Menu

Nazım Hikmet Sözleri: Nazım Hikmet’in Şiirlerinden En Güzel Alıntılar



Nazım Hikmet sözleri, Nazım Hikmet’in aşk sözleri, Nazım Hikmet’in müthiş şiirlerinden alıntılandı.

1. Bir Acayip Duygu

«Mürdüm eriği
                          çiçek açmıştır.
— ilkönce zerdali çiçek açar
                                mürdüm en sonra —

Sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
— fakat iyice ısınmadı daha —
çağlanın kabuğu
                yemyeşil tüylüdür
                                    henüz yumuşacık…
Bahtiyarız
          yaşayabildiğimiz için.
Herhalde çoktan öldürülmüştük
sen Londra’da olsaydın
ben Tobruk’ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut…

Sevgilim,
ellerini koy dizlerine
— bileklerin kalın ve beyaz —
sol avucunu çevir :
gün ışığı avucunun içindedir
                                             kayısı gibi…

Dünkü hava akınında ölenlerin
                                    yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte…

Sevgilim,
nar tanesinin rengine bayılırım
— nar tanesi, nur tanesi —
kavunda ıtrı severim
mayhoşluğu erikte 

 yağmurlu bir gün
yemişlerden ve senden uzak
— daha bir tek ağaç bahar açmadı
kar yağması ihtimali bile var —
Bursa cezaevinde
acayip bir duyguya kapılarak
ve kahredici bir öfke içinde
inadıma yazıyorum bunları,
kendime ve sevgili insanlarıma inat.

7.2.1941

Camilla Göbl-Wahl , Plums

Camilla Göbl-Wahl, Plums

2. Sebastian Bach’ın 1 Numaralı Do Minör Konçertosu

Sessiz gözyaşın ve gülümsemen gülüm,
hıçkırıkların ve kahkahan gülüm.
pırıl pırıl beyaz dişli kahkahanın tekrarı.

Güz sabahı üzüm bağında
sıra sıra, büklüm büklüm kütüklerin tekrarı
kütüklerde salkımların
salkımlarda tanelerin
tanelerde aydınlığın,
aydınlıkta yüreğimin.

Tekrardaki mucize gülüm,
Tekrarın tekrarsızlığı!

3. Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (Birinci Kısım – Birinci Bab)

Bir Genç Adama… Hakim Heraklit’e… Yıldızlara ve Aşka Dairdir…

Kadın
yakaladı genç adamı
elinden.
Genç adam
yakaladı kadını belinden.
Bir yumrukta kırdı camı.
Oturdular pencerenin içine.
Sarktı ayakları gecenin içine…
Işıklı bir deniz dibi gibi
başlarında, sağda, solda gece yanıyor.
Ayakları karanlık boşluklara sallanıyor..
Sallanıyor ayakları
sallanıyor ayakları…
……….. DUDAKLARI ……
Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım…
Mademki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeeev
sevebildiğin kadar…

Atanas Matsoureff

Atanas Matsoureff

4. Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri: 23 Eylül 1945

“O şimdi ne yapıyor,
                          şu anda, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
                                                      okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
– her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
                                                              sevgili, canımın içi ayaklar!… –
Ve ne düşünüyor
                        beni mi?
Yoksa
          ne bileyim
                   fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
                                 neden böyle bedbaht olduğunu mu?”

5. Salkım Söğüt

Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat…
Atları rüzgâr…
Atları…
At…

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!

Ağlama salkımsöğüt,
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama

Lynne Albright, Weeping Willow Tree and Water Lilies

Lynne Albright, Weeping Willow Tree and Water Lilies

6. Giden

Camların üstünde gece ve kar.
Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar –
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.
Ben dolaşıyorum…
Gece ve kar – pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı.
En sevdiği şarkı…
En sevdiği…
En……
Kardeşler, bakmayın gözlerime
ağlamak geliyor içimden…
Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar –
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde!..

7. Tarantu Babu’ya Beşinci Mektup

YAŞAMAK..

Ne acayip iştir ki okur gibi YAŞAMAK..
bu ne mene gidiştir ki TARANTA-BABU
bugün bu
“bu inanılmayacak kadar güzel”
bu anlatılamayacak kadar sevinçli şey:
böyle zor
bu kadar
dar
böyle kanlı
bu denlü kepaze…

Dennis Perrin, Solo Nymphea

Dennis Perrin, Solo Nymphea

8. Seyahat Notları

Yolda

Birinci Akşam

Tıkırdıyor tirenin
rayda tekerlekleri,
Yarı belime kadar uzandım pencereden,
suya girmiş gibi serinledim
Tiren sesiyle dolan havaları dinledim…

Havalar yaz denizleri gibi mavi
Yaz denizleri gibi serin…
Arkamızda kalan şehrin
çizgileri karışıyor birbirine,
renkleri siliniyor.
Batan bir gemi gibi ağır ağır iniyor
iniyor ağır ağır altına ufkun,
ufkun kızıl şeridinde gölgelenen Moskova…
Önümüz
arkamız
dört yanımız ova,
ova dümdüz
uçsuz bucaksız bir ova!!!

Bir baş uzandı omuzumdan pencereye
genç bir kadın başı.
Sırtımda sert ve sıcak teması geniş göğsünün,
çarpıyor gözlerime çırpınan ucu örtüsünün
kızıl bir kuş kanadı gibi.
İçimde aşık olmak arzusunun tadı var
taze mayhoş
bir yemiş
tadı gibi…

9. Ölçü

Sevdiğin müddetçe  
                      ve sevebildiğin kadar, 
sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe 
                      ve verebildiğin kadar gençsin.

1947

 

Scott Prior, Sunrise On The Lake

Scott Prior, Sunrise On The Lake

10. Severmişim Meğer

çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım

severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer

Alexander Samokhvalov, Blue Twilight,

Alexander Samokhvalov, Blue Twilight, 1960

11. Şeyh Bedrettin Destanı

Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak murted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.

Yağmur çiseliyor.
Serezin esnaf çarsısında,
bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kor.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarsısı kapatmış elleriyle yüzünü.

12. Vera’ya

Bir ağaç var içimde
fidesini getirmişim güneşten.
Salınır yaprakları ateş balıklar gibi
yemişleri kuşlar gibi ötüşür.

Yolcular füzelerden
çoktan indi içimdeki yıldıza.
Düşümde işittiğim dille konuşuyorlar,
komuta, böbürlenme, yalvarıp yakarma yok.

İçimde ak bir yol var.
Karıncalar buğday taneleriyle
bayram çığlıklarıyla kamyonlar gelir geçer
ama yasak, geçmez cenaze arabası.

İçimde mis kokulu
kızıl bir gül duruyor zaman.
Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş,
çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil.

15. 1. 1960, Kislovodsk


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir