Ünlü sürrealist ressam René Magritte, 21 Kasım 1898’de Belçika Lessines’te dünyaya gelir. René Magritte, ailenin en büyük çocuğudur. Babası tüccardır, bu yüzden sık sık şehir değiştirirler.
Châtelet’te yaşadıkları sırada, 12 Mart 1912’de annesi, Sambre Nehri’ne atlayarak intihar eder. Annesinin daha sonra yüzünde bir örtü ile bulunması, Magritte’in hayatı boyunca bu imgenin etkisinden kurtulamamasına ve resimlerinde sıkça yüzü örtülü figürler ve nehir tasvirleri kullanmasına neden olur.
René Magritte, annesi Adeline Magritte
Aynı yıl ailesi Charleroi kentine taşınır. Magritte, 15 yaşındayken Charleroi panayırında da, daha sonra eşi olacak 13 yaşındaki Georgette Berger ile karşılaşır, adeta büyülenir. Daha sonra uzun yıllar görmese de ilk gençlik yıllarının unutulmaz bir hayali olarak belleğine kazınır.
René Magritte, Georgette Berger
Sanat eğitimini 1917-1918 yılları arasında Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayan sanatçının yaşamının farklı dönemlerinde, değişik ekollerde ürün verdiği görülür.
Nude, 1919
Portrait de Pierre Bourgeois, 1920
Akademi’deyken çok etkilendiği hocalarından Pierre-Louis Flouquet ile aynı atölyeyi paylaşan Magritte fütürist ve kübik eserlerini bu dönemde verir. Magritte’in Akademi sonrasında arayışları sürerken, Victor Servranckx ile çeşitli soyut resimler dener, ancak kısa sürede amacının bu olmadığını anlar. Aynı yıl sanat anlayışını bütünüyle değiştirecek olan Giorgio de Chirico’nun resimleri ile tanışır.
The Horsewoman (L’Écuyère), 1922
Jeunesse (Youth), 1924
1925 yılı profesyonelliğini iyice arttırarak zamanının tamamını resim yapmaya ayırdığı bir dönemdir. Resimlerinde nesneler üzerinde yaptığı soyutlama ve sadeleştirmelerin yerini titiz bir detaycılık alır. Nesneleri izleyenin alışık olmadığı konumlarda resmederek gerçek dünyaya meydan okumayı amaçlamaktadır. Sanatındaki bu değişimi yansıtan ilk çalışmalardan biri Nocturne isimli tablosudur.
Nocturne, 1925
Onu, 1926 yılına tarihlenen Münzevi Yolcunun Düşünceleri, Saldırı Tehdidi ve ilk gerçeküstü çalışması olarak kabul edilen Kayıp Jokey izlemiştir. Bu resimler Magritte’in yerleşmiş tarzının ilk örnekleridir ve resimlerinde sürekli olarak kullanacağı pek çok imgenin erken tasvirlerini içermektedir.
The Musings of the Solitary Walker (Münzevi Yolcunun Düşünceleri), 1926
The Lost Jockey (Kayıp Jokey), 1926
Bilindiği gibi gerçeküstücülük I. Dünya Savaşı’nda yaşanan felaketlere karşı bir ayaklanma olarak çıkmıştır. Sanatın tüm dallarında kendini gösteren bu akım, sert, şaşırtıcı, sarsıcı bir dili benimser. Estetizm ve güzel resim anlayışını kabul etmez. 1927-1930 yılları arasında Paris’e yerleşen Magritte, bu süre içerisinde sanat çevresini genişleterek, André Breton, Louis Aragon, Max Ernst ve Salvador Dali gibi gerçeküstücü sanatçılarla tanışır.
René Magritte gerçeküstücülüğe getirdiği farklı bakış açısını, kullandığı üslup zenginliğiyle çeşitlendirir. Sanatının özünü oluşturan gizem temasıyla bütünleşerek felsefi bir üslup geliştirir. Gerçeküstücülerin bilinçdışı ya da tamamen duygulara bırakılmış, içinde biraz tesadüflük barındıran yaklaşımlarına karşılık, Magritte’in her zaman akılcı bir mantıkla hareket ettiği gözlemlenir. Akılcı yaklaşımlarında kuşkusuz felsefeye olan yakınlığının etkisi görülür. Özelikle ilgilendiği filozoflara, Hegel, Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre ve Michel Foucault örnek olarak verilebilir. Bu filozoflarının metinlerini ve kitaplarını bol bol okuduğu, sanatında da bu düşünce örgüsünden yararlandığı görülür.
The Lovers, 1928
The Lovers II, 1928
Magritte, Aşıklar isimli tablolarında beyaz bir kumaş ile başları örtülü bir kadın ve erkeği betimlemektedir. Resimlerden bir tanesi, kadın ve erkeği mavi gökyüzü ve ormandan oluşan bir manzaranın önünde yanak yanağa gösterir. Diğerinde ise kadın ve erkek bir odanın içinde öpüşmektedirler. Magritte’in hayal dünyasında, örtülü yüz imgesinin nasıl bir anlam yüklenebileceği ile ilgili iki görüş vardır. Magritte de pek çok gerçeküstücü arkadaşı gibi ilk defa 1913 yılında gerilim romanlarında karşısına çıkan gölgelerin kahramanı Fantôma’dan etkilenmiş olabilir. Fantôma, Pierre Souvestre ve Marcel Allain’in 1912-1914 yılları arasında birlikte yazdığı 43 ciltlik kitap serisidir. Fantôma bir anti-kahramandır, kimliği her zaman gizlidir, çünkü başı üzerinde bir çorap ya da kumaş parçası vardır.
Diğer bir kaynak ise, kendi yaşamından süzülüp gelmiş olabilir. 14 yaşındayken annesinin evlerinin yakınındaki nehre atlamasıyla büyük bir travma geçiren sanatçının daha sonra yaptığı resimlerinde bu olayın izleri görülecektir. Çocukluğuna dair hatırladığı tek şey, annesinin üzerine çarşaf serilmiş cansız bedenidir. Magritte, esin kaynağını nerden almış olursa olsun, resimlerdeki kadın ve erkeklerin yüzlerinin örtülü olması, mutlu bir eylemi paylaşıyor olsalar bile sıkıntılı ve boğucu bir hava taşır.
Ceci N’est Pas Une Pipe (Bu Bir Pipo Değildir), 1929
Magritte “Şu pipo için bana ne çok soru soruldu. Siz benim tablomdaki pipomu doldurabilir misiniz? Yapamazsınız, değil mi? O sadece bir röprezantasyon (temsil). Eğer tablomun altına “Bu bir pipodur” diye yazsaydım, size yalan söylemiş olurdum.” der.
Magritte, bu ünlü tablosunun izleyici tarafından yalnızca bir görüntü olarak görülmesini de istememiştir. Çünkü o görüntülerin değil, her zaman için göstergelerin daha önemli olduğunu kabul etmiş ve eserlerinde de daima bunu vurgulamaya çalışmıştır. Bir taraftan pipo tanımıyla objenin ismini belirtirken, diğer taraftan da bunu olumsuz şekilde ifade ederek dil ile imgelem arasındaki ilişkiyi bozmuştur. Magritte, kullandığı objeyle tablosuna koyduğu isim arasında mantıksal bir ilişki bulunmayan büyük bir imaj yaratıcısıdır ve görünen dünyanın bilinmezliğinden kaynaklanan sürprizleriyle, izleyenlerin geleneksel görme alışkanlıklarından farklı boyutta, akıl ve mantık dışı olanı kavramaya zorlamıştır.
The Therapist, 1937
The Human Condition, 1933
The Human Condition isimli tablosunda iç mekanda pencere önünde duran şövalenin üzerindeki tuvali, kompozisyon içerisinde yer alan ağaç ve üst kısımda bulunan bulutlar aracılığı ile pencerenin dışına ve dolayısıyla geri planda algılanacak şekilde işlemiştir. Ancak, ince bir espri ile şövale üzerindeki tuvali derinlik sıralamasında orta alanda yer alan perdenin önünde betimlemiş ve tuvalin yan tarafında bulunan raptiyeli beyaz bölümü peyzajın üzerinde resmetmiştir. Böylece tuval üzerindeki resim ile geriye giden tuval, kenarlarının vurgulanmasıyla aynı anda öne de gelmekte ve yine bir ön-arka çelişkisi oluşturmaktadır. Sanatçının bu mantıkla kurguladığı kompozisyonlar pencere resimleri ve resim içerisinde resim başlıklarıyla anılmaktadır.
The Return, 1940
Magritte yapıtlarını günlük, basit nesnelerden oluşturmuş ve belli kullanımı olan objeleri bambaşka biçimlerde kullanarak işlevlerini değiştirmiştir. Mavi benekli ve bulutlu bir kuş, külahtan şapkalı bir adam, çalkantılı yüz ifadeleri, bir gül, tüm odayı dolduran ve devleşen elmalar, bir erkeğin farklı boyutlardaki görüntüsü, ayakkabılar, etajer, ağaçlar, pencereler, kapı, sandalye, masa, pipo, fırçalar, çiçek saksıları gibi çok sıradan nesnelerin görüntülerini kendi doğal görünüşlerinin dışına çıkartıp, mantığa ve akla ters düşecek biçimde, şaşırtıcı ve düşsel bir ortam içinde gözler önüne sermiş ve zamansız bir yaşamın katılımcılarının boyutlarını değiştirmiştir.
Homesickness, 1940
Kanatlı bir adam nehir kenarında, belki de intiharı düşünüyor. Magritte’in intihar eden annesi yine resmin içerisinde. Resimde adamın önünde onunla hiç alakadar olmayan bir aslan var. Aslan karısı Georgette’yi temsil ediyor. Magritte belki nehre atlayacak, ancak aslan tamamen zıt bir yöne bakıyor.
1936’da Magritte Londra’ya gider ve Dali’nin çalışmalarında Surrealist Phantom olarak adlandırılan Sheila Legg ile tanışır ve ona aşık olur. Bu dönemde karısı Georgette’den ayrı kalır ve onunla ilgilenmesi için arkadaşı Paul Colinet’e bilgi verir, ancak bu süre içerisinde karısı ve Paul arasında yakınlaşma olur. Georgette, René’den boşanmak istediğini bildirir. 1940’ta Georgette ve René artık ayrıdır ve Mayıs 1940’ta Naziler Brüksel’i işgal eder. René, evini ve sevdiği kadını arkada bırakarak Fransa’ya gitmek zorunda kalır. Resim işte bu dönemine aittir.
Island of Treasures (Define Adası), 1942
Savaş yıllarında Avrupa’da tutunmaya çalışan Magritte her anlamda zor bir dönem geçirir. Fransa’nın güneyinde Carcasonne’a giden sanatçı, yaşamın tazeliği ve güzelliğini vurgulayabilmek için yaprak figüründen yola çıkarak yapılmış dönüştürme çalışmalarının ilki 1942 yılında yaptığı Define Adası’dır. Bu temayı kullanarak başka çalışmalar da yapar. Magritte, 1945’te Belçika Komünist Partisi’yle kısa süreli bir ilişki içinde olur. 1946-48 yılları arasındaki devrimci gerçeküstücülerin eylemlerine de katılır.
La Grande Famille, 1963
Uçan bulutlarla uçan kuşları birleştirdiği, içinde bulutlar yüzen bir gökyüzü görünen dev boyutta kuş silüeti… Magritte’in sık kullandığı imgelerdir.
The Wonders Of Nature, 1953
Deniz kıyısında bir kayanın üzerinde oturan ve kaya ile bütünleşmiş gibi onun rengini ve dokusunu alan bir çifti betimlemiştir. Bu çiftin göğsünden yukarısı balık biçimindedir. Arka planda yer alan denizin üzerinde, çiftin kayanın devamı gibi görünmesini andırır şekilde, denizin devamı izlenimini uyandıran bir gemi seyretmektedir. Yan yana oturan yarı insan yarı balık çift, şarkı söyler ya da konuşur gibidir.
The Son Of Man, 1946
Pandora’s Box, 1951
Golconda, 1953
Magritte de nesnelerin nesnel sunumunu öne çıkarır. Belki reklam dünyasında çalışmış olmanın etkisiyle imgenin kendi kendini anlatmasını, sanatçının olabildiğince az ortaya çıkmasını savunur. Zira Magritte, Brüksel’deki Galerie Le Centaure ile tam zamanlı olarak çizim yapmasına olanak sağlayan bir anlaşma imzaladığı 1926 yılına kadar, önce bir duvar kağıdı fabrikasında çalışır, daha sonra da afiş ve reklam tasarımcılığı yapar. Resimleri çoğunlukla gerçekçi olarak tanımlansa da gerçeküstü bir şiirsellik ile gizem taşır. Bu şiirsellik ve gizem, ressamın yapıtlarında önümüze koyduğu yanıtlanamaz sorulardan ya da bilmecelerden kaynaklanır.
Ready-Made Bouquet, 1956
Man In A Bowler Hat, 1964
The Blank Signature, 1965
The Blank Signature isimli çalışmasında biçim-fon ilişkisi kuralını çarpıtarak, izleyicinin düz mantığa dayalı algısını bozmayı amaçlamıştır. Başka bir ifadeyle, geleneksel derinlik yanılsamasına dayalı kurgu anlayışının kodlarını alt üst etmiştir. Resimde en geri planda olması gereken elemanların bir kısmı ana temanın önüne geçmiş, yine önde betimlenmesi beklenen elemanlar ise kimi yerde öne geçerken kimi yerde de arkada betimlenerek resimsel düzlemde bir derinlik karmaşasının oluşması sağlanmıştır.
The Pilgrim, 1966
The Art Of Living, 1967
Magritte 1950’li ve 1960’lı yıllarda dergiler vasıtasıyla kendi düşüncelerini yayımlama fırsatı bulur. Bu dergilerden biri Rhétorique Dergisi’nde (1960-1964) sanatıyla ilgili düşüncelerini şöyle açıklar: “Ben dünyanın gizemini aydınlatan resimler yapmaya özen gösteririm. Amacıma ulaşmak için ise, kendimi idealarla, duygularla ve duyumlarla özleştirmeyi bir kenara bırakıp gözümü dört açmam gerekiyor.”
Bu yıllarda birçok duvar resmi de yapmıştır. Ölümünden kısa süre önce resimlerinde kullandığı bazı temaları gerçeküstü tarzda tasarladığı heykel çizimlerinde de kullanır. Ölümünden sonra, bu tasarımlar bronz heykele dönüştürülerek Paris’te sergilenir. René François Ghislain Magritte, 15 Ağustos 1967’de Brüksel’de ölür.
Tête, 1960
Delusions Of Grandeur, 1967
Kaynak
Rene Magritte Resmi Websitesi, Magritte Gallery, Lebriz Sanal Dergi, Magritte’e Saygı, Trying To Analyse Modern and Actual/Contemporary Art Perception, Rene Magritte, 20. Yüzyıl Batı Resim Sanatında Aşk Olgusu, Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Hakemli Dergisi ART-E Mayıs-Haziran’15 Sayı:15, Özgür Tosun
Yorum Yap