dergi var.” (Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı)
1972’de Vefa Poyraz Lisesi’nde öğretmenliğe başlar ve 1974 yılında öğretmenlikten istifa ederek Hareket Yayınları’nda çalışmaya başlar. 1976 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedi’nin yayın kurulunda yer alır. 1990 yılından itibaren Dergâh Dergisi’nde yazıları ve hikâyeleri yayınlanır. 1995 yılından itibaren de Yeni Şafak Gazetesi’nde kültür-sanat ve spor yazıları yazmaya başlar.
1968 yılında yayımlanan Sait Faik’in Hikâye Dünyası adlı çalışması, Kutlu’nun kitap halinde neşredilen ilk eseridir. Kitabında, Sait Faik’in dünyasına girmeği ve oradan bize yankılar, daha doğrusu anlaşılır sesler vermeği başarmıştır. Kitap, Sait Faik’i bütünü ve büyüklüğü ile inceleyen bir çalışma değildir; zaten yazarının da böyle bir iddiası olmadığı seziliyor. Fakat, çizilen dar sınırlar içinde, Mustafa Kutlu, Sait Faik’in dünyasını belirgin bir şekilde çizmiştir.
“Mevzuları basitleştirerek halk için yazmak gibi sakat bir halkçılık cereyanından kendini korumuştur. Onun bize tanıttığı halk, kendi hakkındaki inançlarım kaybetmemiş, morali bozulmamış bir halktır. Ona göre, halkın hayatı, bizim de yaşamamız lâzım gelen hayattır.” (Sait Faik’in Hikâye Dünyası)
Mustafa Kutlu’nun hikâyeciliğini 5 döneme ayırmak mümkündür. Birinci dönemini ilk kitapları Ortadaki Adam ve Gönül İşi oluşturur. Sait Faik Abasıyanık ve Sabahattin Ali etkisinin oldukça belirgin olduğu bu kitaplar, Kutlu’nun daha sonra hikâyelerini yazacağı tarza hayli uzaktır.
1970 tarihli Ortadaki Adam adlı kitabı modernleşmeyle birlikte köyden kente göç, kentleşme ve bunlara bağlı olarak değişen toplumsal yapı konu edilmektedir.
1974 tarihli Gönül İşi, Türkiye’nin 1970’li yıllarda yaşadığı durum, modernleşmenin şehir ve köy arasındaki uçurumu genişlettiği bir durumda insanımızın hayata bakış açısındaki değişim ve dönüşüm bu hikâyelerin tümünde farklı bir boyutuyla karşımıza çıkar.
İkinci dönem, Mustafa Kutlu hikâyeciliğinin oluştuğu dönemdir. Yazar bu döneme, Yokuşa Akan Sular adlı eseriyle ilk adımını atar. Bundan sonra yayınlayacağı dört kitabında da, takip edeceği yöntemle bu beş kitap arasında bağ kurarak romanesk denebilecek bir çatı oluşturur. 1979-1990 döneminde yazdığı ve “Mustafa Kutlu Beşlemesi” olarak isimlendirilen bu kitaplar: Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk İçimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Bu Böyledir ve Sır’dır.
“Sakın altıotuzbeş trenini unutma. Koşacaksın. Nefes nefese kalacaksın. Siren sesleri ile ürpereceksin. Vinçlerin boşlukta sallanan pençelerinden kan damlayacak. Saçlarında demir tozları. Artık başakları istesen de düşünemezsin. O rüzgârda sallanan türküleri. Sıcak tandır ekmeğinin üzerine cızırdayan tereyağını, yayıktan boşalan ayranı, kınalı elleri.Unut sabah namazında safta durmayı. Nöbettesin. Unut amcaoğlunun cenazesini, fazla mesai. Boynundaki hamaylı çöze at, güldürme kimseyi yavuklunun verdiği çevreyi göstererek. Bak eller dünyayı değiştirmişler, sen de değiştir dünyanı. Yarınlar senin.” (Yokuşa Akan Sular)
“İçinde olması gereken bir şeyin kaybından hangi mağaraların ücrasına saklandığımı, oradan hiç çıkmamak üzere kendime davalar aradığımı anlıyorum.Her şeyi tamamlayacak olan o şey. Ancak onunla varolabilirim. Irmak bir başlangıç. Bir düş. Ama bir yol ve bir yoldaş. Ne tabiat parçası, ne çiftlik hayali. Ne kaçıp gitmek, ne ekip biçmek. Sefer de içimde, tahammül de.” (Ya Tahammül Ya Sefer)
Mustafa Kutlu’nun üçüncü dönemi 1990-2000 yılları arasını kapsar. Bu yıllarda yazar, iki öykü kitabı yayımlar. Bunlar Arka Kapak Yazıları ile Hüzün ve Tesadüf adlı kitaplarıdır. Bu kitaplardaki hikâyelerin önemli bir bölümü ise kurmacadan uzak fotoğrafik öykü ya da deneme öykü diyebileceğimiz türden hikâyelerdir.
“Bir şey yap Güzel olsun…
Huzura vesile olsun, rikkate yol açsın, şevk versin, hakikate işaret etsin.
-Bir şey yap Doğru olsun…
İnsanları yalanın ve yanlışın bataklığına düşmekten korusun. Rüzgâra ve akıntıya kapılmasın; kırılsın lakin eğilip bükülmesin.
-Bir şey yap İyi olsun…
Hizmetten, hürmetten, merhametten müteşekkil olsun. Kalpleri yumuşatsın; garibin, yolcunun, zayıfın derdine derman olsun.
-Bir şey yap Adil olsun…
Haktan hukuktan ayrılmasın. Zalime haddini bildirsin, mazlumun payını versin.” (Hüzün ve Tesadüf)
Mustafa Kutlu, Mustafa Özel, İsmail Kara, İsmet Özel, 1966
Uzun Hikâye ile başlayıp Zafer Yahut Hiç ile biten 2000-2010 yılları ise Kutlu’nun dördüncü dönemini oluşturur. Bu dönemde yazar, uzun hikâyeye yönelir. Menekşeli Mektup’ta iki uzun, bir kısa hikâye mevcutken geri kalan bütün kitaplarda tek bir hikâye karşımıza çıkar.
“Yağmur hızlandı. Bahçeye dökülen yapraklar hışırdadı. Babamla ikimiz sessizce bekliyorduk. Herkes uykuda idi. Sadece uzaklarda kesik kesik yankılanan bir köpek havlaması. Derken kamyon kapıya dayandı. Eşyalarımızı karoserdeki brandanın altına yerleştirdik. Ben şoför mahalline çıktım. Babam Çerçi Abdullah’ın kapısını çaldı. Adam şaşkın, uzun beyaz donu, başında yün başlığı ile kapı aralığında gözüktü. Birkaç cümle konuştular. Babam galiba anahtarları falan teslim etti, helallik aldı. Kapı önünde sarmaşıp ayrıldılar. Ben o sıralar on altı yaşındaydım. Lise birde. Yüzümde sivilceler, saçlarım kirpi gibi. Şoför mahallinden ıssız sokaklara, bahçedeki elmaya, ıslanmış leylak dallarına bakıyorum. İçimden son bir kez gidip Celal’e sarılmak geçiyor; dişlerimi sıkıyorum. Neden sonra babam geldi. O da şoför mahalline geçti. Kamyon hırıltıyla kalktı yerinden. Geriye dönüp baktım. Son gördüğüm insan uzun beyaz donu, yün başlığı ile taşlığın ışığında bir hayalet gibi duran Çerçi Abdullah oldu. Nereye gidiyorduk?” (Uzun Hikaye)
Kutlu’nun beşinci dönemini ise Hayat Güzeldir ile başlayan ve İyiler Ölmez, Sevincini Bulmak, İlmihal Yahut Arzuhal, Fırtınayı Kucaklamak ile hem uzun hem kısa hikâyelerle kurduğu hikâye evreninde ilerlemeye devam eder.
“Hayatında ilk kez bir güvercin okşuyordu. Onu gören öteki de güvercinleri okşamaya başladı. Arada bir göz göze geliyor birbirlerine gülümsüyorlar. Yüzsüz güvercinleri aç sanmışlardı. Kalan simitlerini de doğradılar. Kuşlar yedikçe sanki onlar doyuyordu. Güvercinlerin parlak tüylerinden geçen sevgi ve merhamet en saf hali ile çocuk kalplerini doldurmuştu.” (Hayat Güzeldir)
Kutlu’nun sinemaya ilgisi, senaryo yazacak kadar profesyoneldir. 1973 yılında Metin Erksan ile birlikte Medine Müdafaası’nı senaryolaştırmak için uzun süre uğraşmışlardır. Lakin destek bulunamadığı için film çekilemez. TRT’den Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanının senaryosunu hazırlamaları için Ayşe Şasa ile Kutlu’ya teklifte bulunulur. 1987 yılında Halit Refiğ ile birlikte “Kurtar Beni” isimli filmin senaryosunu yazar. Kutlu, Galata Mevlevihanesi’ni gezdiği bir esnada oluşan “Müzedeki Şiir” isimli senaryosunu yazar; dönemin TRT Ankara Televizyonu Belgesel Yayınlar Müdürü Muhsin Mete’nin desteği ile çekilir.
Kutlu’nun sadece sinema değil, televizyona da ilgisi vardır. Kanal 7 televizyonuna fikir ve proje bazında katkıda bulunduğunu söyleyen Kutlu, Deniz Feneri programının da arka planındaki kişidir. Aynı zamanda İstanbul’daki tekkelerle ilgili olarak, araştırmacı-yazar Ekrem Işın ile birlikte yine Kanal 7 televizyonu için bir belgesel hazırlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın isteği üzerine çocuklara ve aileye yönelik “Yusufçuk” isimli bir dizi senaryosu yazar, TRT’de gösterilmek üzere sekiz bölüm halinde çekilir. Ömer Lütfi Akad ile birlikte Ömer Seyfettin’in “Yalnız Efe” hikâyesini senaryolaştırır. Ayrıca Kutlu’nun “Uzun Hikâye” isimli eseri 2012 yılında Osman Sınav yönetmenliğinde sinema filmi olarak çekilir.
1983 yılında yayınlanan Ya Tahammül Ya Sefer hikâyesi, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Hikâyecisi Ödülü’ne layık görülür. 1997 yılında Dergâh Dergisi’ndeki görevi nedeniyle “En İyi Dergi Yönetimi” ödülünü alır. 2016 yılında ise Kültür ve Turizm Bakanlığı, Necip Fazıl Saygı Ödülü’nü ve Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alır.
Kaynak
Mustafa Kutlu’nun Hikâyelerinde Temel İzlek Olarak Köy-Kent Meselesi, Sait Faik’in Hikaye Düyası, Mustafa Kutlu’nun Hikâyelerinde Tasavvufi Temalar, Toplumsal Değişme Bağlamında Mustafa Kutlu Beşlemesi, Mustafa Kutlu’nun Hikâyelerinde Modern Kentli İnsanın Bunalımı, Çınaraltı- Yıl:3, Sayı:8 Dosya: Mustafa Kutlu