Balzac kendini, iki hakikat dediği taht ve kilisenin yandaşı ilan ederken, Hugo onu devrimci bir yazar olarak kabul ediyordu; çağdaşları onu bir gerçekçi olarak görürken, Baudelaire onu olağanüstü bir hayalperest olarak nitelendiriyordu. Dante’nin İlahi Komedyası’ndan esinlendiği 96 eserden oluşan dev eseri İnsanlık Komedyası’nı Dünya Edebiyatı’nın en büyük eserlerinden biri yapan işte bu üstesinden gelinemez karmaşıklıktır.
Balzac’ın imparatorluk yönetiminde memur olarak çalışan babası Bernard-François Balssa 51 yaşındayken, 19 yaşındaki bir genç kızla Anne-Laure Sallambrier ile evlenmişti. Bu durumdan mıdır bilinmez, Balzac eserlerinde kötü evlilikler yapmış kadınları, dramatik özel yaşamları, çiftlerin problemlerini anlatmaktan hiç vazgeçmeyecektir.
Asıl adı Honore Balssa’dır. Sonrasında adını Balzac olarak değiştirir ve soyluluk ifade eden de takısını ekletir. Hukuk öğrenimi bitince hukuk ve noter bürolarında çalıştı. Bu mesleği sadece babasının isteği üzerine seçen Balzac’ın asıl istediği yazmaktı. Bu sebeple, 1819 yılında avukatlığı bıraktı ve ilk eseri olan Cromwell’i 1820’de mahlas kullanarak kaleme aldı. Kendi ailesinden izler taşıyan bu oyun ilgi görmeyince, oyun yazarlığından vazgeçti.
1825 yılında Madam Laure de Berny ile tanıştı ve ona aşık oldu. Kendisi 23, Laure de Berny 45 yaşındaydı. Madam Berny, Balzac’ın eserlerinde karşılaştığımız, orta yaşlı yalnız kadın tipinin mükemmel bir örneğidir. İçe kapanık ve karamsar bir yapı sergileyen Balzac, hayatına giren Laure de Berny sayesinde hem maddi hem de manevi yönden rahat bir dönem yaşadı. Ama hiçbir zaman sadık bir aşık olmayacaktı.
Balzac, Laure ile ilişkisi sırasında 40 yaşındaki Düşes d’Abrantes’i tanıyacak. Balzac o sırada 26 yaşındaydı. Düşes sadece sevgilisi olmakla kalmamış, Balzac’ın borçlarını da ödemişti. Bu dönemde, Victor Hugo ile tanıştı ve bir yayınevi kurdu. Kurduğu yayınevi iflas etse de, yazma tutkusundan vazgeçmedi.
Balzac’ın 1831’de yayımlanan ona şöhret kazandıran ve artık soyadındaki de ekini kullanmaya başladığı Tılsımlı Deri romanının otobiyografik olduğu söylenir. Burada Raphael adında genç bir Fransız ressamın gizemli öyküsü anlatılır. Açlıktan, yoksulluktan, başarısızlıktan, dünyada anlaşılmamaktan dolayı kendini Seine Nehri’ne atıp intihar etme kararı veren genç adam, zamanın biraz geçmesini, havanın kararmasını bekler ki kimse görüp kurtarmasın; o denli kararlıdır intihar etmeye.
“İntiharda bu kadar önemsenecek ve ürkütücü ne var pek bilemiyorum. Bir çoğumuz tıpkı çocuklar gibi alçak bir yerden düşerek hafifçe yaralanırız; ama birinin düşüp parçalanması için, çok yükseklere, göklere yükselip, ulaşılmaz bir cennetin kapı aralığından içeriyi şöyle bir görmesi gerekir. Onu, ruhunun dinginliğini bir tabancanın namlusunda aramaya iten kasırgalar çok acımasız olmalıdır. Ne genç yetenekler, milyonların ortasında, altınlara gömüldüğü halde ne yapacağını bilemeyen bir kalabalığın arasında, bir dostun, teselli edici bir sevgilinin yokluğunu hissederek inzivaya çekilmiş bir halde solup gidiyorlar. Bu düşünceyle, intihar olağanüstü boyutlara ulaşıyor. Ölümü gönüllü bir şekilde tercih edişle, karşı konulmaz sesiyle genç bir adamı Paris’e çağıran umutlar arasında ne büyük kişilik çatışmaları, yarıda bırakılmış ne çok şiir, silinip giderek boğuk bir çığlığa dönüşmüş nice umutlar, harcanan onca çabanın boşa gittiği ne büyük başyapıtlar olduğunu Tanrı bilir.” (Tılsımlı Deri)
1831’de yayımlanan, Otuzunda Kadın‘da Julie bütün buhranlı ruh halleriyle gözlerimizin önünde canlanırken, onun hayat hikayesinin çeşitli maceralarını da okuruz.
“Yüzü kıpkırmızı olan Julie, boğazından kopan hıçkırığa engel olamamış, ağlamaya başlamıştı, şimdi öyle yoğun duygularla yoğrulmuştu ki, başta babası olmak üzere bunu kimse anlayamazdı. Avludan merdivenlere doğru seğirten bir subay bu haykırış üzerine birden döndü, bahçenin kemerlerine kadar geldi; bir ara, humbaracıların tüylü şapkaları ardında kalmış olan kızı tanıdı. Sonra da kendisinin verdiği buyruğu bu kızla babası uğruna yine kendi bozuverdi. Ardından, kemerleri kuşatan kalabalığın söylenmelerine aldırmadan, kızı usulca çekti. Julie, artık, göklerde uçuyordu.Yaşlı adam subaya, ciddi olduğu kadar alaylı bir tavırla, “Julie’nin kızmasının da, sabırsızlanmasının da neden ileri geldiğini şimdi anladım” dedi. “Demek, sen burda görevliymişsin.” (Otuzunda Kadın)
1833’te yayımlanan Eugénie Grandet, taşra yaşayışını, taşra insanlarını, özellikle de bunların ticaretle, parayla yakından ilgili olanlarını kusursuz bir gerçekçilikle anlatır. Daha ilk yayımlandığı günlerde bile, büyük bir ilgi ve hayranlıkla karşılandığı, bu ilgi ve hayranlığın hep sürdüğü, o kadar ki, hep Eugénie Grandet yazarı diye anılmanın Balzac’ı en sonunda sinirlendirmeye başladığı bilinir.
“Böylesine büyük bir servet, bu adamın bütün davranışlarını bir sırma kaftanla örterdi. Yaşamının kimi özellikleri ilkin insanları güldürmüş, kendisini alaya almalarına yol açmıştı ama alay da, gülünçlük de yıpranmıştı. Mösyö Grandet, en ufak eylemlerinde bile, tartışılacak yanı kalmamışın yetkesine ulaşmıştı. Sözü, giyimi, devinişi, gözlerini kırpışı memlekette yasa yerine geçerdi, burada herkes onu hayvanlarda içgüdünün etkilerini inceleyen bir doğabilimci gibi inceledikten sonra, en ufak devinilerinde bile görülen derin ve sessiz bir bilgelik bulunduğunu benimsemişti.” (Eugénie Grandet)
1835’te yayımlanan Balzac’ın başyapıtlarından ve realist romanın en iyi örneklerinden Goriot Baba’da 19. yüzyılda Paris’te yaşayan bir baba ve iki kızının öyküsünün yanı sıra, o dönemdeki Fransa’nın sosyal yaşamı da anlatır. Kızlarını tutkuyla seven zengin bir babanın tüm servetini kızlarının önüne serdikten sonra günden güne düşüşü, saygınlığını kaybedişi, damatları yüzünden kızlarına hasret kalışı, ucuz bir pansiyon odasında kızlarını görememenin üzüntü ve acısıyla kıvranarak can verişi anlatılır.
“Eliyle yüreğine vurdu, ‘Her şey burada.’ diye ekledi. ‘Benim canım iki kızımdadır. Onlar eğleniyorsa, mutluysa, güzel giyinmişse, halılar üstünde yürüyorsa, ben şu ya da bu kumaşı giymişim, şurada ya da burada yatmışım, ne önemi var? Onların yeri sıcaksa, ben üşümem; onlar gülüyorlarsa benim canım sıkılmaz. Kederlerim yalnız onların kederleridir. Siz de baba olduğunuz zaman, çocuklarınızın cıvıldaştıklarını işitip de içinizden, ‘Bunlar benden çıktı.’ dediğiniz zaman, bu küçük yaratıkların kanınızın her bir damlasına bağlı olduğunu, onun en iyi yanını oluşturduğunu sezdiğiniz zaman, onlar yürüdükçe kendiniz de hareket ettiğinizi sanacaksınız, böyledir bu! Sesleri sesime yanıt verir her yerde. Bakışları, hüzünlü oldukları zaman, kanımı dondurur. Bir gün anlayacaksınız: çocuklarının mutluluğu kendi mutluluğundan çok daha fazla mutlu eder insanı. Nedenini açıklayamam size: her yana rahatlık salan iç devinimlerdir bunlar.” (Goriot Baba)
1836’da yayımlanan Vadideki Zambak için bir imkansız aşkın ve ıstırabın romanıdır demek yanlış olmaz. Romantik pasajların yanı sıra felsefe, din ve tabiatın da sıkça işlendiğini görürüz.
“Sevilmek, sevdiğiniz kimsenin bizi anlaması, aziz çocuk, en büyük mutluluktur; sizin bu mutluluğu tatmanızı dilerim, fakat bu yüzden ruhunuzda açan çiçeği soldurmayınız, sevginizi teslim edeceğiniz kalpten iyice emin olunuz. Bu kadın hiçbir zaman kendisine ait olmayacak hiçbir zaman kendi kendisini düşünmeyecek, fakat sizi düşünecek, size ait olacaktır; sizin hiçbir şeyinize göz koymayacak, hiçbir zaman kendi özel çıkarlarına bağlı olmayacak ve sizin aklınızdan bile geçmeyen bir tehlikeyi, kendisini tehlikeye atmak pahasına da, şikayet etmeksizin ıstırap çekecek, yapmacıklar yapmayacak, aksine kendisinde hoşunuza giden taraflara karşı bir çeşit saygı gösterecektir. Böyle bir aşka, daha büyük bir aşkla karşılık veriniz. Sizi seven bu zavallı kadının mahrum olduğu şeye, yanı karşılıklı bir aşka rastlayacak olursanız, bu aşkın derecesi ne olursa olsun, sizin ilham ettiğiniz sevgi ile burkulan ve sonuna hiçbir zaman varamayacağınız bir kalbin bir vadide sizin için bir ana kalbi gibi çarptığını düşününüz. Evet, sizi, derecesini hiçbir zaman anlayamayacağınız bir sevgiyle seviyorum; bu sevginin tatmin olunabilmesi için, sizin bu parlak zekanızı bu uğurda feda etmeniz gerekir; bu takdirde benim bağlılığımın nereye kadar varabileceğini tahmin edemezsiniz.” (Vadideki Zambak)
1845 yılında yayımlanan Balzac’ın Gizli Başyapıt’ı, Cezanne, Picasso gibi büyük ressamları derinden etkiledi; üzerinde sanat tarihçileri tarafından çalışmalar yapılan bir yapıt oldu. Eserinin kahramanı Frenhofer, ressam. Tuvalinde yaratmaya çalıştığı eserinin kusursuz olmasını istiyor, onunla tutkuyla bir aşk ilişkisi yaşıyor sanki. Başyapıtının üstünde tam on yıl çalışıp resmi bitirdikten sonra iki genç hayranına gösterir. Frenhofer’in yaratımı, soyut resim idi; tabii ki her ikisi de anlayamamıştı. Frenhofer kızgındır, hayal kırıklığına uğrar. Balzac’ın Gizli Başyapıt’ı yazdığı 1845’te soyut resim bilinmiyordu. Balzac bunu nasıl keşfetmişti, bilinmiyor. Eserini yazarken resim teknikleri konusunda bilgi aldığı ressam G. Boulanger’ın da soyut resim ile ilgisi yoktu.
“‘Tuvalimde hiçbir şey yok mu’ diye sordu birdenbire, önce iki ressama, sonra da sözde tablosuna bakan Frenhofer.
“Ne yaptınız!” dedi Porbus, Poussin’e. İhtiyar genç adamı sertçe kolundan tuttu: “Hiçbir şey görmüyorsun öyle mi?” dedi ona. “Köylü! Asker bozuntusu! Aşağılık puşt! Neden çıktın öyleyse yukarı!” Sonra Porbus’a döndü: “Porbus, dostum, siz de mi dalga geçiyorsunuz benimle? Yanıt verin! Siz benim dostumsunuz, söyleyin, bozmuş muyum tablomu?” Kararsız Porbus bir şey diyemedi; ama ihtiyarın bembeyaz yüzündeki kaygı o denli acımasızdı ki, dayanamayıp tuvali gösterdi: “Siz bakın!” Frenhofer bir an tablosuna baktı ve sendeledi: “Hiçbir şey, hiçbir şey yok!..On yıl buna mı çalıştım ben!” Oturdu, ağlamaya başladı.” (Gizli Başyapıt)
Picasso’nun Gizli Başyapıt’tan ilham alarak yaptığı resmi
Balzac’ın neredeyse ölüm döşeğinde tamamladığı 1846’da yayımlanan Kuzin Bette intikam, tutku, zaaf ve erdem üzerine klasik bir yapıt. Romanda, mutlu bir aile tablosu çizen akrabalarına duyduğu kıskançlığın pençesindeki Kuzin Bette, çapkın eniştesinin göz koyduğu güzel Valerie ile el ele vererek türlü entrikalar düzenler. Bu sayede, geniş ailenin çökeceği hayalini kurar. Gerçek ya da tevatür, bir sava göre Freud ölmeden önce Kuzin Bette okuyor ve inceliyormuş.
“Bu evde kalmış kız Korinthos üzümü renginde merinos yününden bir elbise giymişti, elbisenin kenarına geçirilmiş zırhlar, restorasyon döneminden kalmaydı, boynunda olsa olsa üç frank değerinde geniş ve işlemeli geniş bir takma yaka, başında da pazar yerlerinde satıcı kadınlarda görülen türden, bir hasır şapka vardı; şapka yine hasır üzerine geçirilmiş mavi satenden yapılma düğümlü bir kurdeleye çevrilmişti. Bir yabancı, biçiminden en kötü kunduracı işi olduğu anlaşılan keçi derisinden ayakkabılarına bakıp Kuzin Bette’i ev halkından biri olarak görmekte duraksayabilirdi, çünkü o tıpatıp gündelikçi bir terzi kadına benziyordu.” (Kuzin Bette)
Ewelina Hańska
Oburluk derecesinde çok yemek yemesi, sadakatsizliği, giysilerine kötü bakması, tırnaklarının kirliliği, vücudundaki pis koku ve herkesin içinde burnunu karıştıracak kadar fütursuz davranışlar sergilemesine rağmen Balzac, kadınlar tarafından fazlasıyla istenir.
Balzac bir gün Ukrayna’dan bir mektup alır. Mektubun sonunda “Bir yabancı” yazar. Mektubu yanıtlar. Bir süre sonra mektubu baronla evli olan Ewelina Hańska’nın yazdığını öğrenir. Ewelina ile bir yıl sonra gizlice İsviçre’de buluşurlar. Tahmin ettiklerinden çok daha şişman bulurlar birbirlerini, ama yine de aşık olurlar. Yaşlı kocası öldüğü zaman Balzac’la evlenmeye söz veren Ewelina ile Balzac birbirlerine yıllarca ihtiras dolu mektuplar yazarlar. Bir yandan Ewelina’ya aşıkken, Marie Louise du Fresnay isimli genç bir kadından bir çocuk sahibi olur. Evli olan Marie, bebeğine kocasının soyadını verir.
1841’de Ewelina’nın yaşlı kocası ölünce, düzinelerle içtiği koyu kahveler yüzünden ağır mide hastası olan Balzac evlenip durulmaya karar verir. Daha önce evlenme teklifini reddeden Ewelina, sağlığı kötüye giden Balzac’a acır ve evlenme teklifini kabul eder. Tanışmalarının üstünden tam 17 yıl geçmiştir. Evlendikten beş ay sonra Paris’te, karısının yanında ölür.
Kaynak
Balzac ve Esendal’ın Kiracıları, Marx kendini hangi edebi kahramana benzetiyordu, Yazarların Napolyon’u, Arka Kapak Dergisi, 2016
Yorum Yap