1906 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Nurullah Berk, Nişantaşı ve Galatasaray Lisesi’nde okuduktan sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girer. 1920-1924 yıllarında Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde çalışan sanatçı, daha sonra Fransa’da Ernst Laurens atölyesinde çalışmalarına devam eder.
1928’de yurda döndüğünde Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’ne katılır. 1932 yılında tekrar Paris’e giden Berk, bu kez Andre Lhote ve Fernand Léger atölyelerine devam eder.
Nurullah Berk, 1933’te Türk resim sanatının Avrupa sanat akımlarının gerisinde kaldığına inanan beş sanatçı arkadaşıyla beraber D Grubu’nu kurar. Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Cemal Tollu, Elif Naci, Abidin Dino, Eşref Üren ve heykeltıraş Zühtü Müridoğlu’ndan ibaret olan grubun sözcülüğünü Nurullah Berk ve Fikret Adil yapar. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Sanayi-i Nefise Birliği ve Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği’nden sonra kurulan dördüncü birlik olması nedeniyle alfabenin dördüncü harfini isim olarak seçerler.
İskambil Kağıtlı Natürmort, 1933
Nurullah Berk, Léger ve Lhote’nin etkileri ile kübist-inşacı sanat anlayışının en tipik örneklerini bu dönemde verir. D Grubu’nun ilk yıllarında yaptığı bu resimde, mavi tonlarda boyanmış zemin üstüne kavuniçi, sarı ve yeşilin tonlarıyla beyazı kullanmış. Masa üstünü ya da masa örtüsünü simgeleyen, sözü edilen renklerde boyanmış yarım dairelerin arasına, masadaki sürahi, meyve tabağı ve benzeri öğeleri simgeleyen çeşitli dörtgen ve geometrik biçimler yerleştirmiştir. Tabloya adını veren ve büyük olasılıkla biçimlerinden dolayı seçilen iskambil kağıtları bu parçaların arasına serpiştirilmiş. Tümüyle geometrik biçimlere dönüştürülmüş, kübist bir kompozisyon oluşturan bu öğelerin her biri, birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış.
Portre
İlk dönem resimleri bir yana bırakıldığında Berk’in çalışmalarını kübist olarak nitelemek zorlaşır. Nurullah Berk’in iç yapılarında biçimlendirme, bütünlük göstermeyen geometrik parçalara ayrılmakla birlikte, gerçekçi olma çabasını da sağlam desen kaygısı ile öne çıkarmaya çalışan resimleri, konstrüktivist-kübist ve geometrik soyutlayıcı etkileri birleştirir. Bu portre çalışmasında masada, masanın üstündeki bardakta, bambu sandalyede ve arka planda belirgin olan kübist yaklaşım, figürün kollarında ve ellerinde konstrüktüvist bir nitelik kazanır. Özellikle figürün yüzü, resmin diğer yanları ile anlatım açısından uyumsuzdur. Portrede alın kırışıklıkları ve dekoratif parçalı saçlar olmasa, bu resmin içine yerleştirmek çok zordur. Renk seçimi kübistleri çağrıştırmakla birlikte, nesne renk ilgisi kübist değildir. Sonuçta resim, dekoratif geometrik bir yapıda karar kılmaktadır. Biçimsel değişikliklere uğratarak algıda zorlayıcı bir nesne haline getirdiği çay bardağını tam olarak ele almış olsa dahi, çalışmanın en kenarına dayaması, bulunduğu mekan itibariyle figürün baktığı yönde bir devamlılığın olduğu izlenimini uyandırır. Üst ve alt konumlarında da anlaşılacağı üzere, figürün uzuvlarının bazı kısımlarının çalışmaya alınmaması da dikkati çeker.
Figürlü Kompozisyon, 1950
Akademi Resim Bölüm Başkanı Léopold Lévy’nin isteği üzerine 1939 yılında Akademi kadrosuna katılır. 1944 yılında ise Münevver Andaç ile evlenir. Bu evliliğinden Renan (Genim) adlı kızı dünyaya gelir. Ancak 1949 yılında Münevver Hanım, Bursa Cezaevi’nde yatan halasının oğlu Nazım Hikmet’e aşık olunca ayrılırlar.
Ütü Yapan Kadın, 1950
Ütü Yapan Kadın, döneminin en başarılı yapıtlarından biri olarak değerlendirmektedir. Resim, o yıllarda toplumun ekonomik ve sosyal yapısındaki değişmeyle de örtüşmektedir. Boyamalardaki sadelik, hacimsel değerlere yer vermeyiş, figürleri geometrik parçalar ile çözümlediği bu çalışmasında Berk, geleneksel sanatlara ait süsleme unsurlarını da kullanmaktadır. Bu süsleme unsurlarının, halk içinden sıradan insanların çevresini sardığı kaligrafik yaşam alanına dönüşerek, arabesk bir hal aldığı görülmektedir. Çalışmalarındaki önemli bir diğer nokta ise resmin temelinde yatan geometrik kurgudur. Figürlere ait yüz ve ellerdeki ayrıntılar kaldırıldığında yüzeyin dik, yatay ve diyagonal hareketlerle parçalanmasıyla, bir inşa havası elde edilmek istendiği anlaşılmaktadır.
Nargile İçen Adam, 1957
Nargile İçen Adam, 1958
İkinci Nargile İçen Adam çalışmasında resim, ilk bakışta kübist parçalanmalarıyla ve kalın siyah konturlarıyla dikkat çeker. Batıdaki kübizm anlayışı yoktur bu resimde. Biçimsel olarak yararlandığı bu akım, burada farklı bir ifadeye kavuşmuştur. Konturların arası pürüzsüz ve arı bir şekilde boyanmıştır. Sıcak ve soğuğun dengeli bir uyumunun göze çaptığı resimde Berk, yerel motifleri kübizme uygulamış, böylece değişik bir doğu batı sentezi oluşturmuştur.
Penceredeki Adam, 1959
Berk, 1965 sonrası yeni bir arayışa geçecek ve tuvallerini salt motifler saracaktır. Yaşamının sonuna kadar arayışlarını devam ettiren sanatçı, kısaca geometrik-figüratif anlayışı geleneksel motiflerle birleştirerek özgün bir dil oluşturur. Zaten en başarılı çalışmaları 1960 sonrası yaptıklarıdır. Resimlerinde oturmuş bir biçem göze çarpar. Minyatürlerle ve hatlarla kurduğu ilişki ona özgün bir kimlik sağlar. Dekoratif öğelerin çok kullanıldığı bu çalışmalarda en çarpıcı yan, figürlerdeki ifade değişkenliğidir. Figüratif bir resmi inatla sürdürmesine karşın, figürler iki tip anlatım içinde sergilenirler. Yüzlerde, minyatüre benzeyen tiplemelerin yanında, kollar ve ellerde kübist bir yapı gözlenir. Renkler konturların arasında düz yüzeyler oluşturur. Minyatürlerle kübizm arasındaki ikilem açıkça izlenir.
Padişah
Berk’in, Padişah isimli bu resmi yalnız konusu değil, biçimi itibariyle de geleneksel Türk minyatürlerinden etkilenilerek yapılmıştır. Nurullah Berk, tıpkı Henri Matisse gibi minyatür ve hat sanatından etkilenmiş, bu etkilenme sonucu, estetik anlayışını bu temel üzerinde geliştirmiştir.
Çömlekçi, 1967
Bu resimde, kübizmi hatırlatan parçalanmaları figür dışındaki nesnelerde görürüz. Figürde gördüğümüz parçalanma ise figürü bozmayacak şekilde yapılmış. Bu eserde Berk, yine Türk motiflerini doğru açıdan ele almasıyla birlikte çömlek yapmakta usta olan bir başka sanatçıyı da resmederek, bir anlamda kültür ve geleneğimizin başka bir değerini gelecek kuşaklara taşımayı amaçlamıştır. Nurullah Berk, bundan önceki eserlerine göre daha fazla kübist parçalamalara girerek, resminde yine keskin alanlar yaratmıştır. Mekan içinde yeşil ve tonlarını hakim kılmıştır. Figürün arkasında yeşilin başka bir koyu tonunu kullanarak bir derinlik sağlanmıştır.
Portre, 1969
Sandal Sefası, 1971
Gergef İşleyen Kız, 1974
Surlar, 1975
Ütü Yapan Kadın, 1977
Bu resimde konturlar yine değişmeyen bir unsur olarak yer almış. Biçimler öteki resimlerde olduğu gibi çok parçalı değildir. Parçalanmalar formu bozmayacak şekilde yer yer kontur kullanmadan renkler ve tonlarla yapılmıştır. Önceki resimlerinde merkezi olan kompozisyon burada değişmiş, figür bu sefer resmin ortasında değil sol tarafında yer almıştır. Nurullah Berk, Ütücü Kadın, Gergef İşleyen Kız, Nargile İçen Adam resimlerinin farklı varyasyonlarını yapmıştır.
1977
Deve Dikenleri, 1977
Turan Erol şöyle diyor: “Nurullah Berk sonsuza dek sürecekmiş izlenimi uyandıran bir arayış içinde, o dingin, fırtınalı denizler ortasında bile durağan kadınlarını, adamlarını, bulutlarını, baloncularını, deve dikenlerini düz ve eğri çizgilerin projeksiyonunda yineler durur. Nurullah Berk’in resim dünyası pıtraklı, ürkünç, bitkilerin, nesnelerin itici, bazen ürkünç havasına bürünmeye başlarsa da bütün bu tablolarda doğanın ve insanın değil, salt eğri ve düz çizgilerin düzenli ilişkileri yaşar, yaşama hakkı bulur.”
Dalgalar, 1967
Soyut, 1978
Bu iki çalışmasında, soyuta yaklaşan eğilim net bir şekilde hissedilir. Ancak soyut kompozisyonlarında ısrarcı olmamış, bir süre sonra da yarı gerçekçi bir yaklaşımın sezildiği, kadın figürlerinin işlendiği resimlere yönelir. Özellikle de yöresel motifleri resimlerine konu olarak seçmeye başlar. Nurullah Berk kadınları, erkekleri, çocukları, bulutları ve portreleri dingin, kişilikli ve sakin anlatımlı fırçası ile yaşam gerçeklerinden uzaklaşmadan resmetmiştir.
Kahve, 1978
Sanatçı üslubu ile Akademi hocalığı sırasında öğrencilerinde derin etkiler yaratır. Öyle ki, bu etki Nurullah Berk Atölyesi’nde çalışan gençlerin Dokuzlar adını alan bu grup kurmasına neden olur. Dokuzlar Grubu, 1945-1950 yılları arasında dört sergi açar. Grup daha sonraki yıllarda dağılır ve etkinliklerine bireysel olarak devam eder.
Örgü Ören Kadın, 1981
Naime Sultan, 1981
Türk sanatının yapılanma sürecinde Berk, öğrencilerine yalnızca resimsel dil açısından örnek olmaz. Sanatçı, gazetelere ve dergilere yazdığı sanat yazıları ve kitaplarıyla da onların bakış açılarına geniş bir perspektif sunar. Berk, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki Sanat ve Hayat başlıklı köşesi, Vatan Gazetesi, Tasvir ve Yeni İstanbul gazetelerine yazdığı sergi haberleri, eleştiri yazıları ve sanat dergilerindeki tartışmaları ile uzun yıllar yayın hayatında da etkili olur. Yayın hayatı yanında 1946 yılında Paris’te Cernuschi Müzesi’nde Bugünün Türk Resmi, Dünün Türkiye’si isimli bir sergi düzenler. 1953 yılında Profesör Dr. Suut Kemal Yetkin ile AICA’nın (Resim, Heykel, Mimarlık Uluslararası Sanat Eleştiricileri Derneği) Türkiye Ulusal Komitesi’ni kurar ve 1954’te AICA’nın yıllık kongresinin İstanbul’da düzenlenmesini sağlar.
Uyuyan Güzel
“Aşırma, kopya, Batı’yı adım adım izleme, aktarma hep montaj sanatının kollarıdır. Üstünlük kompleksleri içinde kıratlarına razı gelmeyen sanatçılar, kendi ruhlarına razı gelmeyen sanatçılar, kendi ruhlarını ve düşünüşlerini yapıtlarında gösteremeyince, kurtuluşu Batı taklitçiliğinde bulurlar. Yutturmaca. Haydi, dedim o konuşmada, bizden önceki kuşaklar yeni yeni alışıyorlardı Batı sanat anlayışına tekniklerine. Bu yüzden aktarıyor, izliyorlardı Avrupa’da yapılanları. Ya bize, biz olgunlara, siz gençlere ne oluyor? Daha alışamadık mı? Kafamız mı bomboş? Yaratma gücümüz mü sıfır. Kendimize has bir düşünüşümüz, bir duyuşumuz mu yok? Kölesi miyiz Frenkler’inki ne yapıyorlarsa izliyor, maymun gibi tıpkısını yapmaktan haz duyuyoruz? Diyorlar ki: “Peki efendim ne yapalım? Milli sanat mı yapalım? Batı’ya bakmayalım da kilim motifi, çorap, çevre mi aktaralım?” Hayır efendim diyorum, ne Batı kopyacılığı, ne de çorap, çevre motifi. Kendimiz olalım. İçtenlikle, alçak gönüllükle kendimiz olalım. Gerçek büyüklüğe ve haslığa o zaman erişiriz.” (Plastik Sanatın Yankıları, Varlık Dergisi, S. 752, Mayıs 1970)
Odalık, 1981
Kadın
Nurullah Berk, sözkonusu çalışmalarını çıkarmış olduğu kitaplarıyla da destekler. Sanatçının çalışmalarının ana ekseni, Türk sanatının yöneldiği Batı dünyası karşısında kimliksel yapının korunması ve Türk sanatının bir varlık olarak Batıda kendine yer edinmesi düşüncesi olmuştur. Leonardo da Vinci (1932), Modern Sanat (1934), Türk Heykeltıraşlığı (1937), Sanat Konuşmaları (1943), Türkiye’de Resim (1943) isimli eserlerinde de bu düşünce açıkça görülür. Nurullah Berk, 1982 yılında İstanbul’da yaşama veda eder.
Kaynak
Lebriz Sanal Dergi, Nurullah Berk ve Kübizm, Geleneksel Türk Sanatlarımızdan Tezhip, Hat ve Minyatürün Çağdaş Türk Resmine Yansıması, Çağdaş Türk Resminde Soyut ve Soyutlama Yaklaşımları Bağlamında Yapı Ve İçerik Sorunları, D Grubu Sanatçılarının Türk Resim Sanatının Gelişim Sürecine Kazandırdıkları Farklı Bakış Açıları, D Grubu Ressamlarının Türk Resim Sanatının Gelişimine Olan Katkıları