Türk Edebiyatı’ndan kedili öyküleri ve bu öykülerden kedilere dair alıntıları derledik. Yazımızı kedili bir Can Yücel şiiriyle de bitirdik.
Enis Batur, Kediler Krallara Bakabilir adlı deneme kitabında şöyle diyor: “Kedi sevmek insanları, sokakları ve şeyleri sevmekten farklı bir şey mi? Bilge Karasu “Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısında umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir” der bir masalında, ben bu farklı sevme biçimini bundan daha iyi tanımlayan bir cümleye rastlamadım bugüne dek. Sahip olmayı yadsıyarak, ya da olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir. Sevgiyle mülkiyet duygusu öteden beri ortak yaşar onda, sevgi bağını çoğu kez de tek yanlı, gerçek bir bağ haline sokmaya alışmıştır. Sevdiği kişinin bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz. Bunu eleştiri, suçlama konusu saymamak gerek gene de. İnsanlar eninde sonunda, kedi sevenler ve sevmeyenler olarak da pekala ikiye ayrılabilirler. Bir de, benim gibi, yolun sonuna varamayacağını bile bile kedi sevmeyi öğrenmeye çalışanlar vardır.”
14 Türk Ressamın Fırçasından Kedi Resimleri
Sanat Dünyasına İlham Veren Kediler
1. Sait Faik Abasıyanık (1906 – 1954), Bir Kıyının Dört Hikayesi (Semaver), 1936
Henriëtte Ronner-Knip, Afternoon Tea
“Rıhtımın kenarında mehtaplı denize gözlerini dikmiş kediyi görmüştüm. Fakat kediden çok insanlara baktığım için, bir zayıf kedinin denizin mehtaplı suratında ne düşündüğüyle alakadar değildim. Futbolcu gençlerden biri zebun kediye bir şut çekti. Kedinin denize doğru uçtuğunu gördüm. Üç adım öteye düşmesiyle zıplaması bir oldu. Hayret içinde durakladım. Kedi ayaklarımın ucundaydı. Bir lastik top çevikliğiyle denizin yüzünden sıçrayıp ayaklarımın ucuna düşen kedi alakadar olunmayacak mahluk muydu? Bu harikulade aksülamelin, karşısında sporcu çocuk da hayret içinde kalmakla beraber bir ikinci defa kediye hücum etmek istedi. Fakat kedi, ayaklarıma kafasını sıcak ve samimi hareketlerle sürüyordu. Sporcu gözlerime baktı, güldü. Fikrinden vazgeçti, arkadaşlarına iltihak ettim. Ayaklarıma sürtünen hayvanı okşadım. O müsterih, rıhtımın kenarına çekildi. Tekrar denizi süzmeye başladı. Sonra rıhtımın cezirle suları çekilmiş kıyısına indi. Oradan bir kaplan hızıyla denize atıldı. Ağzında bir balıkla çıktı.”
2. Necati Cumalı (1921 – 2001) , Kaybolan (Değişik Gözle), 1956
Henriëtte Ronner-Knip, Cat and Four Kittens
“Yemekte, yemekten sonra yatak odasına çıkıncaya kadar Ayvaz’ın sözünü açmadılar bir daha. Saat sekizi, sekiz buçuğu, dokuzu vurdu. Kadın birkaç kez, bir bahane uydurup mutfağa kadar, Ayvaz geldi mi diye gidip baktı. Erkek her cigara yakışta, kalktı, bahçeye, balkona açılan kapıların önünde durdu. Camlardan dışarıda Ayvaz geldi mi diye arandı. Kulakları sesteydi ikisinin de. Duydukları en küçük gürültüde, ikisi de gözlerini pencereye dikiyor, Ayvaz’ın sırtını kamburlaştırarak, cama sürtünmesini, pencereyi açmalarını beklemesini görür gibi oluyorlardı.”
3. Bilge Karasu (1930 – 1995), Masalın Da Yırtılıverdiği Yer (Göçmüş Kediler Bahçesi), 1980
Henriëtte Ronner-Knip, Cat And A Kitten
“Kedilere benzeyebileydik keşke. Öyle diyesim geliyor sık sık, bu son yıllarda. Yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç. Bildikleri bir yerde bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabildiğidir) o işe sanki ilk kez bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmaya üşenmeden, gidip seyrederler yapılanları… Uykularının hangi katındalarsa, o katın uykusunu yaşarlar. Bizlerse, uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü o zamanın akışı içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak, bir noktaya varmak üzere yapılıyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi unutuveriyoruz.”
4. Onat Kutlar (1936 – 1995), Hadi (İshak), 1959
Henriëtte Ronner-Knip, Cat And Two Kittens
“Bir kedi, telaşlı adımlarla sofayı geçti, pustu ve sonsuz bir hızla odaya atıldı. Yerde, kilimin ortasında tarazlanmış bir vişneçürüğü, sonra ayna. Durdu, ilgisiz, kısık gözlerle aynaya baktı. Döndü, sofaya çıktı ve yine aynı telaşlı adımlarla kapıyı geçip gülünç bir kaplan gibi odanın tam ortasına attı kendini. Yine o tarazlanmış vişneçürüğü ve ayna. Bu oyunu sürdürmek istiyordu. Odanın köşesinde meraklı iki büyük göz işin sonunu bekliyordu. Tuhaf bir işaret verdi. Bu, duyulmayan, ancak anlaşılan bir işaretti: “Hadi!” Kedi keyifle döndü, sofaya çıktı. Oyun yeniden başladı.”
5. Nazım Hikmet (1902 – 1963), Ben Tekiri Severim (Nazım Hikmet Yazıları, 1935), 1976
Henriëtte Ronner-Knip, Two Kittens And A Fly
“Benim bir kedim var. Ne tüyleri bir karış, ne kuyruğu kürk gibi. Basbayağı bir tekir kedicik. Tekir kedim beni sever mi? Bilmem. Ben kedimi severim. Tekirimin tüyleri bir karış, kuyruğu kürk gibi değildir ancak, huyu, her kedinin huyuna benzer. Yemeğini vaktinde vermezsen sesini çatarak mırıldanır, canı istemediği vakit okşamaya kalkarsam elimi tırmalar. Tel dolaptan yemek aşırır. Eve bir yedi gün uğramasam, aldırmaz. Döndüğüm vakit sevinçle beni karşılamaz. Mart gelince başını alır damlara çıkar, günlerce ne arar, ne sorar bizi…”
6. Nurullah Ataç (1898 – 1957), Kedi (Günlerin Getirdiği), 1946
Henriëtte Ronner-Knip, Kitten With A Butterfly
“Bütün çocukluğum kediler arasında geçti. Annem, babam, kardeşlerim, hepimiz kediyi severdik. Büyük büyük bahçeli evlerde otururduk, yirmi beş otuz kedimiz bulunurdu. Martta, kabakta, doğurdular mı, sanki düğün ederdik. Lohusa şerbeti kaynatır, al basmasın diye sepetlere kırmızı kurdeleler bağlanır, küçük küçük altınlar takılırdı. Yavrulara ad arardık. Bir tanesi ölünce içimize dert olurdu. Öyle gömmeğye falan kalkmazdık, herkes gibi biz de çöp arabasına atardık ama arkasından ağlardık… Bunun için olacak, kedisiz bir insanlığı aklım almıyor.”
7. Cihat Burak (1915 – 1994), Mel’un Kedi (Yakutiler), 1992
Cihat Burak, Kediler
“Kahvede ana oğul iki kedi var, öğleleri bazen ciğer götürüyorum, bir haftadan beri bu gri yavru meydana çıktı, ona da ciğer veriyorum; bugün meydanda yoktu, aradım bulamadım, akşam görünce çağırdım, geldi kucağıma, aldım yaklaştırdım kulağıma, mırıl mırıl mırlıyor, masaya atladı, defterin üstünde kalemin gidip gelişini oyun zannedip kalemi ısırmaya çalışıyor, aldım omuzuma koydum, bir taraftan da yazıyorum; pek severim kedinin mırıl mırıl mırlayarak omuzumda gezmesini, oturuşunu; yandaki masadaki adam (altmış yaşından fazla, saçları dökük, sarışın, daha doğrusu tuz hardal karışımı bir renk, oldukça temiz giyinmiş): “Siz de kedicisiniz galiba?” dedi. “Kedi seviyorsunuz!” “Severim,” dedim. Pek severim. Öğleleri bazen bunlara ciğer getiriyorum, bugün yoktu, karnı aç herhalde, şimdi gidip ciğerciden alamam artık. Ben, dedi adam; hiç sevmem kediyi, evde olsa kaçarım! Olabilir, dedim, her insan kedi sevmez, bazısı sever bazısı sevmez!”
8. Tomris Uyar (1941 – 2003), Eski Bir Dostun Ölümü (Gündökümü – Bir Uyumsuzun Notları I), 2003
Henriëtte Ronner-Knip, Kitten and Jewellery
“Son günlerde gri tüyleri iyice aklaştıysa da, çevikliği azalıp eski entelektüelliği biraz seyreldiyse de, tam bir hanımefendiydi Gülüver. Yaşamı süresince kimbilir kaç danayı, kaç kilo istavriti mideye indirdiği dış görünüşünden hiç anlaşılmıyordu. Sokak kedilerine özgü uyuyunca kinini unutma huyu olmasa, pekâlâ Siyam kedisi sayılabilirdi. Belki de o yüzden bizim evde ilk 14 yılını mahallenin gerçek dilberi, bastıbacak ama çok alımlı Kırlent hanımla geçirmek zor geldi ona. Gülüver, baba Turgut Uyar’ın öleceğini anladığında bir an bile boş bırakmamıştı yatağını. Ayakucunu beklemişti. Kırlent ise bir kere bile o odaya girmemişti, yani kediler, sevgilerini gösterme biçimini seçmede insanlardan çok daha özgürdüler. Gülüver’e göre benden daha haklı bir tek kişi olabilirdi dünyada: Anneliğini üstlendiği isim babası oğlum. Sabahları, ikinci sigaramdan sonra kendisine hâlâ yemek vermemişsem bacağımı ısırabilirdi, ama taksiden inişimi ta üst katlardan duyup kapının önünde beklemeye de hazırdı, üzüldüğümde derdimi başkalarıyla paylaşmaya da Kırlent’in aşırı yaşama sevinci ve umursamazlığı bu yüzden hafif geliyordu anlaşılan. Gelgelelim, Kırlent’ten kurtulduğuna umduğu kadar sevinmedi..”
9. Aziz Nesin (1915 – 1995), Siyasi Koğuşun Kedisi (Hayvan Deyip Geçme), 1973
Henriëtte Ronner-Knip, A Cat With Her Four Kittens With A Friendly Dog
“Köpek için göçebelik dönemin hayvanı derler. Kedi içinde yerleşik yer hayvanı derler. Çünkü köpek kişiye, kediyse yere bağlıdır. Kedinin kişiden çok yere bağlı olduğunu yaşadığım şu olay gösteriyor. Üsküdar’da, Paşakapısı Cezaevi’ndeki tutuklular koğuşunda kara bir kedimiz vardı. Olağanüstü güzellikte yeşil gözleri, kısacık tüylerinin parlak karalığını daha da arttırırdı. Cezaevinde doğup, büyümüş, hiç cezaevinden dışarı çıkmamış tam bir cezaevi kedisiydi. Bir kez bile ciğer yememişti. Alışık olmadığından sucuk gibi yiyecekleri pek sevmezdi. Peki ne yerdi bu kedicik? Cezaevinde verilen tayının içini parmaklarımızın arasında iyice ezip yuvarlar, fındık büyüklüğünde topaklar yapardık. İşte bizim siyasi koğuşun kedisinin yediği bunlardı. Ekmeğin içini, sert topak yapmazsak yemezdi. Öyle de temizdi ki, kışın, yağmurda çamurda bile, patilerinin kirli olduğunu hiç görmedik. Geceleri, birimizin yatağına girer, başım da yastığa dayar, öyle uyurdu. Çok zaman arka üstü yatardı. Genel af oldu. Bütün tutuklular çıktı. Cezaevi bomboş kaldı. Birgün, o cezaevinin bir gardiyanını gördüm yolda. Gardiyana, söz arasında, siyasi koğuştaki kedimizi sordum. Gardiyan üzüntüyle, “Hiç sorma,” dedi. “Siz gittikten sonra o koğuştan hiç çıkmadı. Kimse de farkında olmamış… Aç açına kalmış koğuşta… Birgün ranzalardan birinde ölüsünü bulduk.”
10. Memduh Şevket Esendal (1883 – 1952), Soysuz Kedi (Gödeli Mehmet), 1986
Henriëtte Ronner-Knip, Kittens At Play
“Ertesi gün, yavrular tekrar aç… Akşam eve geldim, tekrar aç… Ben ciğer getirmekte devam ediyorum; fakat o yavrularına süt vermiyor… Sonra bir akşam Hayri, tutmuş anasını ve yavruları dolaba kapamış. Ancak, ertesi sabah dolaptan anaları çıkmış, yavrular ise yok… Çocukların anası, yavrularını yediğini söyledi. Biz, çocuklar ve ben, sıçan çektiğine zahip olup dolabı araştırdık, delik deşik ettik de yok. Vakıa, görülüyor ki, yine anaları yemiş olacak.”
11. Ferit Edgü (1936 – ), Kedi Fare (Çığlık), 1982
Henriëtte Ronner-Knip, Cats With A Pencil
“Biliyorum, dedi kedi. Belki başa çıkamayacağınız için bir düşmanlık duymuyorsunuz. Ama sizin içinizde de, bize karşı bir kin olmalı. Ömründe ilk kez bir kedi gören bir fındık faresi bile kaçacak delik arıyor. Bu yalnızca bir korku, dedi fare. Yalnız sizden değil, insanlardan da korkup kaçıyoruz biz. Kaçtığınıza göre bunun bir nedeni olmalı, dedi kedi. Söyledim, dedi fare. Yalnızca korku. Şimdi de korkuyor musun? dedi kedi. Evet, dedi fare. Böyle iki pençenin arasındayken nasıl korkmam?”
Son olarak da bir Can Yücel şiiriyle bitirelim.
No: 16
Kasabın çırağı Apo
Onüç ondört yaşlarında
Çıta gibi bir oğlan
Baktım dolanıyor bizim sokakta
Ne lan dedim ne arıyorsun?
Amca, dedi, üç gilom guşbaşı
Telefonlan istediler de
16 numarasından bu sokağın
Yok öyle bir numara…
Önüne düştüm ben de Apo ‘nun
Gerçekten yok öyle bir numara
Ondörtlü evi geçtiğinde
Bir yangın yeri çıkıyor sırada…
Karşı komşulara da sorduk, onlar da bilmiyorlar…
Anlaşılan , dedim, hortlaklar matrak geçmiş sizinlen!
Hortlaklar değil ama, dedi bizim hanım
Aç kediler telefon etmiştir dükkana, niye olmasın!
Can Yücel
Kaynak
Alper Çeken – Çağdaş Türk Edebiyatı’ndan Kedi Hikayeleri, Deniz Kavukçuoğlu – Kedi Gülüşü
Yorum Yap