Gazoz… Siyah beyaz dünyamızın renkli bir tadıydı. Özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda yaşayanlar için… Çay bahçesinde pipetle köpürtüp, leblebi eşliğinde içilirdi. Kimi zaman mahalle arasında gazozuna maç yapardık. Kimi zaman da yazlık sinemada izlenen filme eşlik eder, içimizi serinletirdi. Kapağı bile çocukluk yıllarımızın en büyük oyun aracıydı.
Altmışlı yıllara kadar yaz aylarında ortaya çıkan sokak satıcılarından biriydi gazozcu. Elle ittiği, tekerlekli, ahşap arabasının içine gazoz kasalarını yerleştirir, üzerlerine de kar ya da buz kalıpları koyarak çarşı pazar yerlerinde, parklarda, gazoz satarlardı. Gazoz arabasının geçtiği yerlerden damla damla sızan su, uzun bir iz bırakırdı. O yıllarda Türkiye’de yalnızca sade gazoz üretildiği için, gazozcular da bunu satarlardı. “Buz gibi gazoz, otuz iki dişe keman çaldırıyor!” sloganını bağırarak reklam yaparlardı.
Çocukluğu Gaziantep’te geçen şair Ülkü Tamer şöyle anlatıyor: “Gazozcuların başları kalabalık olurdu çoğu kere. Bir alıcı, yedi sekiz seyirci. Tekerlekli arabaların üstündeki buz kalıplarına yerleştirilmiş şişelerden birini kaldırırdı gazozcu, iyice sallar, sorardı: ‘Caşar mı, caşmaz mı?’ Alıcı, şişeyi süzerdi bir süre. Kapak açılınca gazozun taşıp taşmayacağını kestirmeye çalışırdı.‘Caşar.’ Gazozcu da aynı görüşteyse, şişeyi bir daha sallar, yine sorardı: ‘Caşar mı, caşmaz mı?’ ‘Caşmaz.’ Gazozcu, öyle düşünmüyorsa, kapağı açardı. Gazoz taşarsa, alıcı beleşten içerdi gazozu. Taşmazsa parasını tıkır tıkır öderdi.”
Osmanlı döneminde evlerde yapılan serinletici şuruplar, şerbetler içilirdi. Şekerle kaynatılan sıvıya şurup, kaynatılmadan hazırlanana da şerbet deniyor. İçine kar konularak soğutulan bal şerbeti, pekmez şerbeti, badem şerbeti, gül, karanfil, zambak gibi hoş kokulu bitkilerin yanı sıra yine aromalı kayısı, vişne, limon, portakal, turunç, çilek, demirhindi, nar, koruk, meyan şurup ve şerbetleri, kadim zaman insanlarının ferahlık ve şifa niyetine içtikleri şeylerdi. Tükenmez denen (Arapçası meşrubat) fermantasyona uğratılmış meyve suyu da yapılırdı. Bu içecekler evlerde yapılması yanında, çarşılarda, kalabalık yerlerde şekerci dükkanlarında da yapılıp satılırdı. İlk dükkanını Bahçekapı’da açmış olan Şekerci Hacıbekir, meşrubat satma geleneğini on dokuzuncu yüzyıldan beri sürdürmektedir.
Gazoza bir tür şerbet de demek mümkündür. Ana maddesi su olan, gazlı şerbet. Suya önce karbondioksit katılır. Dinlendirilir. Sonra bu suya şeker, meyve suyu, aroma, esans eklenir. Gazlı su depolarda saklanır. Özel makinelerle şişelere doldurulup kapaklanır. Ve tabii soğuk içilir. O, buzdolabının, soğuk hava depolarının olmadığı dönemlerde, gazozu soğutmanın tek yolu, dağlarda saklanmış kar ile kocaman kalıplar halinde üretilen buzdu.
Gazoz, Fransızca bir sözcük: Gaze-use. Gazozun Türkiye’de ortaya çıkışı, on dokuzuncu yüzyıl sonlarında olur. Bir kaynağa göre gazoz Türkiye’ye maden suyu ile birlikte ithal malı olarak girer. Niğdeli bir Rum olan Aleksandr Mısırlıoğlu, 1890’da Fransa’ya giderek gazoz yapımında kullanılan makinelerle birlikte gazoz üretim hakkını satın alır. Sonra Aleksandr Mısırlıoğlu, Pandelli Mısırlıoğlu, Ligor Bazlamacıoğlu, Leon Şor adlı ortaklar Karaköy’de ilk gazoz imalathanesini kurdu. Böylece piyasaya çıkan ilk gazoz, Mısırlıoğlu adını taşır. Bunu, Hasanbey, Hürriyet (1908), Neptün (1917’de Beyaz Ruslar tarafından) ve 1923 yılında da Cumhuriyet gazozları izledi.
O ilk yıllarda gazoz, şişenin yanı sıra, sokak esnafının el arabasında taşıdığı sifonla bardağa doldurularak da satılırdı. İstanbul’da gazoz, evlerde de yapılırdı. Eski bir yemek kitabından alınan tarifte gazoz yapılışı şöyle anlatılıyor: “İki dirhem asid sitrik (yani limon tuzu), dört dirhem bikarbonat dö sud (karbonat) ile yarım kıyye suyu vaz edüp iki saat durduktan sonra sifon namındaki şişeyi alup beş altı saat mürurundan sonra istimal oluna. (… bekletildikten sonra içile.)”
Daha sonra Cincibir, Ankara, Elvan, Kocataş, Olimpos, Recep, Şirin Ada, Güven gibi yerel gazoz markaları ortaya çıkmış. Anadolu’daki ilk gazozlar Niğde’de Fertek, Ankara’da Ankara gazozu ve Bursa’da Nilüfer gazozlarıdır. Bir ara TEKEL tarafından gazoz üretimi yapılmışsa da, 40’lı yıllarda bundan vazgeçilmiştir. Bugün maden suyuyla ünlü Kızılay’ın da gazoz üretimi yaptığı biliniyor. Türkiye’de 60’lı yılların ortalarına dek birçok ilde yerel olarak üretim yapan, adları yerli olan gazoz imalathaneleri bulunuyordu.
Gazozun on dokuzuncu yüzyıl sonlarında başlayan saltanatı, 60’lı yılların ortalarına kadar sürecekti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında değişen toplumsal yaşamda, oldukça yaygınlaşacak, bir dönem Türk filmlerinde Nuri Alço’nun “Soğuk gazoz içer misin yavrum?” replikleri, bir dönem annelerin, anneannelerin “Aman dikkat et gazozuna ilaç atarlar” sözleriyle tehlikeli bir içecek haline gelse de, onu tahtından eden Cola’nın saltanatının başlaması olacaktı.