Asıl adı Abdülkadir Demirkan olan Vedat Türkali 1919 yılında Samsun’da doğdu. Orta öğrenimini Samsun Lisesi’nde tamamlayan Türkali, yüksek öğrenimini 1942’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü’nde tamamladı.
Maltepe ve Kuleli Askeri Liseleri’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Vedat Türkali 1944-1950 ağır baskı döneminde devrimci sanat çevrelerinde ilk kez el altında dolaştırılan gizli şiirleriyle (özellikle İstanbul şiiri ile) tanındı.
Kendisi kısa bir süre önce bir röportajında “Hayatta iki gerçeği erken farkettim. Birincisi sigaranın zararını, hiç sigara içmedim. Bir de şair olmadığımı erken yaşta anladım.” der. İstanbul gibi güzel bir şiirden sonra buna inanmak zor. Şiiri 2013’te kaybettiği eşi Merih Hanım için yazmış. Vedat Türkali, eşi Merih Hanım kızları Deniz Türkali’yi dünyaya getirdiğinde İstanbul’dan uzaktadır. Vedat Türkali ikisini de göremez ve bu hasretle yazar.
İstanbul
Sis şairine ithaf edilmiştir.
Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
1951’de siyasal eylemlerde bulunmakla suçlanarak tutuklanır. Askeri mahkeme tarafından dokuz yıl hapis cezasına çaptırılır. Yedi yıl sonra koşullu olarak serbest bırakılır. Hüsamettin Gönenli ismiyle yazılar yazar. Babıali’deki musahhihlik (düzeltmen) işinden sinema piyasasına geçmeden önce Rıfat Ilgaz’la birlikte Gar Yayınları’nı kurar. Bu kısa süreli yayıncılık macerası, bu işten hoşlanmadığını farketmesiyle sona erince, ortaya çıkan boşluğu sinema dolduracaktır. Kemal İnci ona senaryo yazmasını teklif eder. 1960’ların siyasal ortamında, sinema piyasasına girmek onun için zor olacaktır. Ne de olsa tescilli komünisttir, sabıkalıdır ve üstelik koşullu serbest bırakılmıştır.
1960 yılında Dolandırıcılar Şahı adlı filmle senaryo yazarlığına başladı. Otobüs Yolcuları, Üç Tekerlekli Bisiklet, Karanlıkta Uyuyanlar gibi önemli filmlerin senaryolarını yazdı. 1965 yılında kendi senaryosunu yazdığı Sokakta Kan Vardı isimli ilk filmini yönetti. Film, kurgusu, anlatım tekniği ve gerçekçi yaklaşımıyla çağdaş edebiyatta bir aşama olarak nitelendirildi. 40’ın üzerinde senaryo yazdı ve üç filmin yönetmenliğini yaptı.
Adının sorun yaratacağını gördüğünden Yılmaz Güney’in önerisine uyarak ismini değiştirmeye karar verir. Senaryo yazarken kullanacağı isim Vedat Türkali olacaktır. Demirkan soyadını da değiştirmek ister. Ailesi Pirhasan oğullarından geldiği için Abdülkadir Pirhasan adını almak üzere mahkemeye başvurur. Pirhasan, dinsel göndermeler taşıdığı için mahkemede hakimin “Tekke mi kuracaksınız?” biçimindeki tepkisiyle de karşılaşır. Fakat sinema camiasındaki adı Hoca’dır.
Onu edebiyat tarihinin en önemli ustalarından biri yapacak romanlarından ilki, 1974’te yayımlanan ilk romanı Bir Gün Tek Başına’da 27 Mayıs Darbesi’nden önceki 8-9 aylık dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamı anlatır. Roman kahramanı Kenan, yıllar önce gizli komünist partisine girme suçlamasıyla polis sorgusunda çabucak yılgınlığa düşmüş, eski çevresinden tümüyle kopmuştur. Karısı ve çocuğuyla korunaklı bir yaşam sürdürmektedir. Aslında mutsuzdur, içi ile barışık değildir. Bir meyhanede tanıştığı genç Günsel, içinde çürümemek için direnen ne varsa hepsini ateşleyiverir. Aşk, direniş, devrim günleri…Romanın Nazım Hikmet’in Benerci Kendini Niçin Öldürdü şiiri ile benzerlikleri bir hayli fazladır. Her ikisinin de temel sorusu şudur: Mücadelenin içinde mi kalmak mı, yoksa dışında mı olmak mı daha çekilmez, daha ölümcüldür? Zaten Vedat Türkali, “Nazım Hikmet’in şiirde yaptığını ben romanda yapmak istedim” demiştir.
“Bende iş yokmuş. İki tokatlıkmış demek bütün direncim, inancım… Bu kadarı da çok! Bir şey yitirmedim ki inancımdan. Tokat da vız gelir. İnandım mı, koydum mu aklıma, her şey vız gelir. Müfettişe nasıl direndim Konya’da? Yalnız müfettişe mi? Bütün kente direndim tek başıma… Kentin kodamanlarına… Yıldırabildiler mi? Yolumu mu kesmediler, dövmeye mi kalkmadılar? Vız gelir bana… Bir not koparabildiler mi? Kimin oğlu olursa olsun, çakar, ne yapalım? Alır tasdiknamesini, o kadar. Bırak şimdi, o başka. O dayak da başka… Benzer mi… Polis müdürlüğündekine? Elin kolun bağlı, geçmiş karşına bir sürü namussuz herif; “Vatanı satıyorsun ha, ulan puşt, ulan eşşoğlueşşek,” diye. Şırraaak, şırraaak. Ayağa fırladı birden. On beş yirmi yıl önce genç bir üniversiteli iken yediği iki tokat ara sıra böyle yeniden patlıyor gibiydi yüzünde. Hele son günlerde öyle sıklaşmıştı ki çıldırmaktan korktu bir ara..”
Yaşar Kemal, Vedat Türkali
Dokuz yıl sonra 1983’te ikinci romanı Mavi Karanlık gelir. 12 Eylül 1980 öncesindeki yüksek tansiyonlu günlerde, henüz turizme ve dünyaya açılmamış bir kıyı kasabasında, Bodrum’daki aydın kesimiyle halk arasındaki ilişkiyi konu edinir. Romanın, her ikisi de öğretim görevlisi olan ana kahramanlarından Nergis ile Korhan, Korhan’ın aldığı ölüm tehditleri üzerine, Nergis’in baskısıyla, bu Ege kasabasına sığınırlar. Aralarındaki kişisel sorunları aşamayışları, ilişkilerinin tükenmesi, Korhan’ın Ankara’ya dönmesi, kısa bir süre sonra da öldürülmesiyle sonuçlanır.
“Gittikçe kızışan, daha çok gençler arası bir kavga vardı kahvenin aralığında. Masalar, sandalyeler devrilmiş, tanımadıkları birilerinin ağzı burnu kan içinde kalmıştı… Nergis olaya sevinecek gibiydi ya, Doktor Oğuzata’nın kaşı patlamış, kanlar içindeki yüzü gözünün önüne gelince sevinci yitiverdi. Keşke hiç olmasaydı burda böyle şey… Her gün takır takır adamlar öldürülüyor ülkede, buraya da bu kadarı sıçramış çok mu?…”
Vedat Türkali, Lütfi Akad
Türkali, 1986’da çıkan Yeşilçam Dedikleri Türkiye adlı kitabında, 1960’lardan 1980 darbesine kadar uzanan bir roman zamanı içinde Türkiye sinemasının tarihini anlatır.
“Yazıhaneye koşturdu. Dünkü çocuklar merdivenlerdeydiler gene; ışıkçılar, setçiler filan. Dün para alamamışlar. Film bitmiş… İçerki odalar da kalabalıktı. Çoğu para bekliyor olmalı bunların da. Durum gerçekten… Yok canım, her vakit böyledir. Paraları olsa da süründürmeden vermezler. Çoğuna bono zaten. Takside bağladıklarına da üç dört kez gidip gelmeden ödeme yaptıkları görülmüş mü? Bizim piyasa bu!…”
Fatmagül’ün Suçu Ne?, Vedat Türkali’nin Üç Film Birden adlı senaryolarından oluşan kitabında Umutsuz Şafaklar adıyla yer alıyor. Ancak oradaki, son hali değil, daha sonra Vedat Türkali senaryo üzerine tekrar çalışmış, önemli değişiklikler yapmış.
1990’da yayımlanan romandan çok uzun öyküye yakın duran Tek Kişilik Ölüm için Türkali “Salt düşlemeye dayanmayan bu romanda, gerçek kişilerle ilgili olaylar, konuşmalar aslına tastamam bağlı kalınarak, belge niteliğinde verilmeye çalışılmıştır. Bol belgesel kullanılmış bir film deyin isterseniz.” diyor.
“Üfleyip boşaltırken içindeki bütün karaltıların uçuşan dumanlara karışıp gitmesini yanık bir özlemle düşledi. Kazısan da gitmez! Abarttığını çok iyi biliyordu. Hayınlık ettiğine inanmıyordu ki… Salt yüreklice atılımla bir yanlışı düzelmişti, o kadar. İlk acılı günlerden sonra kendini ikircilikten kurtarmış, çoktan varmıştı bu kesin sonuca. Öğrencilik yıllarının coşkulu saplantısıyla göremediklerini cezaevinin somut insan sergisinde apaçık, biraz da iğrenerek algılayan biri için, yanlışta diretmek, kendini beş altı yıl daha zindana kapattırmak değil miydi asıl hayınlık? İlle de kahraman olacaktım, pisliklere de gölge düşürmeyecektim! Bunu yapacak kadar ne aptal, ne de yüreksiz olmadığım için mutluyum!”
Vedat Türkali’nin ömrü boyunca yazmak istediği ve bunun için tüm dünyadan uzaklaşması gerektiğini düşündüğü romanı Güven, bir başyapıt olarak ortaya çıkar. 90’lı yılların başından itibaren ise on yılı aşkın süre Londra’da Güven romanını yazmaya yoğunlaşır. Aslında 1944’te fikir olarak doğan ama 1999’da yayımlanan Güven, 2. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’deki siyasal eğilimlerin savaşa karşı tutumlarını, karanlık devlet kurumlarıyla ticaret burjuvazisinin bağlantılarını, belli kesimlerin savaştan nasıl kar elde ettiklerini, TKP’nin bu dönemdeki durumunu ve 1944 tutuklamalarını konu edinir. Vedat Türkali, beş kitaplık ve iki ciltlik romanını kaleme alırken, ilk tepki yıllarca çalıştığı yayınevinden gelir ve yayınevi böyle tehlikeli bir kitabı basmak istemez. Kitabı çıkar çıkmaz farklı kesimlerden sesler yükselir. Kimilerince bu kitap Türkiye sosyalist hareketinde önemli bir rol üstlenen TKP tarihinin çarptırıldığını söylerken, kimileri de kitabı edebi açıdan ele alarak değerlendirmiş.
“Kuşku uyandıracak kimse yok. Gereksiz yere aranıyorum da ondan, ne yapıyoruz ki izlesinler? İzliyorlar, yakalayıp buldular cebimdeki şiirleri; kimden aldın diyecekler. Ben yazdım! Yuttular da! Kim yazarsa yazsın; suç mu Bağımsızlık Savaşı şiiri yazmak? Suç olmayan ne var bu ülkede? Niye yıllardır cezaevinde Nâzım? Şiir yazdığından mı? Komünist olduğundan. Ozanlığı ile komünistliğini nasıl ayırırsın Nâzım’ın? Bir Harbiye Davası, bir Donanma Davası; otuz yıl… Kızgınlıkla karışık, önleyemediği bir ürperti gezindi içinde.”
Yazdığı dört tiyatro oyunu, ulusal gelenek ve değerlere dayanan oyunlar olarak (ikisi türkülerle işlenmiş, epik yapıda) özgün öncü nitelikler taşır. 141. Basamak, 1970’te Ankara’da sergilendi. Bu Ölü Kalkacak, 1976 yılında İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu’nda sergilenirken yasaklandı. Dallar Yeşil Olmalı, 1985’te yayımlandı. Yazdığı son tiyatro oyunu olan Şeytanın Kaşık Oyunları (2000) deprem konusunu işlemektedir.
Vedat Türkali, senaryoları, oyunları ve romanları ile ulusal ve uluslararası alanda birçok ödül almıştır. Bir Gün Tek Başına adlı romanı ile 1974 Milliyet Roman Ödülü ve 1976 Orhan Kemal Roman Ödülü, Çekoslovakya’da Carlovy Vary Film Festivali’nde Bedrana filmiyle, 1982 Cidale, Güneşli Bataklık ile 1982 Sendika Ödülleri’nden başka Dallar Yeşil Olmalı oyunu ile de 1970 TRT Sanat Ödülleri’ni almıştır. 1 Mayıs 2004’ten – 1 Mayıs 2005’e kadarki bir yıl, aydınların, sanatçıların, kültür sanat kurumlarının ve insan hakları savunucularının katılımı ile Vedat Türkali Yılı ilan edilmiştir.
Kaynak
Abdülkadir Demirkan’ın Vedat Türkali Olarak Portresi – Funda Şenol Cantek, Vedat Türkali, Vedat Türkali – Ayrıntı Yayınları, İki Roman, İki Barış, Bir Siyasi Olay, Vedat Türkali Romanlarında Türkiye Yakınçağ Tarihinin İzdüşümleri