Zaman neredeyse insanoğlunun evreni ve kendisini anlamaya çalıştığı günden bu yana hem doğu hem de batı düşünürleri tarafından incelenmeye çalışılan ve üzerine birçok alanda araştırmaların yapıldığı bir olgudur. Bu bağlamda geçmişten bugüne dek zaman kavramı üzerine birçok tartışma yapılmış; zaman ile ilgili birçok tamlama ve terimler üretilmiştir.
Zaman kelimesi, söylenildiği andan itibaren farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına çarpışmasına ve yenilenmesine neden olur. Kavramın enginliği ve sınırsızlığı, yaşanılan an’ın göreceliğini etkilediği gibi varoluşsal boyutuyla da duygu, düşünce ve sezgiye inerek belleği, bilinç ile bilinçdışı arasında karanlık bir noktaya sürükler.
Salvador Dalí, The Persistence of Memory, 1931
Zaman nasıl bir şeydir? Onu yapan nedir? Onun farkına varış anı ile ondan kaçışın bir daha asla mümkün olmadığı o an’da saklanır. Zaman varlıkların gölgeleri ile kayda geçişine seyirci olan ve onları bir bölgeye yerleştiren bir azize benzer. Aynı anın içinde milyon farklı olayı taşıyan mekân, zamanın tekliğinde bütünleşir. Ayrı ayrı olaylar tek bir anda olma gücüne erişir. Olaylar aynı ana özgü olaylar oluşları ile birleşirler. Yine de zamanın tam olarak bu olduğunu söylemek güçtür. O kendi tekliğinde anlara bölünür ve anlar birer yansıma olarak zamanı kurar. Zamanın işleyişi birbirine dokunan anlarla kutsanır ve bu kutsama zamanın tekliğinde saklıdır. O dönüşümlü ve kıvraktır çünkü yaşanılan veya yaşanması tasarlanan ne varsa hepsini avcunun içine alır.
Immanuel Kant, zamanın insan için önemini “insan zamanıyla yaşar, zamanıyla kavrar; insandan bağımsız bir zamandan söz edilemez” sözleriyle ifade eder. Hawking ise “evrende olan her şeyi etkilemekle kalmaz, aynı zamanda her şeyden etkilenir de; zaman mefhumu olmadan evrende gerçekleşen olaylardan bahsedilmesi mümkün olamaz” diyerek zamanın hem insan hem de evreni anlamak için önemine işaret eder. Literatürde birçok kez ele alınan zaman kavramı, Türk Dil Kurumu’na göre; bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit olarak ifade edilmektedir. Zaman kelimesinin geçtiği bilinen en eski yazılı kaynak Kutadgu Bilig’dir.
Andrew Judd, Hands Of Time
Bilindiği üzere zaman, bir yönüyle objektif bir yönüyle subjektif bir kavramdır. Bu sebeple kişilerin zamanı algılama ve yönlendirme durumu farklılık göstermektedir. Kişi, güzel bir an içerisindeyken zamanın nasıl aktığını fark edemezken, zor bir durumda zaman, olduğundan daha uzunmuş gibi algılanmaktadır. Kişi için zamanın anlamı, o zaman diliminde yaşanılanlar veya hissedilenler ile ilintilidir. Zaman; Peter Drucker’a göre “en kıt ve eşsiz“, Mackenzie Mullen’e göre “son derece nazik“, Ralph Tyler’e göre “hayattaki en acımasız ve katı element” ve Deidre Laiken’e göre ise “en temel kaynaklardan biri” olarak hayatta yer almaktadır.
Tetiana Siedlova, Time is Running
Zaman üzerine düşünenlerden şu soruları ve açıklamaları duyabiliriz: “Zamanın var olduğunu düşünüyorum. Çünkü buna dair pek çok ipucum var: Büyüyorum, geçmişimi anımsıyorum, geleceğe dair planlar yapabiliyorum. Ne yaşadıklarımı geri getirip o ana dönebiliyorum, ne de gelecekte yaşayacaklarımı vakti gelmeden yaşayabiliyorum. Fakat var olduğuna inandığım zaman kavramını tanımlayamıyorum. Onu algılayışım da duruma göre farklılaşıyor. Elimde iki saatim olsun. Çok sevdiğim bir insanla geçireceğim iki saatle hiç hoşlanmadığım bir ortamda geçireceğim iki saat arasında dağlar kadar fark olur. Sevdiğim insan yanımdayken su gibi akıp geçen zaman, istenmeyen bir ortamda geçmek bilmiyor. Öyleyse neden?” Bu ifade ve sorular karşısında, hemen soralım: Büyümek, geçmişi anımsamak yahut gelecek planları yapmak, zamana dair ipucu mudur? Yoksa bu etkinlikler, kendi başlarına ve kendilerinde etkinlikler midir ya da bunların ipucu olduğunu mu varsayıyoruz? Varmış gibi görünen bir şeyin, varlığının gerektirdiği varoluş koşullarına uymaması veya onun varoluş durumuyla gerçeklik tablosunun birbirini desteklememesi, hakikaten var olduğunu varsaydığım şeyin gerçekliğini ve aynı zamanda bilincin gerçeklik kabulünü yaralar. Var olan, varoluşunu her daim bir şekilde sergilemeli ve o da bilincin bir şekilde keşfine açık olmalıdır. Oysa zaman, kendini hep gizleyen bir şeymiş gibidir. Bu, hayret verici bir tablodur. İşte zaman hakkındaki büyük kuşku böyle doğar.
Liza Wheleer, Lost In Time
Zaman kavramının farkına ne zaman varıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte, güneş sisteminde yer alan gök cisimlerinin hareketi ile yaşanan birtakım mevsimsel ve günlük değişimlerin bu kavram ile ilgili bilinçlenmeyi sağladığı düşünülüyor. Zaman, Antik dönemden modern döneme dek birçok tartışmaya konu olmuş, çeşitli bilim dalları ile ilişkilendirilmiştir. İnsanoğlunun zamanla olan ilişkisi çok yönlü olarak ele alınmış, zaman bir kavram olmaktan çok tarihi süreçleri geliştiren ve yönlendiren bir araç olarak görülmüştür. Zaman kavramıyla ilgilenen ilk filozof Platon’a göre zaman, oluşun bir ölçütüdür. Sonsuzluğun hareket halindeki bir imgesi olarak evrenin düzeninin kavranmasını sağlar. Zamanın ölçülebilmesi, hareketin bir yansıması ve evrendeki harmoninin bir ifadesi, sonsuzluğun bir resmi ya da gölgesidir. Platon’un bu anlayışına göre zaman, varlığı içinde taşır ve oluş ve zaman birbiriyle ilintilidir.
Luliana Ojog, Wasted Time Never Comes Back Painting
Aristo, zamanın günlük kullanımından yola çıkarak, onun var olup olmadığını ve doğasının ne olduğunu sorgulamıştır. Zamanın bir bölümünün geçmiş olması (artık var olmaması), bir bölümünün ise gelecek olması (henüz var olmaması) Aristo’yu “yalnızca şu an mı vardır?” sorusuna itmiştir. Yani Aristo için önemli olan şimdiki zamandır. Aristoteles doğanın bir hareket ilkesi olduğunu savunduğundan, zamanın da hareketin gerektirdiği bir olgu olduğunu düşünmektedir. Aristoteles, mutlak zamana inanmaktaydı; yani iki olay arasındaki zaman aralığının açık bir şekilde ölçülebileceğine inanmakta ve bu zamanın kim tarafından ölçülürse ölçülsün aynı olacağını düşünmekteydi.
Herakleitos’a göre ise zamanın bir başlangıcı yoktur fakat sonsuz bir süreci vardır. Augustinus için evrenin ve zamanın bir başlangıcı vardır. Evren herhangi bir zaman diliminde değil zaman ile birlikte yaratılmıştır. Aristoteles’in zaman anlayışına paralel olarak Augustinus de zamanın, insanın değişimi fark etmesiyle algılanabildiğini savunmaktadır. Zaman üzerine yapılan felsefi incelemelerin hemen tümünde Augustinus’un şu sözlerine sıkça yer verilir: “Ondan söz edince kesinlikle onu anlıyoruz; bir başkası ondan söz edince de gene anlıyoruz. Öyleyse zaman ne? Eğer hiç kimse benden bunu sormasa biliyorum; ama soran kişiye açıklamak istesem bilmiyorum.”
Victor Bregeda
Newton, mutlak ve evrensel zamanın matematiksel olduğunu ve özünün dışsal bir öğeye bağımlı olmadan düzenli bir şekilde aktığını ifade etmiştir. Bu yaklaşıma göre, birey öznel olarak zamanı yavaş ya da hızlı hissedebilir. Buna rağmen zaman, aslında hep aynıdır. Saat, zamanın nesnel olarak kaydedilmesini sağlar. Mutlak zaman yaklaşımına göre, “şimdi” asıl gerçeklikte geçen zamandır ve evrenin her yerinde aynıdır. Geçmiş, tarihe gömülü silik anılardan oluşmuştur. Gelecek ise henüz belirmemiştir.
Einstein’a göre evrensel bir zamandan söz edilemez. Zaman ve uzay, başka herhangi bir şeyin türevleri değildir. Kendi özünde belirli bir varoluş gösterir. Uzay ve zaman bükülebilirdir. Zaman, nesnel olarak algılanamaz. Nesnel zamanın yerine geçen göreli zaman ölçümünde “şimdi” sonsuz küçüklükteki ayrımları olan parçalara ayrılarak sonsuz bir “şimdiler çoklusu” oluşur. İki olay arasındaki zamanın algılanışı, gözlemcinin hareketine bağlı olarak değişir. Newton’a göre zaman durmaksızın tek yönde akarken; Einstein’a göre zaman, olaylara anlam veren ve onları oluşlarına göre sıralayan bir boyuttur .
Michael Lang, Time
Martin Heidegger, fizikteki zamanın ölçme niteliğine vurgu yapar. Ölçme, herhangi bir şeyin ne zaman ve ne kadar zamanda olduğunu ya da olacağını bildirir. Zaman, tek biçimli ve bağdaşıktır. Zaman iki değişik andan, üzerine öğrendiğimiz biri “önce” diğeri “sonra” olan herhangi bir anın belirlenebildiği bir şeydir. Her “önce” ve “sonra” “şimdi” tarafından belirlenmektedir. Şimdi’nin kendisiyse keyfidir; saatin gösterdiği şimdinin, şu an’a özgü saptamasıdır.
Dorothea Tanning, On Time Off Time, 1948
9. ve 12. yüzyıllar arasında ortaya çıkan İslam felsefesinde de zaman, tartışılan konular arasında yer alır. Ortaçağ Avrupa’sında Alchindus olarak bilinen ilk Müslüman filozof Kindî, zamanın yaratılmış olana ait olduğunu, her şeyde bulunduğunu ve varlığının hareketin varlığıyla anlaşıldığını savunur. İslam felsefesinde zaman kavramını sistemli bir şekilde ele alan İbn-i Sînâ, zamanın zihin tarafından belirlenen anların süreksizliğiyle kavranabileceğini düşünür. İbn-i Rüşd ise zamanın anlaşılabilmesi için, zamanın da mekan gibi doğası gereği hareket edebilecek varlıklar için söz konusu olduğundan, zamanla hareket arasında bir bağlantı kurulması gerektiğini savunur.
Steve Hester, Time Travel
Zaman kavramı aslında ne zaman başlıyor bilmiyoruz. Bizden önce zaman vardır; ama belki de o zamanın bizimle alakası yoktur. Bizim için zaman bizim doğumumuz ile başlayıp ölümümüzle biten bir şeyse, bireylere bağlı olduğu için, birey varken var yokken yoktur. Lakin hep sormak zorunda kalıyoruz, o nedir ve nerededir?
İnsan hep gelecek tasarımıyla, henüz yaşanmamış olası gerçekliklere ilişkin beklentileriyle birlikte hayatını sürdürür. Zaman o noktada, henüz olmayan ama onu kendine çeken bir güç olarak vardır. Halbuki yaşamın bizatihi kendisi gerçekte yaşandığı “an”dır ve şimdidedir. İnsan yine aynı soruyu sorar: Nedir bu zaman? Teorik ilgi ve düşünme burada başlar. Hemen her insanın gerçeği olan bu olguyu felsefenin ele almaması düşünülemezdi. Mademki o en temelde yatan bir şeydi, bir hakikat arayışı olarak felsefe onun özsel doğasını soruşturmalıydı. Zaman tartışması buradan doğdu. Zamanın var olduğu kabulünün nesnedeki temelini aramadan onun doğasını keşfe çalışmak, zamanı bilme çabalarını sonuçsuz bırakır. Zaman bilfiil gerçeklik olarak mevcutsa eğer, onun doğası yine kendinde barınıyor demektir. Çünkü gerçekten var olan, kendisi olarak ve doğası kendinde olarak var olandır. Kendi doğası kendinde olmayan bir var olan kendisi olmayandır. Öyleyse bu var olan, varlığını onayladığım bir var olan olmaz ve başka bir şey olmuş olur. Bu nedenle zamanın doğası onun varoluşunda aranmalıdır.
Glen Ranowski, Time After Time
Zaman, apaçık varoluş tarzı ile var değildir. Farklı görünümleri zaman ile bağıntı içine sokmaktayız. Bu da şunu göstermektedir: Zamanın görünümü ile hakikati arasında kopukluk vardır. Bu nedenle, zamanın özsel doğasını zamana ilişkin yahut bizzat zamana ait çeşitli görünümlerden adeta süzerek çıkarmak, bu görünümlerle onun hakikati arasındaki kopukluğu yahut -varsa- çelişkiyi ortadan kaldırabilir. Belki de bu görünümlerin bizatihi kendileri vardır. O takdirde bu demektir ki gerçekten var olan, zaman diye adlandırılan bir şey, varlık, varoluş ya da güç değil, bu görünümlerdir. Var olduğuna hükmedilen “zaman” ise, bilincin üst-genel tasarımından başka, yani sadece türetilmiş bir kavramdan başka bir şey olmamış olur.
Jelena Janic, Time Travel
Zamanın ve uzayın ne olduğu üzerine kafa yormayı sürdürsek de kendimizi bu hayalden alıkoyamıyoruz. Ama bu düşü kuranlar yalnızca bilimkurgu meraklıları değil, birçok bilim insanı konuyu ciddiyetle ele alıyor ve bunun olabileceğini savunuyor.
Einstein’ın Genel Görelilik kuramından esinlenen kuramcılar çeşitli zaman makinelerini kâğıt üstünde çalıştırıyor; ama bu kuramın yetersizliğine dikkat çeken ve zamanda yolculuğun olanaksızlığını savunan bilim insanları da boş durmuyor… Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın çalıştırılmaya başlaması geçmişe dönme hayallerini de ateşledi; çünkü yapılacak deneylerde mini zaman tünellerinin oluşma olasılığı var. Oysa “Geriye dönüş yok!” diyenler nedensellik ilkesini öne sürüyor ve son olarak sicim kuramıyla savlarına destek arıyor. Ortada şimdilik düğmesine basılıp bizi geçmişe taşıyacak bir zaman makinesi yok; ancak bu heyecanlı ve karmaşık yolculuğa iki farklı cepheden bakmakta yarar var.
Elizabeth Kenney, Time Travel
Zamanda yolculuk düşüncesi, beraberinde getirdiği bir dizi paradoksla da baş etmeyi gerektiriyor. Çok bilinen bir örnekle başlamak gerekirse, büyükbaba paradoksunu ele alabiliriz. Bir zaman makinesine atlayıp geçmişe, atalarınızdan birini öldürmeye gittiğinizi varsayın. Bu durum, sizin dünyaya gelmenize yol açacak olayları engellemek anlamına gelecektir. Eğer büyükbabanız ölürse, anneniz ya da babanız doğamayacak, dolayısıyla geçmişe gidip onların babasını öldüren birisi de hiç dünyaya gelemeyecektir.
Başka bir paradoks da şöyle: Birisinin size şimdiye kadar duyduğunuz en iyi fıkrayı anlattığını düşünün. Sizin de yine bir zaman makinesine binip bir hafta geriye, bir partiye gittiğinizi ve bu fıkrayı partidekilere anlattığınızı varsayın. Bu şekilde fıkranın ağızdan ağza yayıldığını ve tam da bir hafta sonra size ulaştığını düşünün. Dilerseniz döngüyü baştan alabilirsiniz… Ancak şu soruya yanıt vermek güç olacaktır: Bu fıkra nereden geliyor?
Bu paradoksların temelinde, nedensellik ilkesinin ihlal edilmesi yatıyor. Sonucun, her zaman nedeni izlediğini dile getiren temel bir ilke bu… Zaman makineleri, yalnızca kuramsal düzlemdeyken bile bu ilkeyi ihlal ettikleri için birçok fizikçinin adeta kâbusudur… Yine de bu makinelerin neden çalışamayacağına ilişkin doyurucu bir yanıt bulmak zor. Şu ana kadarki en tatmin edici açıklama Stephen Hawking’in “zaman sıralamasının korunması sanısı”. En kısa açıklamasıyla evrenin kendisini koruyan bir zaman polisine sahip olduğunu dile getiren bu “sanı”, herhangi bir şekilde zamanda yolculuğa çıkıp geçmişi alt üst etmeye niyetlenecek bir zaman makinesinin önüne mutlaka bir engelin çıkacağını ileri sürüyor. Ne var ki fizik yasalarında böylesi polislere rastlanmıyor! Bu nedenle zaman sıralamasının korunması sanısı, şimdilik bir temenniden ibaret…
Alpna Kataria, Tıme Travel
Evrenin, gözümüzden kaçan öteki boyutların içinde sürüklenen, dört boyutlu bir zar şeklinde olduğu ve algıladığımız tüm parçacıklarla kuvvetlerin bu dört boyuta takıldığı şeklindeki bir düşünceden yola çıkan kimi sicim kuramcıları da var. Bu nedenle dördün üstündeki boyutlara ilişkin somut bir düşüncemizin olamadığını ancak bunun, bu zarın 10 boyutlu bir uzay zamanda ya da yığında yüzdüğü gerçeğini de değiştirmeyeceğini ileri sürüyorlar. Bu durumda daha yüksek boyutlara çıkan kestirmelerin var olma olasılığı da beliriyor. İşte, zamanda yolculuğu sicim kuramı içinde olanaklı kılabilecek şey de bu kestirme yollar.
Manoa’daki Hawaii Üniversitesi’nden fizikçi Heinrich Pas ve arkadaşları, böyle bir yolculuğu olanaklı kılabilecek uzay-zaman modelini, “düz bir zar şeklindeki evrenimizin içinde yüzdüğü ve boyutları önemli oranda bükülmüş bir yığın” olarak ele alıyor. Zar düz olduğu için Özel Görelilik burada, yani evrenimizde geçerliliğini sürdürürken beşinci boyuta ve ötesine geçebilenler Özel Göreliliğin temel ilkelerinden birini, ışık hızının geçilmezliğini ihlal edebilecekler. İşte, bu da zamanda yolculuk anlamına gelecek. Yığından zara geri dönüldüğünde zamansal bir eğrinin kapanması gerçekleşmiş olacak.
Michael Sismanidis, Time Travel
Sicim Kuramına gelirsek: Buna göre evrenimizi oluşturan tüm yapıtaşları, zara bağlanan sicimler şeklinde temsil ediliyor. Bu da beşinci boyut üzerinden açılacak kestirme yolları engelliyor. Ama bunun iki istisnası var: gravitonlar ve steril nötrinolar. Sicim kuramında kapalı sicimler olarak temsil edilen bu ikili, herhangi bir şekilde zara bağlı değil ve yığın üzerinde hareket etme şansı var. Bu nedenle bir steril nötrino, bir noktadan yollandıktan sonra kestirmeden ve ışık hızından daha hızlı giderek beklenenden önce hedefe varabilir. İşte, Pas ve arkadaşlarının zamanda yolculuk senaryosu buna dayanıyor. Ne var ki bugüne kadar ne bir graviton de ne bir steril nötrino gözlenebildi. Bu senaryonun denenebilmesini sağlayacak bir teknolojiye de en az 50 yıl uzakta olunduğunu, Pas kendi ağzıyla söylüyor. Ayrıca bu denemede beşinci boyutu bükecek bir egzotik maddeye de gerek var. Ama Pas, Genel Göreliliğe dayanan öteki zamanda yolculuk senaryolarından daha makul bir senaryo ortaya attıklarını, varlığından kuşku duyulan egzotik madde için de mantıklı bir açıklama getirdiklerini vurguluyor.
Duy Huynh, Waiting for Time to Fly
Sicim kuramı, bazı araştırmacıların zaman makinelerine karşı açtıkları savaşta işe yaramış bile Kaliforniya Üniversitesi’nden Petr Horava işe somut bir örnekle, Gödel’in 1949’da ortaya attığı dönen evren modeliyle başlamış. Gödel’in Einstein’ın denklemlerine getirdiği bu sıradışı çözümün sonucu, her noktası bir kapalı zamansal eğri üzerinde olan bir evren modeliydi. Bu modelde doğru yönde ilerlendiğinde tıpkı bir zaman makinesinde olduğu gibi yola çıkılan ana geri dönülebilirdi. Horava ve öğrencileri sicim kuramı sayesinde hologram ilkesi adı verilen bir yöntemi kullanarak Gödel’in öne sürdüğü evren modelinin geçersizliğini ortaya koydular. Horava’nın sınıfındaki öğrencilerden Dyson, hazır eline kâğıt kalemi almışken biraz daha ileri gidip başka bir zaman makinesi senaryosunu da yine sicim kuramının eldeki verileriyle sınamaya koyulmuş. Jason Breckenridge, Myers, Peet ve Cumrun Vafa adlı fizikçilerin adlarının baş harfl eriyle BMPV karadeliği olarak anılan, Kerr karadeliklerinin beş boyutlu bir eşi olan, hızla dönen ve bu dönmeden dolayı kapalı zamansal eğrilerin oluşumuna yol açan bir karadeliği kâğıt üstünde oluşturmuş. Ancak Dyson, zaman makinesi oluşturmak üzere parçaları birleştirirken karadeliği kuramsal olarak bir arada tutan öğelerin planlanan gibi davranmadığını görmüş. Yaptığı tüm matematiksel hesaplar yapıyı istenen özelliklere taşıyamamış.
Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın (LHC) çalışmaya başladığı 2008 yılı, zamanda yolculuk için bir milat olabilir. Peki, nasıl? Moskova’daki Steklov Matematik Enstitüsü’nde çalışmalarını sürdüren iki Rus matematikçi, Irina Arefeva ve Igor Volovich temel olarak öne sürdükleri, LHC ile nedensellik ilkesinin sınanacağı ve bu sınamadan elden geldiğince çok yönlü yararlanmak gerektiği. Fizikçiler zamanda yolculuk için akla yatkın bir mekanizmayı bulmak için onlarca yıldır çaba harcıyorlar. Zaman ve mekânın nasıl davrandığına ilişkin bugüne kadarki en iyi açıklamayı Einstein’ın Genel Görelilik kuramına borçluyuz. Bu nedenle zamanda yolculuk için yine bu kuramda bir arıza bulmak gerekiyor. Olası bir zaman makinesinin planları ve çizimleri hâlâ kâğıt üstünde; fakat LHC ile –kazara bile olsa– onlarca yıllık hayaller gerçeğe dönüşebilir. LHC tam kapasiteyle çalışırken 27 km’lik çember boyunca hızlanacak parçacıkların enerjisi 7 TeraelektronVolt’a (TeV) çıkacak. Günlük yaşam için yüksek bir enerji sayılmaz; uçan bir sivrisineğin kinetik enerjisiyle hemen hemen eşdeğerde; ancak sivrisineğin trilyonda biri kadar küçük bir hacme sığdırıldığında, sıra dışı olmaya aday bir enerji.
Yuliya Zelinskaya, Time Travel
New Jersey’deki Princeton Üniversitesi’nden bir başka bilim insanı da hızlandırılmış parçacıkların zamanda yolculuk için bir yol açabileceğini söylüyor. J. Richard Gott’a göre birbirine doğru yönlendirilmiş yüksek enerjili parçacıklar az bir farkla birbirlerini sıyırıp geçerken yüksek hızları dolayısıyla taşıdıkları yüksek kütle-enerji, çevrelerindeki uzayı bükebilir ve büktükleri uzayların etkileşiminin sonucu kapalı bir zamansal eğri olabilir. Ne var ki Gott’un hesaplarının sonucu net değildi. Yapısı bozulan uzay-zaman, bir “zaman makinesi” yerine pekâlâ bir karadelik de yaratabilir; çünkü ikisi için de gerekli olan şey aynı: zaman ve mekândaki bir bükülme. İşte, Arafeva ve Volovich’in hesapları LHC’nin eşit olasılıkla solucan delikleri ya da mini karadelikler yaratabileceğini gösteriyor.
Ne var ki tüm bunlar yakın bir gelecekte zamanda yolculuk yapabileceğimiz anlamına gelmiyor. Başka bir zamana kapı açmak için önümüzde daha birçok engel var.
Kaynak
Zaman Kavramına Bir Bakış: Boş Olan Zaman Mıdır Yoksa İnsan Mı (A Research on the Concept of Time), , Zaman Nedir?, Zaman Kavramına Kuramsal Yaklaşımlar ve İnternet’te Şimdiki Zaman Olgusu1, Felsefe Tarihinde Zaman Düşünceleri, Zaman Üzerinde Felsefî Soruşturma, Zaman Metaforu Ve Zamanın İlgası Üzerine Bir İnceleme: Gülten İmamoğlu Resimleri, Zamanda Yolculuk