Şiir, hikaye, roman, oyun, deneme, inceleme ve günceleriyle edebiyatın hemen her alanında eser vermiş olan Ahmet Necati Cumalı, Mustafa ve Fıtnat çiftinin altı çocuğunun en büyüğüdür. 13 Ocak 1921’de, bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Florina’da, Rum mahallesinin sonunda Müslüman mahallesinin girişinde, kalın biçilmiş ağaçtan aşı boyalı çift kanatlı kapısı ile bitişiğindeki çift kanatlı Rum evi yanında güzel duracak kadar uyumlu, gösterişli bir evde, büyükbabasının evinde doğar.
“Benim asıl adım Ahmet Necati Acar’dı. Babamın aldığı Acar soyadını yakıştıramadım şiirlerime. Edebiyatımızda Ahmet bolluğundan geçilmiyordu. Bir Ahmet daha olmak istemedim. Mahkeme kararıyla Necati’ye uyumlu gelen Cumalı soyadını aldım.”
Cumalı’nın hayatında ve sanatında özel bir yer tutan, ona okumayı sevdiren dedesi İbrahim Efendi, inançlı ve mücadeleci, gösterişi sevmeyen, otoriter biridir. Makedonya 1900 adlı kitabında babası Mustafa Cumalı’nın diliyle anlattığı Babam başlıklı hikaye, dedesi İbrahim Efendi’nin hikayesidir.
Makedonya 1900 kitabı
Yazarın çocukluk yıllarında evlerine her gün Yeni Asır ve Tan gazeteleri alınır. Bunlarda yayınlanan roman ve hikayeleri takip eder. Annesi yazarın hayatında önemli yer tutmaktadır. Fıtnat Hanım çocukları ile her zaman iyi anlaşan, iyi bir anne, eşi için eşsiz bir ev hanımıdır. Annesi ile ilgili olarak, günlüklerini kitap haline getirdiği Yeşil Bir At Sırtında adlı eserinde şunları söyler: “Çocukluk yıllarımda ağır ev işlerinden annemin beni parklara bahçelere götürecek vakti olmasa da, bir köşede arkadaşlık edecek dakikalar bulurduk.” Bir başka yerde de annesinden şöyle bahseder: “Yaşamım boyunca hayranlıkla, tutkuyla bağlıydım hep anneme. Yaşadıkça da hayranlıkla anacak, hatırlayacağım. Çok olumlu etkileri katkıları var kişiliğimde.”
“Babam şeydi, nasıl desem, babasına benzemezdi bir kere… Çapkın, kumarbaz, yakışıklı ve çok tatlı bir adamdı…”
“Ben Florina’dan üç yaşını doldurduktan sonra ayrıldım. 1924’te Urla’ya iskan edildik. Ben, göçmen çocuğuyum bu bakımdan. Bir göç yaşadım küçük yaşımda. Göç, perişanlık demek. Göç. Denk. Eşya. Göçmenlerin toplu halde bindirildiği bir vapur.”
Ara Güler’in objektifinden Necati Cumalı
Ortaokulu İzmir Erkek Muallim Mektebi’nde, liseyi ise İzmir Atatürk Lisesi’nde 1935 – 1938 yıllarında okur. Lisenin son sınıfında tanıştığı Hüseyin Batu, Cumalı’ya yeni ufuklar açar. Varlık, Yücel, Gündüz, Çığır gibi dergilerin adlarını ondan öğrendiğini belirten Cumalı, Dıranas’ı Tarancı’yı, Dağlarca’yı okur. Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in Garip anlayışı içinde yayınladıkları ilk şiirlere yakınlık duyar. Arkadaşı Hüseyin’in de desteklemesiyle, liseyi bitirdikten sonra şiirler yazmaya başlar. Yazdıklarını arkadaşına postalar. O dönem şiirlerini, “Sevdiğim şairlerin şiirlerine benziyordu” diye niteleyen şair, ilk şiirlerini yırtar. Necati Cumalı, liseyi bitirdikten sonra şiir üzerine yoğunlaşır.
Yeşil Bir At Sırtında adlı kitabında o döneme dair şunları yazar: “1938’de İstanbul Hukuk’a yazılmıştım. 1938 Eylül sonları ile 1939 Ocak’ı arası tam bir bunalım ayları oldu yaşamımda. Gerçekten aşık mıydım? Yoksa cinsel bunalımlar mı geçiriyordum? Sıkıntılı soluk alamaz biri olmuştum. Elime hangi dersi alsam bir sayfa okuyamıyordum. Sokaklara atıyordum kendimi. Bıraktım İstanbul’u, Ankara Hukuk’a aktardım kaydımı. İstanbul Hukuk dört yıl, Ankara üç yıldı. Şiir yapışmıştı yakama. Öğrencilikten ne kadar çabuk sıyrılsam o kadar iyiydi. Aşktan, İstanbul’dan kaçtım.”
Necati Cumalı, Sabahattin Ali, Orhan Veli, Azra Erhat, Nurullah Ataç, Bedri Rahmi
İlk şiirini 1939 yılında Urla Halkevi dergisi olan Ocak’ta yayınlayan şair, etkilenmelerle yazdığı bu şiiri yayınladığı için pişmanlık duyar. Yazarın bu şiirinden önce Ocak Dergisi’nin ilk sayısında Ümitlerimin Gemisi adıyla bir şiiri daha yayınlanır. Kayda değer ilk şiiri 1940’ta Varlık Dergisi’nde Netice adı ile yayınlanır. Yine o yıllarda Orhan Veli ile tanışan ve dostluk kuran Cumalı, Oktay Rifat, Tarancı ve Ataç’tan kendisini yüreklendiren şairler olarak söz eder.
Ümitlerimin Gemisi
Uzun direklerin ucuna
Uzak iklimleri çiziyor duman.
Beyaz köpüklü sular ardına,
Gömülüyor hatıralarıyle liman.
Gemim gidiyor, gidiyor
Hafif dumanında
Martılarıyle
Hukuk Fakültesi’ni 1941’de tamamlayan Cumalı yaklaşık bir yıl Ankara’da Toprak Mahsulleri Ofisi’nin Muhasebe bölümünde çalışır. 1943’te Garip akımının etkisinde olan Kızılçullu Yolu adlı şiir kitabını yayımlar. “Kızılçullu Yolu’nda topladığım ilk şiirlerimle, çocukluk anılarımdan başlayarak yaşamın beni etkileyen renklerini getirdim. Hıdrellez gezintileri, bayram yerleri, İzmir’in faytonları, avlusunda tavuklar, horozlar beslenen baba evi, sabahları erken uyanmanın sevinci, ilk aşk kırgınlıkları, gençliğin çabuk kapanan duygu yaraları, öğrencilik yıllarının yolculukları…”
Kızılçullu Yolu kitabı
Karım Ol
Karım ol!
Evimin içinde dolaş, şarkı söyle
Seninle dolsun odalarım
İşten döndüğüm vakit akşamları
Boynuma sarıl ceplerimi karıştır
Elinle bul hediyeni
Sevin bizi unuttuklarına
Kapımızın önünden geçenlerin.
Askerliği Çanakkale ve Ezine’de yedek subay olarak yapar. O yılları şöyle anlatır: “Yedek subaylık dönemim ikinci bir üniversite oldu yaşamımda. Ezine’de ilk işim bir posta kutusu kiralamak, ilk aylığımdan Adımlar, Yurt ve Dünya dergilerine abone olmak, Remzi Kitabevi’ne on kitaplık bir sipariş vermek oldu. Ezine’ye giderken tek kitap götürmemiştim. Ezine’den bir sandık, hepsini de okuduğum kitapla döndüm Urla’ya.” Askerden Harbe Gidenin Şarkıları adlı şiir kitabıyla döner.
Şarkılar
Ağladığını istemem ben ölürsem
Beni en sevdiğin halinle hatırla
Uzak bir yerde çalıştığımı düşün
Hayatta olduğuma inan
Bir gün gelir kendiliğinden
Geçer bütün üzüntün
Her yeni gelen günü
Yeni bir ümitle beklemeli
Her yeni gün
Yeni havalarla gelir
Gece, yağan yağmurla uyursun
Sabah bir de bakarsın odan güneşli
Her gelen vapuru, treni
Yeni bir ümitle beklemeli
Her gelen vapur, tren
Yeni insanlarla gelir
Ben esmerdim güzelim
Bu sefer sarışını seversin
Aşk yaşayanlar içindir.
Necati Cumalı, Abidin Dino, Oktay Rifat
1945 – 1948 arasında Ankara’da Cahit Sıtkı Tarancı ile bir ev kiralar ve Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde çalışır. Sonra yine bakanlığa bağlı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde Devlet Tiyatrosu Operası’nın Yayın İşleri’nde çalışmaya devam eder. Bu yıllarda edebiyatçılardan oluşan dost çevresi genişler, zenginleşir.
İlk hikayesi 1945 yılında Aysız Geceler adıyla Yücel Dergisi’nde yayınlanır. Varlık, Ülkü, Ankara gibi dergilerde şiirlerini yayınlayan Cumalı, Ulus Gazetesi’nde şiirle birlikte hikayelerini de yayınlar. 1949’da İzmir’de sahnelenen oyunu Boş Beşik ile dikkatleri üzerine çeker.
“İlk oyunum Boş Beşik’ti, folklorumuzdan yola çıkıyordum. Boş Beşik, her bakımdan ulus olma sürecinde kalemi eline alan bir yazarın yazacağı oyun. Boş Beşik türküsü, 20 dizelik bir halk balladıydı. Ballad, üç beş satırlık bir açıklamadan sonra bağlama eşliğinde çalınır söylenirdi. Bir anlamda, Eski Yunan’dan sonra Anadolu’da yaşayan halkın yarattığı bir söylenceydi. O boş görkemli tiyatroların beklediği bu diye düşünmüştüm: Geleneği sürdürmek.”
Hikayelerini Varlık, Seçilmiş Hikayeler, Yenilik, Yeditepe dergilerinde ve Dünya Gazetesi’nde yayınlayan Cumalı, şiirden arta kalan zamanını diğer türlerde eser yazmaya ayırır. 1956’da yayınladığı Değişik Gözle kitabıyla 1957’de Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanır.
“Değişik Gözle, benim kişiliğimi açıkça bulduğum dönemin öykülerini bir araya getirir. Pek erken gelmiş bir kitap sayılmaz. Sabırla, daha önce yazdığım ya da tasarladığım pek çok öyküyü yok ederek vardım o aşamaya.”
“Fakülte, odadan yirmi dakika sürerdi. Yolda giderken hep düşünürdüm: Ellerimin donmamasını eldivenlerime borçluyum. Sonra iki elimi birleştirir, soluğumun bütün sıcaklığını avuçlarımın içine hohlardım. Yün eldivenlerimin örgüleri arasından tatlı bir sıcaklığın, ta bileklerime, dirseklerime kadar yürüdüğünü duyardım… Arkasından soluğum yavaş yavaş buğulanır, eldivenlerimin üstünde çiğ tanecikleri gibi küçük, parlak damlacıklar belirirdi. Kış güneşi o küçük damlacıkların dünyasında, sanki ayna kırıklarına düşmüş gibi ışır dururdu. İçimi bir sevincin sardığını duyardım. Ah, bunda sevinecek ne var demeyin. İnsan on dokuz yaşında olduktan sonra sevinmesine sebep mi arar?” (Değişik Gözle – Bunlar Hep Anı Olacak)
1949’da Ankara’daki görevinden ayrılıp İzmir’e gider, avukatlık yapar (1950 – 1957). Siyasi görüşü iş yaşamını olumsuz etkiler. İzmir’de bulunduğu yıllarda, Güzel Aydınlık (1951), İmbatla Gelen (1955) ve Güneş Çizgisi (1957) adlı şiir kitaplarını ve Yalnız Kadın (1955) adlı hikaye kitabını birbiri ardına yayınlar.
Uzak Haziran
Uyanıp kış uykularından
Şubatla mart arasında
Eylülle ekim arasında
Yaz sularından kıyıya çıkan
İki adım arası bir zaman
Göz göze geldikse geçerken
Günlük güneşlik bir kaldırımdan
Aşktı uçup giden üstümüzden
Aşktı değip geçen yanımızdan
Aşktı görmedik bilmedikse
Kimbilir hangi eylül bir daha
Hangi uzak haziran
1956 yılında İzmir’de Ara Tiyatro’yu kurar ve yöneticiliğini üstlenir. Avukatlıkta öğreneceği bir şeyin kalmadığını belirten şair şöyle der: “Kalktım cebimde bir ay geçinebileceğim turist döviziyle Paris’e gittim. Altı ay karaborsadan döviz sağlayarak, borçlanarak yaşadıktan sonra, sevgili Munis Faik Ozansoy’un yardımıyla Basın Ataşeliği’nde küçük bir iş buldum. Bana öğrenci aylığı kadar para getiren bir iş: Radyo dinleme görevlisi.”
Ahmet Muhip Dıranas, Oktay Rifat, Necati Cumalı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil ve Ümit Yaşar Oğuzcan, Türkiye İş Bankası Altın Kumbara Çocuk Şiirleri jüri toplantısıdalar, 1974
1959’da Paris’ten hayatını edebiyat adamı olarak kazanmak kararıyla İstanbul’a döner. 1959’da ilk romanı ve aynı zamanda Tütün Üçlemesinin (Tütün Zamanı, Yağmurlarla Topraklar, Acı Tütün) ilki olan Tütün Zamanı Vatan Gazetesi’nde tefrika edilmeye başlanır. Bu üçlemenin her biri birbirinden ayrı birer roman özelliği taşısa da, konu ve mekan bakımından birbirini tamamlayıcıdır.
Tütün işçisi bir ailenin, tütünlerin hasat zamanı yaşadığı bireysel/ekonomik zorluklar ele alınırken, iki gencin arasında geçen bir aşk hikayesi merkezinde romanın kurgusu biçimlenir. Roman, 1971’de Zeliş adıyla yeniden yayımlanır.
“Urla gibi, dört yanı açık şehirlerin halkı da aksine, ta çocuklarından başlayarak denizle göğün uzaklarda bir çizgi halinde göründüğü yerden geçen gemilerin, baharda gelip güz başlarında dönen yaban ördeklerinin, turna sürülerinin, yükseklerde gide gide kaybolan bir bulutun çağırışını duya duya büyür; kuş gibi, bulut gibi hercai huylu, özgür olur, yüreklerinde en küçük bir baskıya yer vermezler.” (Tütün Zamanı)
Necati Cumalı hikayelerinde, bireyden hareketle toplumsal konuları, çevresinde duyduğu, gördüğü olayları gerçekçi bir üslup kullanarak okuyucuya aktarır. Bireysel ve toplumsal hikayeleri olmak üzere iki grupta incelenen yazar, hiçbir edebi topluluğa katılmaz. Eserlerinde her zaman, insanı, değerleri ön plana tutan Cumalı, canlı tasvirler yaparak akıcı bir dil kullanır, arada yazar kişiliğini de hatırlatmaktan geri durmaz. Sevgi, adalet, doğruluk kavramlarının yanında, özellikle Anadolu’daki kadın-erkek ilişkileri üzerinde durur. Cinsellik, aşk, öç, şiddet yazarın ele aldığı diğer konulardır.
İçinde 11 hikayenin yer aldığı Susuz Yaz, 1962 yılında yayımlanır. Tevrat’tan beri devam eden, su problemi ve kardeş çekememezliği için ilk başta Habil ile Kabil adını koyar. Daha sonra bu ismi Susuz Yaz olarak değiştirir. Necati Cumalı, Susuz Yaz ve Ay Büyürken Uyuyamam hikaye kitaplarını, Urla Hikayeleri diye adlandırıp birbirine akraba kitaplar olarak görür. Bu hikayelerde de yer alan olay ve kahramanlar, Necati Cumalı’nın kendi hayatında yer alan kişiler ve tanık olduğu hikayelerdir.
“Dördünün yan yana sıralanan bahçeleri, dizi aşan bir yeşillikle örtülüydü. Çoluk çocukları çardaklarının yöresinde dolanıyordu. Bahçelerinin, doğusundan geçen derenin altında, bir kurşun atımı ötede, İzmir-Seferihisar şosesine kadar uzanan topraklarına baktılar. Ovanın kuzeyinde birkaç parça bağ ile bağlarının yakınlarında serpiştirilmiş üç beş badem, ceviz ağacı vardı yeşil olarak. Gerisi bozdu, yanıktı, çırılçıplaktı… Susuzluk, doğudaki dağların eteklerinden iniyor, şoseyi geçtikten sonra bahçelerinin sınırlarına kadar gelip dayanıyordu.” (Susuz Yaz)
Susuz Yaz, Metin Erksan tarafından sinemaya uyarlanır. 1964 yılında Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü ile ilk uluslararası ödülü ülkemize kazandırır. Necati Cumalı, senaryolaştırılan eserlerinin gerçeğine sadık kalınmadığını ve değerini kaybettiğini düşünür. Susuz Yaz, 1968’de oyunlaştırılıp sahneye konur.
“Susuz Yaz’ı oyunlaştırırken yine Ege topraklarında kokusunu duyduğum destansı tiyatronun etkisindeydim. Oyuna prolog, final olarak koronun okuyacağı şiirler ekledim. Ara sahnelere şiirler, manilerle gelişen ikili konuşmalar kattım bu etkiyle.”
1962 tarihli Nalınlar adlı oyunu, İzmir’in ilçesi Urla dolaylarında geçer. Köy hayatını, gelenek ve görenekleri komedi tarzında eleştirir.
“Nalınlar, yazıldıktan sonra seyirci önüne çıkıncaya kadar iki yıl bekledi. Hangi tiyatroya versem oyunu sahnelenecek değerde bulmayarak geri çeviriyordu. Bu iki yıl içinde, önce bunun neresi komedi, gıdıklasan kimse gülmez diye İstanbul Şehir Tiyatroları, ardından kadrosuna uymadığı gerekçesiyle Haldun Dormen Tiyatrosu, ilk başvurumda bazı düzeltmeler isteyerek Devlet Tiyatroları, o küçük düzeltmeleri gerçekleştirmemden sonra “Bu oyun olmamış diyerek” yine Devlet Tiyatroları, bu arada Rahmetli Ulvi Uraz hep geri çevirdiler. Kent oyuncularına baş vurmak ise aklımdan geçmiyordu. 1962 yılında bir akşam saat dokuzda verdim oyunu, ertesi sabah dokuzda telefonla muştusunu aldım. Nalınlar hakkı olan özen, hakkı olan güçlü kadroyla sahnelendi, tiyatro seyircisi için bayram oldu.”
Necati Cumalı, 1960 yılında evlendiği Berin Teksoy’la, eşinin 1963 baharında Tel Aviv Tanıtma Ataşeliği’ne atanmasıyla Tel Aviv’e, 1964’te Paris Basın Ataşeliği’ne atanmasıyla da Paris’e gider. 1966’da Cumalı’nın yazdığı yazılar yüzünden eşi Berin Teksoy görevden alınır. İstanbul’a dönerler.
Şiire bir süre ara verip edebiyatın diğer alanlarında ürün vermeye devam eden Cumalı, şiirinde bir dönüşümün ifadesi olan, 1968 tarihli, olgunluk dönemindeki ilk yetkin eseri olan Yağmurlu Deniz’de 1960 – 1965 arası siyasal ortamının etkilerini yansıtan, toplumsal yönü ağır basan kavga şiirlerine yer verir. Kitap, 1969 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü alır.
Yağmurlu Deniz
Bırakın beni
Dışarda yağan yağmurlar alsın
Yanısıra yağan yağmurların
Kaldırımların dibinden dibinden
Mutludur denize doğru giden
O her gün oyuklarından yere iner
Yaprak yaprak merdiven bir ağacın
Biraz dudak boyar biraz taranır
Önünde içi yağmur dolu bir aynanın
Çıkar adımlarını yağmurlara bırakır
Açıklarda denizin üstünde yüzen
Yağmurlarlayım ben
Aşk yorgunu dinlenen
Bu tarihten sonra yazdıklarını Başaklar Gebe (1970), Ceylan Ağıdı (1974), Aç Güneş (Bütün Şiirleri, 1980), Tufandan Önce (Bütün Şiirleri, 1983), Aşklar Yalnızlıklar (Toplu Şiirleri, 1985), Kısmeti Kapalı Gençlik (Bütün Şiirleri, 1986) adlı kitaplarda toplar. Kısa mısra, açık, yalın bir dille şiirlerini yazan, “Anlaşılmaz da derinlik yoktur” diyen Cumalı, şiirde kendi sesi, tarzını sürdüren, sık sık değişen akımlara itibar etmeyen şairlerdendir.
Viran Dağlar kitabı
1994’te yayımlanan Viran Dağlar’ı 7 Mart 1974 tarihinde yazmaya karar verir. Yazarın çıkış noktası, daha önce yazdığı Uçanalı Zülfikar Beye Ağıt adlı şiirdir: “Roman 1949’da yazdığım Uçanalı Zülfikar Beye Ağıt’ta andığım Zülfikar Bey’in yaşamı üstüne. Romana yakışacak adı buldum: Viran Dağlar.”
Uçanalı Zülfikar Beye Ağıt
Sağlığında yüzüne gülenler
Sofrasında ekmeğini yiyenler
Uykusunda pusu kurdular
Zülfikar Beyi vurdular
Bu romanın kurgusu, gerçek olaylara ve kişilere dayanır. Romanın birinci derecedeki kişisi olan Zülfikar Bey, Cumalı’nın babasının dayısının oğludur. Şiirinde Uçanalı olarak geçen Zülfikar Bey’in, yazarın daha sonra yaşadığı yerleri gezip gördükten sonra, doğrusunun Goriçkalı olması gerektiğini düşünür. “Uçanalı yanlış oldu. Viran Dağlar’da düzelttim onu.” der.
Zülfikar Bey’in biyografisi özelliğini taşıyan romanın geri plandaki önemi, savaşın insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini edebi bir tür içerisinde akıcı bir anlatımla ifade etmesidir. Viran Dağlar, bireyden yola çıkarak yazılan toplumsal nitelikli bir romandır. Olaylar içinde seçilen mekan, yazarın doğduğu yer olan Florina ve genel olarak da Makedonya’dır. Cumalı, son romanı olan Viran Dağlar ile Orhan Kemal Roman Armağanı, Yunus Nadi Roman Ödülü, Dil Derneği’nin düzenlediği Ömer Asım Aksoy Ödülü’nü alır.
“Bir ay mı, bir yıl mı sonra bilmem, ama her ne günse yakında kıyamet kopacak! Bir savaş çıkacak, Rumlar ya da Bulgarlar bizim aramızda. O savaş çıkınca bu Mustafa Kemal Bey’in alayında vuruşmak isterim. Mustafa Kemal Bey’in yakınında. Ya onun olmazsa yanındaki o güzel arkadaşlarının.” (Viran Dağlar)
Romanları, yazarın kendi kişisel görüşlerini aktarması gibi teknik kusurlara rağmen, iyi kurulmuş, sağlam gözlemlere, gerçek hayatın dinamizmini taşıyan gerçekçi tasvirlere sahip, yerel renkliliği ve yerli unsurları içtenlik ve sadelikle yansıtmasıyla kendi insanımızı bulduğumuz gerçekten bizim olan romanlardır. Bu da Necati Cumalı’nın Türk roman tarihinde hak ettiği, önemli yeri alması için yeterli bir nedendir.
Necati Cumalı yazdığı şiir, hikaye, roman, denemelerinin yanı sıra, tiyatro oyunlarındaki verimliliğiyle çağdaş Türk tiyatrosunda önemli bir yere sahiptir. Oyunlarında da toplumsal yapıdaki eksiklikleri, aksaklıkları, insan ilişkilerinin trajik yanlarını işler. Necati Cumalı’nın bir edebiyat adamı olarak belki de en ilginç yönü tiyatro yazarlığıdır. Konularını yerli kaynaklardan alarak tamamen yerli unsurları kullanır. Tiyatromuzda yabancı oyunların egemenliği karşısında durarak ulusal tiyatromuzun gelişimine hizmet eder. Necati Cumalı’ya 2000 yılında, Tiyatro Yazarları Derneği tarafından Türk tiyatrosuna katkılarından dolayı Onur Ödülü verilir.
Dün Neredeydiniz adlı oyunuyla 1982 Kültür Bakanlığı Tiyatro Ödülü’nü kazanır. “Dün Neredeydiniz de mutluluklarımızı yakalamakta gecikmelerimizin hüznünü yansıtmaya çalıştım bazı çeşitlemelerle.”
Necati Cumalı, içindeki on bir hikayenin konularını çocukluk anılarından aldığı, Makedonya 1900 adlı hikaye kitabıyla 1979’da Sait Faik Hikaye Ödülü’ne layık görülür.
“Evimiz dere boyundaydı. Kış ayları, baharlarda, evin içinde, avluda dolaşırken dışarda akan derenin sesini duyardık. Kalın biçilmiş ağaçtan aşı boyalı çift kanatlı avlu kapısı açıldıkça, sokağın öbür yanında, derenin diz boyu yüksekliğindeki setini, iki kıyısında boy atan kavak ağaçlarını görürdük. Derenin tahta köprülerinden biri evimizin dört beş adım yukarısındaydı. Köprüyü geçince hemen karşıda mahallenin fırını, fırının az ötesinde de Kurşunlu Camisi vardı. Cami ile fırın yöresinde, çatılarının kararmış kiremitleri, tahta pancurlu, kafesli, içlerinde fesleğen, sardunya saksıları dizili küçük pencereleri ile bağdadi yapılı, kireçle badanalanmış Müslüman evleri sıralanırdı. Florina, Psoderi dağının eteklerinden inen derin bir koyağın ağzında, ovaya karıştığı yerde kalır. Dere, koyağın dibinden akar, iki yanında yayılan bağlar, mısır tarlaları, elma, armut, vişne bahçeleri arasında yatağını gittikçe genişletip derinleştirerek Florina’ya varır.” (Makedonya 1900 – Evimiz)
Yaralı Geyik oyunuyla, 1979 Muhsin Ertuğrul Armağanı’nı kazanır. Cumalı, oyunun başında parantez içinde yazılan: Bu oyun, Alageyik efsanesi olarak bilinen, aşağıda yazılı halk baladından esinlenmiştir cümlesi ve kaynak kişi gösterilmeden alınan üç dörtlükten kurulu halk baladı-öykülü türkü ile esere bilinçli olarak seçilen esin kaynaklarını bizzat ortaya koyar. Bununla yetinmeyen Cumalı, Oyunlarımızda Folklorun Yeri adlı yazısında oyunun dayandığı halk baladının öyküsünü yine kaynak kişi göstermeden kısaca şöyle özetler: “Üç kardeş geyik avına çıkarlar. Geyik, avcıları aldatır. Dağdan dağa sekerek kendi dağına çeker. Bir görünür bir kaybolur. Avcılar geyiğe erişmeye çalışırken, içlerinden biri uçuruma yuvarlanır, ölür.”
1984 Yeditepe Şiir Armağanı’nı alan Tufandan Önce adlı şiir kitabında, çağımız insanının kokuştuğunu, robotlaştığını, bireyin onca kalabalıkta yapayalnız kaldığını öfkeli bir şiir diliyle anlatır. Yalın ve açık bir dille kaleme aldığı şiirlerinde, yalnızlık ve doğa sevgisi, şiirlerinde göze çarpan temaların başında gelir.
İzmir
Bütün yorgunlukların ucu
Darala darala sokaklar
Küçüle küçüle evler
Yaşama sevincine çıkar
Denize inen yokuşlar
Gülüşlerle düğümlenir
İşyerlerinin izi
Dayanır kapılarına
Bütünleşir sofraları
Oturma odalarıyla
Ben o İzmir’i severim
Gün vurdukça sularına
Terli terli gülen izmir’i
Silemez hiçbir el ışığını o gözleri
Solduramaz ümidini
Ey emeğin kardeş İzmir’i
Yenilmez onurlu kenti
Güneşli günlerinle ‘kal …
Cumalı’nın eserlerinden yola çıkılarak yapılan filmlerden birkaçı ise şöyle sıralanabilir: Boş Beşik, Zeliş, Mine, Dul Bir Kadın ve Derya Gülü.
Mine kitabı
Yaşar Kemal’in Yaşlanmaz Şair çocuk diye bahsettiği Necati Cumalı, 10 Ocak 2001 tarihinde yakalandığı karaciğer kanserinden kurtulamayarak İstanbul’da hayata veda eder.
“Bir edebiyat adamının tüm yapıtları ana bir çizgi üzerinde oluşur. O edebiyat adamı temelde şairse, şiirin dışında öbür türlerde yazacaklarının içeriğini, biçim düzeyini şairlik düzeyi belirler. Fizik ya da geometri yasalarıyla oluşur adeta bu belirginlik. O şair üslûp sahibi, kişilik sahibi bir edebiyat adamı ise yazdığı denemeler, oyunlar, öyküler ile romanlarda da koruyacaktır kişiliğini. Çeviriler yaparsa, Türkçeleştirdiği şiirlerin düzeyini kendi şiirleri düzeyine çıkaracaktır. Bunun aksi de doğrudur. Başarılı, kişilikli bir şair değilse, yabancı dillerin en büyük şairlerini dilimize çevirirken kendi şairlik düzeyine indirecektir. Yine bu anahtarla şöyle bir gerçeğin kapısını açabilirsiniz. Edebiyat adamının değişik türlerde ürettikleri, ortak bir çizgiye ulaşamıyor, değişik kişiliklere bölünüyorsa, o edebiyat adamının dışında aramak gerekir bu olayın nedenlerini. Genellikle değişik kaynaklardan gelen etkilenmeler yönlendirir bu uyumsuzluğu. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Geriye dönüp bütün yazdıklarımın hesabını çıkarırken görüyorum ki güdümlü bir edebiyatçıyım ben. Güdümlü, hani şu kör kör parmağım gözüne dedikleri güdümlülerden değil! Doğruyu ben bilirim, beni izleyin diyenlerden de değil! Ulus olma inancı yönlendirir benim neredeyse tüm yazdıklarımı.”
Kaynak
Necati Cumalı’nın Hikaye ve Romanlarında Yapı ve Tema, Necati Cumalı Şiirler, Necati Cumalı, Necati Cumalı’nın Eserlerinde İzmir ve Çevresi, Necati Cumalı Bölümü, ALAGEYİK’TEN YARALI GEYİK’E METİNSEL-AŞKINLIK (TRANSTEXTUALITÉ) İLİŞKİLERİ