1897 yılında Edirne’de doğan Şevket Süreyya Aydemir, 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’ın Deliorman yöresinden Edirne’ye kaçmış olan bir ailenin çocuğudur. Dedesi, Deliorman yöresinin varlıklı kişilerindendir.
Savaşın zor koşullarına ek olarak, Kazak atlılarının baskını eklenince aileden Edirne’ye Şevket Süreyya, babası Mehmet Ağa, annesi Şaziye Hanım, kardeşleri ve babaannesi ulaşabilmiştir. Edirne’de babası Mehmet Ağa, bir beyin konağında bahçıvan olarak çalışmaya başlar. Annesi Şaziye Hanım ise mahalledeki tek dikiş makinesinin sahibi olarak dikiş-nakış yoluyla aile bütçesine yardım eder. Şaziye Hanım, dinine çok düşkün, aydın bir kadındır. Annesi oğluna henüz okula başlamadan okuma yazma da öğretir. Şevket Süreyya, mahalle mektebi sonrası Askeri Rüştiye’ye yazılır, okula devam ederken 23 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyet ilan edilir.
II. Meşrutiyet’in sloganları: Hürriyet, Adalet, Müsavat, Uhuvvet ve II. Abdülhamid’in fotoğrafıyla, “Padişahım Çok Yaşa!” yazılı bir kartpostal
Bu dönemde İttihatçıların en önemli isimlerinden Enver Paşa’ya hayrandır. 31 Mart Vakası’nı bastırmak için Edirne’de kurulan Hareket Ordusu’na Süreyya’nın asker olan iki ağabeyi de katılacaktır. Ancak, 31 Mart Vakası’nın bastırılmasına ve İttihatçıların yönlendirmesi ile oluşan Meşrutiyet yönetimine rağmen, Osmanlı Devleti gün geçtikçe güç kaybetmekte ve Balkan Savaşları’nda ağır kayıplar vermektedir. Aileyi de zor günler beklemektedir.
Balkan Harbi sırasında, Şevket Süreyya’nın ağabeylerinden biri hastalanır, yaşama veda eder. Annesini de kaybeder. Babası gözlerinden rahatsızlanır, işten atılır. Edirne işgal altındadır. Şehirdeki kadın ve çocuklar, katliamdan kurtulmak için İstanbul’a gönderilir. Gönderilenler arasında Şevket Süreyya da vardır. Edirne’nin geri alınmasından sonra, Kuleli Askeri İdadisi’ne devam eden Süreyya’yı babası bu oğlunu da kaybetmek istemediğinden, Edirne’ye geri çağırır ve Darülmuallimin’e yazdırır. Şevket Süreyya’nın askerlik hayalleri suya düşmüştür ve artık öğretmen olmak için çalışmaktadır.
Balkan Savaşları sonrasında, Türkçü ideolojiye giderek kendini kaptıran Aydemir, Birinci Dünya Savaşı’nda Sarıkamış cephesinde bulunan diğer ağabeyinin de ölüm haberini alınca, savaşa katılmak ister ve 1915 yılında subay adayı olarak askere alınır. İstanbul’daki talimlerden sonra Kafkas cephesine yollanır. Cephedeki askerlerin cehaletini ve Anadolu’nun fakirliğini üzülerek gözlemler.
“Pekiyi ama” diyordum; “Bu insanlar kendi sefaletlerinden niçin kendileri sorumlu olsunlar? Evet, kendi maddî ve manevî sefaletlerinden? Yüzyıllar boyunca bu insanlara ne verdik? Köylerine yol mu yaptık? Yol başına mektep mi kurduk? Camii, muallimi, imamı var mı? Hastalıklarıyla mı savaştık? Eşkıyaya, toprak ağasına, şeyhe, mütegallibeye karşı onu koruduk mu? Dinin hükümlerini, milletin adını, vatanın sınırlarını öğrettik de öğrenmediler mi? Verdiği vergileri, aldığımız askerleri ne yaptığımızı söyledik mi? Padişahın adını nereden bilsin? Başkentin adını neden bilsin? Hatta bütün bunlara rağmen onun bugün gene burada olmasına şükretmeli? Yoksa bu at bir gün başını kaldırır ve bizi üstünden atabilir! Hem biz onu ayıplarken, acaba biz dinimizi biliyor muyuz? Milletimizin adı bize malum mu? Türk müyüz yoksa Osmanlı mı? Vatanımız nerede başlıyor, nerede bitiyor? Anadolu’dan daha büyük olan ve şimdi her sınırında şu beğenmediğimiz Anadolu çocukları, çarpışan o Arap çölleri acaba vatanımız mı, yoksa değil mi? Bu suallere biz hangimiz cevap verebiliriz? Vatanımız Türkiye mi, yoksa hayalimizde yaşattığımız Turan mı? Bunun cevabı nedir?” (Suyu Arayan Adam)
Süreyya, Bolşevik Devrimi sonrası Rus Ordusu’nun zayıflamasından faydalanarak 1918 Şubat’ında verilen hücum emriyle beraber harekete geçer. Ancak koşullar çok ağırdır ve birkaç defa soğuktan donma tehlikesi atlatır. Sarıkamış alınırken yanında patlayan bir bomba nedeniyle attan düşer ve bacağı kırılır. Cephede okumakta olduğu Feride Müfit Tek’in Aydemir romanının başkahramanı olan yarı peygamber, yarı meczup bir karakter olan Aydemir’le kendini özdeşleştirmektedir. Bu nedenle, soyadı kanununun çıkmasından sonra Aydemir soyadını seçecektir.
Enver Paşa
Türk ordusu, Kafkasya’da ilerlerken Enver Paşa’nın barış teklif edileceğini açıklamasıyla ordu geri çekilmeye başlar. İşgal altındaki İstanbul üzerinden Edirne’ye geçen Süreyya, burada da İtalyan işgaliyle karşılaşır. Edirne’de kurulan direniş hareketlerine katılan Süreyya’nın hayatı Kafkasya’da oluşan Müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti’nin İstanbul’dan öğretmen istemesiyle değişir. Şevket Süreyya, Turancı ülküler uğruna çalışmak için Azerbaycan’a öğretmen olarak gider.
Azerbaycan’ın kuzeybatısındaki Nuha şehrine öğretmen olarak atanan Aydemir, kısa sürede halkla içli dışlı olur ve kendini çok sevdirir. Cuma namazları öncesi, imam hutbesinden önce ateşli konuşmalar yaparak Azeri Türkleri’ne Türklüğü ve bağımsızlığı anlatır. Aydemir ilk aşkı Sitare ile de orada tanışır. Ermeni tehdidi üzerine Nuha ve çevresinden toplanan gönüllü birliklere de katılan Aydemir, bu birliğin kumandanlığına kadar yükselir. Savaş kazanılır ve Askeran Geçidi kurtarılır. Aydemir artık bir yerel kahraman olmuştur.
Kafkasya’nın çok etnikli yapısı nedeniyle Turancı ideallerinin ne derece gerçekçi olduğunu sorgulamaya başlayan Aydemir, 1920 Nisan sonlarında Nuha’ya giren Kızıl Ordu’yu hayranlıkla izler. Komünist subayların bahsettikleri sınıf kavgası, burjuvazinin tasfiye edilmesi, feodalizmin kökünün kurutulması gibi konular Aydemir’e henüz yabancı gelmektedir. Ancak, şehrin en saygın ismi olarak Şark Milletleri Kurultayı’na Nuha delegesi olarak katılır. Kongrede, Türkler ve diğer birçok milleti bir araya getiren bu ideolojinin ne olduğunu daha iyi bilmek istediğine karar verir. Toplantıda çocukluk kahramanı Enver Paşa’nın eriyip gitmesine tanıklık edecektir.
Görüşleri artık değişir ve kongre sonrası Türkiye Komünist Fırkası’nın (sonrasında Türkiye Komünist Partisi olacaktır) toplantısına katılan Aydemir, burada Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve İsmail Hakkı gibi komünist Türk aydınlarıyla tanışır, Bakü’deki devrimci ruhtan çok etkilenmiştir, hemen yurda dönmek istemez.
Vâla Nureddin ve Nazım Hikmet
Turancı görüşleri nedeniyle güvenilmez biridir ve Kızıl Ordu mensuplarının sıkı denetimi altındadır. Önce Batum’a gider, burada, ağabeyi orada öğretmenlik yapan Leman Hanım’la evlenir. Daha sonra Moskova’ya geçer, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne kayıt olur. Okulda en yakın arkadaşları Vâlâ Nureddin ve Nazım Hikmet’tir.
1925 yılının başında Akbaba Dergisi’nde yayımlanmaya başlayan şiiri, Kartal mahlasını taşır. Bu kartal, Nazım Hikmet’tir ve şiirde ismi geçen Leman ise Şevket Süreyya Aydemir ve eşi Leman Hanım’dır.
Leman, senin aklının tahtası değil tamam!
– Lemancık Ankara’da yaşayabilir mi hiç?..
Sal dö dans yok, kafe yok, yollar pis, evler kerpiç!
– Ankara cehennemdir asri bir genç kız için!
– Leman bu deliliğe niçin lüzum var, niçin…
– Maşer’ler, emin olun tamamen haklısınız,
Fakat rica ederim unutmayın ki yalnız
Oraya gidiyorum, bir filme gider gibi.
Hem öyle bir filim ki, başlarken biter gibi!
Eğitimini tamamlayan Aydemir, 4 yıl önce Turancı olarak geldiği Rusya’dan komünist olarak döner. İstanbul’da bir ilköğretim okulunda öğretmen olarak işe başlayan Aydemir, sürekli göz hapsindedir. TKP illegal olduğu için, legal komünist siyasal oluşum Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’na kayıt olan Aydemir, partinin yayın organı Aydınlık’ta da çalışmaya başlar. Bir yandan da öğrencilerle, işçilerle, köylülerle konuşmakta, komünizm propagandası çalışmaları yürütmektedir.
1924’te Aydemir’in Sadrettin Celal Antel’le beraber hazırladığı Lenin ve Leninizm isimli kitap yayınlanır. 1925’teki TKP üçüncü kongresinde, 7 kişilik icra komitesine seçilir. Ancak, aynı yıl Şeyh Sait isyanı nedeniyle Takrir-i Sükûn kanunu ilan edilmiş ve rejim karşıtı tüm gruplar (İslamcılar, komünistler vs.) göz hapsinde tutulmaya başlanmıştır. 1 Mayıs 1925’te TİÇSF’nin Amele ve Teali Cemiyeti adına üzerinde “Dünyanın bütün işçileri birleşiniz” sloganı yazılı bir broşür dağıtması üzerine, 1925 tevkifatı olarak bilinen olay vuku bulur. Aydemir birçok ünlü komünistle beraber tutuklanır. 10 yıl hapis cezası alır, Afyon Cezaevi’ne yollanır.
Bol bol okuma, düşünme ve yazma fırsatı bulur burada. Hatta Muasır Türkiye’nin İktisadi İnkişaf İstikametleri isimli kitabını burada hazırlar. Aydemir Türk toplum yapısı nedeniyle sosyalist bir rejimin gerçekleşmesinin o an için imkansız olduğunu düşünmekte ve sınıfsız bir toplumun dayanışmacılık (solidarizm) ve devletçi bir ekonomi sayesinde sınıflar üstü bir anlayışla öncü ve devrimci bir kadro tarafından kurulabileceğine inanmaya başlar ve bu nedenle bazı komünist arkadaşlarıyla arası açılır. 29 Ekim 1926’da Aydemir beklemediği şekilde serbest bırakılır. Artık geçmişte Turancılık’tan komünizme sıçramış ideolojik çizgisi netleşmiştir.
Şevket Süreyya
Hapishane çıkışında eski yoldaşlarıyla vedalaşan Aydemir, devlet görevi almak için Ankara’ya gider. Ahmet Cevat Emre vasıtasıyla Yüksek ve Teknik Öğretim Umum Müdür Muavinliği’ne getirilir. Türk Parasının Periyodik Dalgalanma Karakteri adlı araştırması çok beğenilir ve İktisat Meclis-i Alisi Umumi Katip Muavinliği’ne terfi eder. Aydemir Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yazılar yazmaya başlar. Bu yazılar, aydın çevrelerinde büyük ses getirmektedir.
Vedat Nedim ve İsmail Hüsrev, Yakup Kadri ve kayınbiraderi Burhan Belge ile beraber 1931’de bir araya gelir ve Türk siyasal hayatında çok önemli izler bırakacak olan Kadro Dergisi’ni çıkarmaya başlarlar. Başlarda her şey iyi gitmekte, dergide yazılan yazılar büyük ses getirmektedir. Ancak komünist geçmişleri ve eğilimleri bulunan kişilerin çıkardığı Kadro’nun bu derece etkili olması bazı kişileri rahatsız eder ve bir süre sonra kapatılmaya zorlanır. Ancak Atatürk’ün Yakup Kadri’ye olan saygısı nedeniyle kapatılma işlemi faklı bir şekilde gerçekleşir. Derginin imtiyaz sahibi Yakup Kadri, Tiran’a büyükelçi olarak atanır ve dergi imtiyaz sahibi olmadan kapanmak zorunda kalır.
(Soldan sağa) Vedat Nedim (Tör), Burhan Asaf (Belge), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Mehmet Şevki (Yazman), Şevket Süreyya (Aydemir), İsmail Hüsrev (Tökin)
Ankara Ticaret Mektebi’nde müdür olan Aydemir, 1936 yılına kadar bu görevini sürdürür ve 1936-1938 yılları arasında da Ankara Belediyesi İktisat Müdürlüğü’nü yapar. Daha sonra İktisat Vekaleti’ne atanan Aydemir yaptığı araştırmalarla İsmet İnönü’nün en güvendiği bürokratlardan birisi olur. 1939’da İktisat Vekaleti Sanayi Tetkik Heyeti Başkanlığı’na getirilen Aydemir’in hazırladığı sanayi programı hükümet tarafından kabul edilir ve yürürlüğe sokulur. Ancak Şükrü Saraçoğlu kabinesinin Ticaret Vekili Behçet Uz’un liberal bir ekonomi politikası uygulamaya koymak istemesi üzerine Başbakanlık Umumi Murakabe Heyeti Üyeliği’ne atanarak bir anlamda kızağa çekilir. 1946’da Recep Peker hükümetinin kurulmasıyla yeniden yıldızı parlayan Aydemir, 1951 yılında Demokrat Parti iktidarı tarafından görevden uzaklaştırılıncaya kadar burada çalışır. Emekliye ayrılması sonrası kendini yazmaya veren Aydemir, klasik haline gelecek ünlü birçok eserini 1950 sonrası kaleme almıştır.
İlber Ortaylı’nın mutlaka okunması gereken eser olarak nitelediği, 1959’da yayımlanan, Şevket Süreyya’nın otobiyografik eseri Suyu Arayan Adam, resmi tarih okumalarının akademik sayfalarından farklı olarak, roman tadında yakın dönem tarihini anlatıyor. Aydemir ayrıca 1950’li ve 1960’lı yıllarda Tek Adam, İkinci Adam, Menderes’in Dramı, Toprak Uyanırsa ve Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa gibi birçok değerli çalışmaya imzasını atmıştır.
“Mustafa Kemal’in hiçbir zaman heyecan ve taşkınlıkla acele karar vermemesinde ve harcıâlem şan adamı olmayışında aramak gerekir. O her şeyden önce bir mantık adamı vasfı göstermiştir. Bir mantık adamıdır. Kendinden önce gelenlerden Enver Paşa’dan, Talât Paşa’dan, Cemal Paşa’dan ve onların çevrelerindekilerden başka türlü bir insandır. Mustafa Kemal’in Enver Paşa’yla olan büyük mizaç farkı, şimdi eylem, aksiyon sahasında da kendini gösteriyordu. Enver Paşa’nın derhal başını döndürebilecek olan sözler ve yollar, Mustafa Kemal’e hiçbir şey ifade etmiyordu. Onlar ya tesadüf ya geçici kombinezonlar ya hayal ya macera adamıydılar. Hâlbuki tarih, sağlam ve devamlı olarak yükselteceklerinde, tarihi mantık’a bağlılık arar. Tarihi mantığı seziş ise, ancak heyecanı değil, mantığı ön planda tutanların işidir. O günlerde Mustafa Kemal bu vasfı göstermiştir. Bu vasfı gösteren bir insanın, eğer tarihi koşullar da ona yar olursa, yenilmesi hakikaten zordur. (Tek Adam, III Cilt)
“Şimdi 4 Ağustos 1922 tarihindeyiz. Kurban Bayramı’nın birinci günüdür… Enver Paşa, maiyetinde kalanların, evin önünde toplanmasını ve onların bayramını kutlayacağını söyler. Toplanılır. Kalan askerlerine dualarını, tebriklerini bildirecek ve kendilerine bir miktar para verecektir. Asker başlarına ise, kendilerinin de bildikleri gibi, onlara sunacak bir şeyi olmadığını söyleyecek ve bu müşterek mücadelelerin hatırası olarak kendilerine, kendi mühür ve imzasıyla birer belge, hatta rütbeler verecektir. Balcevan Beyi Devletment Bey de Enver Paşa’ya , altın ve gümüş işlemeli bir çapan, yahut ipekli cübbe ile bir sarık hediye etmiştir. Hulasa herkes bu hüzünlü Kurban Bayramı’nın havası içindedir. Çünkü bilinir ki bu günler, artık son beraberlik günleridir. Arkadan ve çevreden ise düşman ilerler. Doğudaki Pamirler yol vermez karlı dağlardır. Kesilen kurbanların toprağa akan kanları hala tazedir.” (Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, III Cilt)
“Yakın tarihimizde bir başka müdahalesi olmasaydı bile İsmet Paşa, yalnız Lozan’daki mihnetleri, direnişleri ile unutulması mümkün olmayacak bir yer işgal edebilirdi.”
“Mudanya’nın ardından İsmet Paşa, memleketin hayatında bir siyasi şahsiyet olarak belirecekti. Nitekim Mudanya’dan sonra askerlik ve kumandanlık artık arkada kaldı ve İsmet Paşa Türkiye’nin kaderine bir siyasi şahsiyet ve bir İkinci Adam olarak karıştı.” (İkinci Adam, III Cilt)
Cumhuriyet Gazetesi’nde yazıları yayınlanmakta olan Aydemir kısa süre de Yön Dergisi etrafında şekillenen Yön Hareketi’ne dahil olur. Yön, çıktığı dönemde ülkenin tüm aydınlarınca desteklenen, heyecan yaratan bir dergidir. Derginin baş yazarı ve temel ideologu Doğan Avcıoğlu olmasına karşın, Aydemir’in yazıları da sol çevrelerde oldukça ses getirmektedir. Ancak Avcıoğlu ve Aydemir’in çizgileri aynı değildir. 12 Mart sonrası Yön kapatılır ve Aydemir yazılarına Cumhuriyet’te devam eder. 25 Mart 1976’da 79 yaşında Ankara’da evinde yaşama veda eder.
Kaynak
Suyu Arayan Adam – Şevket Süreyya Aydemir, Dr Ozan Örmeci, Şevket Süreyya Aydemir ve Milli Sol Yaklaşım, Suyu Arayan Adam – Şevket Süreyya Aydemir