Menu

René Descartes Hayatı ve Eserleri



Matematikçi, bilim adamı, filozof René Descartes, 31 Mart 1596’da Fransa’da küçük bir şehir olan La Haye’de doğar. René, ailenin dördüncü çocuğudur ve annesi ertesi yıl doğum sırasında ölür. Hakim olan babası kısa bir süre sonra tekrar evlenir ve René büyükannesinin evinde büyür.

En çok bağlandığı, sevdiği kişi dadısıdır, ölene kadar ona maaş ödemeye devam eder. Descartes hastalıklı yapısının da etkisiyle yalnız bir çocukluk geçirir. On yaşındayken yatılı olarak Cizvit Koleji’ne yollanır.

Sébastien Bourdon, Presumed Portrait of René Descartes

Sébastien Bourdon, Presumed Portrait of René Descartes

Descartes’ın okulda herkesten daha çok şey öğrendiği açıktı ve görünüşe göre sağlığı (hayatı boyunca süren hastalık hastalığı dışında) tamamen düzelir. Ancak öğrendiklerinin çoğu saçma gelir. Matematik dışında öğrendiği hiçbir şeyin kesinliği yokmuş gibi gelir. Bildiği diğer biricik kesinlik ise Tanrı’dır.

Babası, Descartes’ı on sekiz yaşında iken Poitiers Üniversitesi’ne hukuk eğitimi almaya yollar. İki yıl okur, ama bırakır. Bu dönemde, ninesinden kalan miras ile yaşamasına yetecek kadar bir gelir elde eder. Böylece düşüncelerinin peşine düşmek için Paris’e gider, ancak iki yıl sonra oradan da sıkılır. Paris’te kimsenin ziyaret etmediği bir adrese taşınır ve inzivaya çekilir. Bu Descartes’ın hayatının geri kalanı boyunca seçeceği hayat tarzı olacaktır. Kendini ailesine hiçbir zaman yakın hissetmediği için onlarla yaşama isteği de olmaz, huzursuz ve yalnızdır.

Sheila Terry, René Descartes and Isaac Beeckman

Sheila Terry, René Descartes and Isaac Beeckman

1618’de Hollanda’ya gider ve Orange Prensi’nin ordusuna maaş almayan bir subay olarak katılır. Bu dönemde Descartes tek kelime Felemenkçe konuşamaz. Bir süre sonra ordu hayatından da sıkılır. Bir gün gezinirken duvarda gördüğü ilanda, bir matematik problemi vardır, ancak dil bilmediği için açıklamaları pek anlamaz, yanındaki Hollandalı’dan yardım ister. Hollandalı, bu problemi çözüp kendisine getirmesi halinde tercüme edeceğini söyler. Ertesi gün Hollandalı şaşırır, Descartes problemi az bulunur zekice bir yöntemle çözmüştür. Descartes, Hollandalı ünlü filozof ve matematikçi Isaac Beeckman ile işte böyle karşılaşır. Descartes’ın matematik ve felsefeye yönelmesinde etkisi çok büyüktür. Sonraki yirmi yıl boyunca (anlaşamadıkları kısa süre dışında) sık sık mektuplaşan iki yakın arkadaş olarak kalırlar.

Descartes, bu yıllarda müziğin bir matematiksel sistem olduğunun farkına varır ve müziğin teorisiyle ilgilenir. 1618 tarihli ilk eseri Musicae Compendium’da (Müziğin Özeti) müziğin matematikle ilişkisinin yanı sıra, psikolojik ve fiziksel olaylar arasındaki ilişkilere de değinir. Isaac Beeckman’a ithaf ettiği, “Müziğin konusu sestir, amacı hoşa gitmek ve bizde çeşitli tutkular uyandırmaktır” diye başlayan bu incelemenin bugün için büyük bir önemi yoktur. Eseri ölümünden sonra yayımlanır.

descartes

Hollanda ordusunda bir yıl kadar kalır ve Almanya ve Baltık Denizi bölgesinde bir yaz turuna çıkar. Bir kez daha ordu hayatını dener ve Bavyera Maksimilyen Dükü’nün ordusunun, kış mevsimini geçirmek için kamp kurduğu Güney Almanya’ya gider. Herhangi bir çarpışmaya girmediği düşünülür; kendisi askeri yaşamı büyük bir tembellik ve derbederlik olarak görür. Kışın sert olduğu Güney Alman kenti Ulm yakınlarında, 1619 yılının 10 Kasım’ını 11’ine bağlayan gece, sıcak bir odada, daha sonra yaşamında dönüm noktası sayacağı düşünü görür.

Bu rüyaların ilkinde vahşi bir rüzgarca havalandırılan Descartes, kolej (La Fleche) kilisesinin kapısına doğru sürüklenir, ancak kapıdan içeri girmeden uyanır, ikincisinde ise çakan şimşekler ve ona ulaşan yıldırımlar vardır, üçüncüsünde ondan iki kitaptan birini seçmesi istenir, kitaplardan biri tüm bilimleri basitçe bir araya getiren bir sözlük, diğeri felsefe ile gerçek bilgeliği bünyesinde toplayan bir Corpus Poetarum’dur (Şairler Antolojisi). Bu rüyalar, Descartes üzerinde derin bir etki bırakır, bunun ilahi bir ikaz olduğunu düşünür.

queen kristina and descartes

Nils Forsberg after Pierre Louis Dumesnil, René Descartes in conversation with Sweden’s Queen Kristina, 1884

Bu tarihten sonra, yedi yıl boyunca Avrupa’da amaçsızca gezindiğini öğrenmemiz oldukça şaşırtıcı. Descartes’ın bu yedi yıllık, kendi deyimiyle aylak hayat dönemi hakkında çok az kesin bilgiye sahibiz. Macar Kraliyet ordusuna katılır, ordudan ayrıldıktan sonra, Fransa, İtalya, Almanya ve Polonya boyunca gezer. 1623’te annesinden ona kalan mülkü satıp ve geçimini güvence altına alacak düzenlemeler yapar. Bu yolculuğu sırasında ailesini ziyaret ettiği düşünülebilir, ama o ailesine hep uzaktır, babasını ölüm döşeğindeyken bile görmez.

Pierre Louis Dumesnil, Dispute of Queen Cristina Vasa and René Descartes, 1884

Pierre Louis Dumesnil, Dispute of Queen Cristina Vasa and René Descartes, 1884

1628’de inzivaya çekilip kendisini tamamen düşüncelerine vermek için Fransa’nın güneyine yerleşti. Ne yazık ki Parisli dostları onu ziyaret etmeye devam ettiler. Bu yüzden Descartes daha da uzağa gidip tam bir soyutlanma içinde yaşamak için ölümünden önceki yıla kadar, arada yaptığı seyahatleri dışında 1649 yılına kadar kalacağı Hollanda’ya yerleşir. Ama yerleşmek Descartes söz konusu olduğunda çok göreceli bir kavram. Hollanda’daki ilk on beş yılı boyunca en az on sekiz ev değiştirdiği bilinir.

Frans Hals, Portrait of René Descartes

Frans Hals, Portrait of René Descartes

Descartes, Anlığın Yönetimi İçin Kurallar (Regulae Ad Directionem Ingenii) isimli eserini 1629-30 yılları arasında Hollanda’da kağıda geçirir. Ama genel kanı notlarına 1619’da yirmi üç yaşında iken başladığı ve on yıl boyunca konularını işlediği yolundadır. Çalışması, Descartes’ın başlangıçtaki tasarına göre 36 kuraldan oluşacak ve bunlar on ikişerli üç kesim altında düzenlenecekti. Ama çalışma 21. kuralda sonlanır ve son üçü açıklanmadan bırakılır.

“İnsanlar ne zaman iki şey arasında bir benzerlik fark etseler, ikisinden birinde doğru buldukları şeyi, bu iki şeyin farklı noktalarına dahi aynı şekilde uygulama alışkanlığındadır. Bu nedenle de hatalı bir biçimde yalnızca zihinsel çalışmaya dayanan bilimleri, bedenin belli bir kullanımını ve yatkınlığını gerektiren sanatlarla kıyaslarlar. Bir insanın tüm sanatları birden öğrenemeyeceğini, ama kendisini bu sanatlardan biriyle sınırlayan birinin kolaylıkla iyi bir icracı olduğunu görürler. Aynı ellerin hem toprağı işlemesi hem lir çalması ya da tek başına birinin farklı uğraşlara aynı oranda kendini vermesi aynı oranda kolay olmayacağı için, bunun bilimlerde de böyle olduğunu düşünürler.” (Anlığın Yönetimi İçin Kurallar)

Yöntem Üzerine Konuşma (Discours de la Méthode) adlı kitabı 1637’de çıkar, filozofun yaşarken basılan ilk yapıtıdır. Kitap, bir cogito ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım) manifestosudur. Descartes şüphecilere karşıt entelektüel mücadelesi sırasında, meşhur cogito ergo sum veya ego cogito ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım) formülleştirmesine ulaşır. Kitabında, en basit geometrik kanıtlarda bile hata yapan insanlarla karşılaştığını, bunun üzerine kendisinin de başkaları gibi yanlış yapma ihtimalinin bulunduğunu ve dolayısıyla eskiden kesin diye kabul ettiği kanıt ve argümanların tümünü şimdi yanlış ve geçersiz diye reddettiğini belirtir.

yontem uzerine konusma

“Akıl, dünyada en iyi paylaştırılan şeydir. Çünkü herkes onunla öylesine iyi donatılı olduğunu düşünür ki, tüm başka şeylerde hoşnut edilmeleri çok güç olanlar bile genellikle ondan şimdiden ellerinde bulunandan daha çoğunu istemezler. Bunda tümünün aldanması olası değildir; tersine bu sağlam yargıda bulunma ve doğruyu yanlıştan ayırt etme gücünün – ki sözcüğün asıl anlamıyla akıl ya da sağduyu denilen şey budur – tüm insanlarda doğal olarak eşit olduğuna böylece görüşlerimizin türlülüğünün kimi insanların başkalarından daha ussal olmalarından değil, ama yalnızca düşüncelerimizi değişik yollara yöneltmemiz ve aynı şeyleri irdelemiyor olmamız olgusundan geldiğine tanıklık eder.” (Yöntem Üzerine Konuşma)

1635’te birlikte yaşadığı Hollandalı hizmetçisi Helena’den Francine adını verdiği bir kızı olur. Ancak, onu nüfusuna geçirir. Francine beş yaşında kızıl hastalığına yakalanıp ölür. Kızının ölümüne çok üzüldüğüne değinen çok sayıda belge söz konusu. Helena’yı desteklemeyi sürdürür, hatta kızının ölümünden yaklaşık on yıl kadar sonra evlenen Helena’ya yüklü bir çeyiz parası verir. 1642’de ateizm ile suçlanır, Utrecht yerel yetkilileri tarafından mahkum edilir, 1643’te bir kez daha mahkum edilir.

Jan Baptist Weenix, Portrait of René Descartes, 1647-49

Jan Baptist Weenix, Portrait of René Descartes, 1647-49

Descartes felsefesine baktığımızda o, felsefeyi bir ağaca benzetir: Kökleri metafizik, gövdesi fizik, gövdeden çıkan dallar da öteki bilimlerdir. Descartes bunları da genel olarak üç başlık altında toplar: Hekimlik, teknik ve ahlak. Descartes, felsefesinin temeline metafiziği yerleştirmiş ve bunun üzerine de sistemini inşa etmiştir. Bunun nedeni, Descartes felsefede bir dönüşüme taliptir ki bu da metafizik bir temeli gerektirir. Metafiziği üç bölümden oluşur: Metodik şüphe, Cogito ergo sum ve Tanrı düşüncesi.

Descartes’ın kuşkuya dair düşünceleri, bir yöntem olarak kuşkuyu felsefenin en başına yerleştirmesidir. Filozofun kuşkuyu temel alan yaklaşımı kendisinden sonra gelen düşünürleri derinden etkilemiş, felsefenin bir tür sorgulama etkinliği olduğunu hatırlatmıştır. Bu vesileyle kuşku, bilginin öncüsü olarak kabul edilecek bir kılavuz olarak karşımızda durur. Kuşkudan bilgiye geçiş, Descartes için kaçınılmaz bir son gibi görünür, çünkü bilgiye geçemeyen bir kuşku, sonunda ontolojik bir inkarı beraberinde getirecektir.

Descartes felsefesinin temelindeki sorun, değişenle, akıp gidenle değişmez olanın karşıtlığıdır. Buna göre ruhsal olanla maddesel olanı birbirinden ayırmak gerekir. Ruhsal olan ya da tanrısal olan kalıcıyı, mekanik bir düzende varolan maddesel şeyler de geçiciyi belirler.

descartes

Descartes’ın bir başka önemli kitabı Meditasyonlar (Meditationes) ilk olarak 1641’de yayımlanır. Eserin gerek önsözünde gerekse I. Meditasyon bölümünde belirtmiş olduğu üzere, hayatı pek çok yanlış kanı üzerinde kurduğundan kuşkulanmaktaydı. Bu yüzden, Descartes insanların doğru bilgiye ulaşmaları için zihinlerini gereksiz bilgilerden temizlemelerini savunmuştur.

“Kendimi dünyada kesinlikle hiçbir şey olmadığına ikna etmiş bulunmaktayım; ne gökyüzü, ne toprak, ne herhangi bir zihin, ne de beden var. Bütün bunlar benim de var olmadığım anlamına gelmez mi? Hayır. Eğer ben kendimi bir şeye ikna edebiliyorsam, var olduğum kesindir. Fakat üstün güçlü ve kurnaz bir hilekar, bile bile ve devamlı olarak beni yanıltmaktadır. Şayet o beni yanıltıyorsa, bu durumda da var olduğum şüphesizdir. Beni ne kadar yanılgıya düşürürse düşürsün, ben bir şey olduğumu düşündüğüm sürece hiçbir şey olmamamın imkânı yoktur. Her şeyi ayrıntısıyla ele aldıktan sonra varmam gereken sonuç ben, ben varım ifadelerini ne zaman söylersem ya da ne zaman düşünürsem düşüneyim zorunlu olarak doğrudurlar.” (Meditasyonlar)

descartes

Descartes’ten 22 yaş küçük olan Bavyera Prensesi Elizabeth onun öğrencileri arasındadır, felsefeye büyük ilgi duyar. Aralarında kurulan dostluk geometriden politik bilime, tıptan metafiziğe dek çeşitli konuları tartıştıkları mektuplarla sürer. Aslında, prensese yazdığı mektuplar, Felsefenin İlkeleri kitabına hazırlık olduğu açıktır.

En önemli eserlerinden Felsefenin İlkeleri (Les Principes de la Philosophie) 1644’te yayınlanır. Kitap, Descartes’ın daha önceki felsefe çalışmalarının geniş bir özeti gibidir ya da daha önceki çalışmalarıyla ilgili geniş çerçeveli bir açıklamadır.

“Açık ve belirgin algılamanın doğası: Hayatları boyunca, doğru dürüst muhakeme edebilmeleri için, hiçbir şeyi doğru biçimde algılayamayan insanlar vardır. Kesin ve dönüştürülemez bir kararın üstüne kurulabilecek bilgi, sadece temiz değil, aynı zamanda belirgin olmalıdır. Varolan ve benim açık dediğim dikkatli bir akla görünür olan – bakan gözümüze görünür oldukları zaman onları açıkça gördüğümüzü söylediğimiz ve haklarında güçlü bir kanıya sahip olduğumuz gibi. Ama belirgin olan şey o kadar kesin ve diğer nesnelerden o kadar farklıdır ki, içinde açık olan dışında bir şey barındırmaz.” (Felsefenin İlkeleri, İlke XLV)

descartes optik kanunlari

1649’da Ruhun Tutkuları (Les Passions de l’âme) Hollanda’da basılır. Descartes, bu kitabında tutkular adı altında insan ruhsallığının çeşitli olgularını inceler. Ruhun Tutkuları kitabı bir ruhbilim araştırmasıdır, aynı zamanda ahlak konularıyla pek ilgilenmeyen Descartes’ın insan ruhsallığından geliştirdiği bir ahlak araştırmasıdır.

“Nitekim acı ayak sinirleri aracılığıyla ayaktaymış gibi hissedilirken, yıldızlar da ışıkları ve optik sinirler aracılığıyla gökteymiş gibi görülürler; öyle ki ruhumuzun yıldızları görebilmek için nasıl gökte olması gerekmiyorsa, tutkularını kalpte hissetmesi için de aynı işlevlerini doğrudan kalpte yerine getirmesi zorunlu değildir.” (Ruhun Tutkuları)

Descartes için Tanrı’yı kanıtlamak metafizik bir zorunluluktur. Descartes, metafizik temeli kurup kesin bilgiye ulaştıktan sonra dış dünyaya, fiziğe geçer. Descartes’ın burada metafizikten fiziğe geçmesi, diğer bir deyişle ebediyetten zamana doğru gitmesi, zaman içinde bir ebediyet rüyasını gerçekleştirmek içindi. Descartes’ın bu ebediyet rüyasının son adımı, felsefe ağacının dalı olarak tıp, mekanik ve ahlaktır.

Descartes’in farklı bilim dallarına ve özellikle matematiğe önemli katkıları olmuştur. Optikte yansımanın temel kanununu bulmuştur. Işığa ait temel yasaları formüle dökmüştür:

1) Gelen ışın, yansıyan ışın, kırılan ışın ile ayırma yüzeyinin gelme noktasındaki normali ile aynı bir düzlem içinde bulunurlar.

2) Yansıyan ışın, bu normale göre gelen ışınla bakışımlıdır.

3) Gelme açısı i ve kırışma açısı r arasında sin i =n.sin i r bağıntısı vardır. Burada n, ikinci ortamın birinci ortama göre kırılma indisidir.

1637 yılında Descartes birincil ve ikincil gökkuşaklarının Güneş’in yükseklik açısına bağlı olarak göründükleri açıları, niceliksel olarak elde etmeyi başarır ve gökkuşağının yarıçapının tam değerini hesaplar.

Descartes'in 9 Mayıs 1635 tarihli Jacobus Golius'a yazdığı mektup

Descartes’in 9 Mayıs 1635 tarihli Jacobus Golius’a yazdığı mektup

Descartes mekanikçi fizyolojinin ve fizyolojik ruhbilimin kurucusu olur, bu arada biyoloji alanında belirlenimci bir bakış geliştirir, cebir işaretlerini basitleştirir ve analitik geometriyi temellendirir. Matematiğe olan en büyük katkısı ise analitik geometridir. Cebirin geometriye uygulanması üzerine çalışmış kartezyen geometri ifadesini ortaya atmıştır. Eğrileri, onları üreten denklemlere göre sınıflandırmıştır.

Analitik geometrinin temelleri, birbirlerinden bağımsız olarak René Descartes ve Pierre de Fermat tarafından 17. yüzyılda Fransa’da atılır. Matematiği, felsefe araştırmaları için bir model olarak da değerlendiren Descartes, bir yandan Eski Yunan’da gelişmiş geometri yöntemlerini, öbür yandan da kendi çağının cebir bilgisini derinlemesine inceler. Ancak geometrinin, biçimlerle uğraşırken, kavrayışı geliştirecek yolları ihmal ettiğini, cebrin ise kimi kuralların boyunduruğunda, karanlık ve karmaşık bir sanata dönüştüğünü düşünür. Analitik geometri, bilgi yolunu tıkayan eksikliklerini gidermek amacıyla bu iki dalın birleştirilmesinin ürünüdür.

Descartes, bir düzlemdeki noktaları birbirine dik iki eksene uzaklıklarıyla belirtir. Böylece, geometride cebirsel yöntemlerden, cebirde de geometriden yararlanma olanağı ortaya çıkar. Fermat ise Descartes’tan bağımsız olarak, analitik geometrinin temel ilkesini bulmuştur. Fermat’ın Düzlemlerin ve Katıların Geometrik Yerlerine Giriş adlı kitabı ölümünden sonra 1679’da yayımlandığından, 1637’de Descartes’in La Géométrie (Geometri) adlı yapıtında ele alınan bu buluşa dayalı geometri, Kartezyen Geometri olarak anılagelmiştir.

descartes mezari

Kartezyen düşüncede matematiksellik her şeyin ölçüsüdür. Descartes’ın sonu gelmez arayışlarının hedefi hep aynı olmuştur: Kesinlik. Tanrı’nın varlığının bir tür matematiksel kanıtını vermeye çalışırken bile, Descartes’ın güdüsü kesinlikten başka bir şey değildir. Descartes, doğa bilimlerinin doğada varolan şeylerle ilgilendiği için şüpheli olduğu, oysa matematiğin sadece düşünceyle ilgilendiği için şüpheden uzak olduğunu belirtir.

1650 yılının Kasım ayında İsveç kraliçesi Kristina’nın çağrısı üzerine kışın insanların düşüncelerini donduran Stockholm’e gider. Göğsündeki (kendi tanımıyla miras kalmış) güçsüzlüğü etkilediğini iddia ettiği, hava değişimlerine karşı çok hassas olduğu söylenir. 11 Şubat 1650’de zatürreye yakalanır, on gün sonra 54 yaşında ölür. Son sözlerinin şunlar olduğu söylenir: “İşte böyle ruhum, ayrılma zamanı geldi.” 1667’de mezarı Paris’e taşınır.

Kaynak
Descartes Felsefesinde Kuşkudan Bilgiye Geçiş ve Zihnin Kendini KavrayışıDescartes’ın Matematik FelsefesiDescartes’ın Ahlak AnlayışıDescartes’te Bilginin Kesinliği ProblemiDescartes’in Hayatı ve EserleriDescartes’in Üç RüyasıDescartes’in Yöntem ÇalışmasıAnalitik Geometrinin TarihçesiDescartes


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir