Orhan Veli Kanık, Özdemir Asaf, İlhan Berk, Nazım Hikmet başta olmak üzere ünlü şairlerimizin sabah şiirlerini derledik.
Gün Doğuyor, Orhan Veli Kanık
Dili çözülüyor gecelerin..
Gölgeler kaçışıyor derine
Alıp sihrini bilmecelerin:
Gün doğuyor şehrin üzerine.
Korkarak saklanıyor bacalar,
Gün doğuyor şehrin üzerine;
Dalıyorlar günün gözlerine
Gözleri uykulu atmacalar.
Sallayarak dallarını kavak
Yükseliyor her günkü yerine,
Gün doğuyor şehrin üzerine
Mavi bir ışıkla ağararak.
Gün doğuyor şehrin üzerine,
Renk renk hacimle doluyor her yer.
Bakıyor dağınık yüzlü evler
Hala yanan sokak fenerine.
Toprak kımıldıyor yavaş yavaş,
Gün doğuyor şehrin üzerine,
Bembeyaz gece çiçeklerine
Sabahla düşüyor bir damla yaş.
Ve bir deniz hücumu halinde
Gün doğuyor şehrin üzerine.
Sabah, Ahmet Hamdi Tanpınar
Serin rüzgârlara pencereni aç!
Karşında fecirle değişen ağaç,
Bak, seyret ağaran rengini ufkun
Mahmur gözlerinde süzülsün uykun.
Bırak saçlarınla oynasın rüzgâr.
Gümüş çıplaklığı bir başka bahar
Olan vücudunu ondan gizleme.
Ne varsa hepsini boyun, saç, meme,
Esirden dudaklar okşasın sevsin
Mademki geceden daha güzelsin!
Ölü Sirenler, Edip Cansever
Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
Sabaha Kadar, Özdemir Asaf
Sabah, bir yeni dünya gibi geliyorsun;
Öylesine süslü, öylesine sadesin ki..
Sen o kadar güzelsin ki sabah,
O kadar güzelsin ki…
Bir Gün Sabah Sabah, Turgut Uyar
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliçten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam…
Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca’dan bir sepet elma almışım..
Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.
Bu Sabah Hava Berrak, Cahit Sıtkı Tarancı
Bu sabah hava berrak
bu sabah her şey billurdan gibi.
Gök masmavi bu sabah
Güzel şeyler düşünelim diye
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar
Deli Kızın Türküsü, Gülten Akın
Siz dayanılmaz bir “Günaydın”sınız
Sabah sabah insanı ayağına getiren
Hiç yoktan dünyayı kendini sevdiren
Siz çocuk ağızlı bir “Günaydın”sınız
Çocuk ağzınızla biraz daha durun
Gittiğinizde güz gelmiş olacak
Yalnızlığım, Fazıl Hüsnü Dağlarca
Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım,
Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir.
Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir,
Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım
Sabahları, İlhan Berk
20 Haziran 1949
Bir Pazartesi sabahı seni düşündüm
Ağaçlara ve gökyüzüne bakarak
İstanbul gözlerin gibi pırıl pırıldı
Denizin dibinden geçen balıkları gördüm.
Sen düşündüm de ağlamak geldi içimden
Sonra beni elimden ayağımdan
Sonra beni bu kadar senden eden İstanbul’a
Dönüp merhaba dedim.
Sabah Karanlığı, Nazım Hikmet
sabah karanlığında telgraf direkleri,
yol.
sabah karanlığında aynası parıldayan konsol masa
terlik,
eşyalar birbirini yeniden görüp tanır.
odamızda sabah karanlığı bir yelken gibi aydınlanır.
odamızda pırlanta yüzük gibidir mavi serinlik.
yıldızlar ağarır odamızda.
çok uzakta,
gökyüzündeki derenin dibinde ağarır taşlar.
başı yastıktadır gülümün
alabildiğine geniş kuş tüyü yastıktadır başı.
elleri iki ak lale gibi yorganın üstündedir.
saçlarında kuşlar ötüşmeğe başlar.
sabah karanlığında ağaçları, fabrika bacalarıyla şehir.
sabah karanlığında ağaçlar ıslaktır, fabrika bacaları sıcak.
sabah karanlığında asfaltı okşayarak
ilk adımlar odamızdan geçer
ilk motor uğultusu
ilk kahkaha
ilk küfür.
Öperek Uyandırdım Bu Sabah Ayrılığı, Cemal Süreya
Öperek uyandırdım bu sabah ayrılığı.
Fırından yeni çıkan bekleyişler satın aldım.
Kırmızı mavi ekoseli yalnızlığımı serdim masaya.
Manzaraysa ayrılığa sıfır! İşte her şey hazır.
Acılarımla iki lafın belini kırdık.
Yokluğunda bir kuş sütü eksik.
Yalnızlığım ve ben; seni çok bekledik…
Sabah Bilgisi, Ahmet Telli
Sabah bilgisini öğrendim sonunda:
Seninle uyanmaktı, uyanıp göz göze
Geldiğimiz anda perdenin hafif bir
Rüzgârla açılıp günışığının yüzüne
Yansımasıydı: çılgın günışığının
Taze kavrulmuş kahvenin kokusu
Yahut terli bedenimize sunulmuş
Nar şerbetinin tende bıraktığı davet:
Yeniden sevişme duygusu, günışığı
Oyalanırken pencerenin pervazında
Derinleşirken ahşap sessizliğin sihri
Arındırıyor susarak geçen zamanı da
Belki deli bir yağmur yağar birazdan
Dilimin ucundaki sözleri serinletir
Islak iki bulut oluruz ömrü uzatan
Dağ, Birhan Keskin
Sabahın karşısında konuşmak ne zor!
İncecik kül gibi kalıyorsun,
Dağ susmaya giden yolu biliyor
Sen bilmiyorsun.
Taş yarılıyor bir çiçek için yol veriyor
Kısacık konuşuyor çiçek: “Dünya” diyor.
Eylül Sabahının Serinliğini, Ataol Behramoğlu
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Ciğerlerime dolduruyorum
Sessizlik ve serinlik
Birleşiyor
Yıkanmış güvercinler
Ve çok uzakta bir tren sesi
Her zaman yeniden başlamak duygusu
Doğuyor içimde
Her uyanışımda
Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum
Leylek, Metin Eloğlu
Dün sabah gelincikler açarken
Karşıya geçeceğim
Vapurlar işlemiyor ki sisten
Eskiden ne güzeldi buralar
-iskele ayazında bir çatlak kamış-
Peynirli poğaçayla ayran gazoz içerken
Yanımdaki dost da hayvan
Ne dolanıp duruyoruz diyor
Önün ardın yıkılmış zaten
Leylâk yok Leylâ zaten olmamış
İnsanın içi elbette cız ediyor
İşsiz güçsüz bir sabah erkencecik başlarken
Yaseminlerin Sabahı, Şükrü Erbaş
Gökyüzü bulut bulut uyanıyordu
Tanrının büyük yalnızlığından
Ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında
Ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi
Yasemin kokularından bir ışık sokaklarda
Gittim denizin lacivert bahçesine oturdum
Ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum
Arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu
Ses değil sessizlik değil zaman değil mekân değil
Ağzımda bir çocuktan kalma süt kokuları
Kirpik ırmakları dil pınarları parmak yağmurları
Kayaların masalını dinliyordum kumlardan
Dağlar gecenin merhametinde çıkıyordu sabaha
Ey yalnızlığın yaprak döken mahşeri
Ayrılığın büyük harfiydi her şey
Sen bir deniz kıyısında gonca zamandın
Ben eski şarkılardan eskiydim kimsesizdim
İçimde dünyanın bütün akşamları
Tuttum ağzının sabahına sözler söyledim
Ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü
Yalnız ölenler unutur birbirini
Seni sevmeye yeni başladım…