Aşağıdaki darbeyi en iyi anlatan romanlar listesini Doğan Hızlan, Cem Erciyes ve Semih Gümüş belirlemiştir.
1. Yaralısın, Erdal Öz, 1974
1975’te Orhan Kemal Roman Armağanı kazanan Yaralısın adlı ikinci romanında Erdal Öz, 12 Mart Muhtırası sırasında yaşananları, dönem Türkiye’sini, özellikle de cezaevlerinde yapılan işkenceleri bir fotoğraf karesi netliği ile yansıtarak detaylı bir şekilde anlatır. Yaralısın, sıkıyönetim zamanlarını, sorguya çekilen insanların gördüğü insanlık dışı işkenceleri yaşayan bir insanın ağzından anlatır. İşkence sonrası bir koğuşa getirilen olay kahramanının ismi yoktur, ne iş yaptığı bilinmez.
“Ulan biz de okuduk,” dedi yüksek sesle. “Biz de yüksek okul bitirdik, ne yani!” Kızgındı. Vurmasını bekliyordun. “Bize de sizlere okutulan kitapları okuttular. Bir sürü kitap okuduk. Biz de biliriz kitabın değerini.” Bunları derken, ortadaki kitap yığınına yaklaşmıştı. Ter kokusu, ahır kokusu uzaklaşıyor diye sevinmiştin, ama… “Sizin kafanızı bozmuşlar, kafanızı!” diye bağırdı ve birden, yığının ucunda, tam önünde duran kırmızı ciltli kalınca bir tarih kitabına olanca gücüyle bir tekme yapıştırdı. Kitap, yeri sıyırarak kaydı, kapının yanında, duvarda patladı. “Ya bu kafayı değiştirirsiniz ya da kafanızı koparırız, anladın mı?” Köşede, duvarın dibinde kırmızı cilt kapağından kopup ayrılan, iki yana açılıp kalan sayfalar, birbirinin üstünden fısıltıyla kayıp kapandılar. O anda dünyanın bir köşesinde, akşamın o ayrılık saatinde bir çiçek sessizce taç yapraklarını kapatıp sonsuz uykulara daldı; bir günlüğüne doğmuş, bir günlük doyumsuz yaşamını tamamlamış küçücük bir çiçek boynunu büküp öldü. Sonra o ayrılık saati gelmiş olmalı ki, her şeyin altüst edildiği odalardan çuvallara tıka basa doldurulan kitaplarla birlikte seni de alıp götürdüler. Götürülüşün böyle oldu.”
2. Şafak, Sevgi Soysal, 1975
Sevgi Soysal’ın Şafak adlı romanı yazarın toplumsal, siyasal dönüşümü açısından olgunluk dönemi ürünü de olsa, dönemin deneyimlerine kadınlık durumunu eklemlemesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Bir yandan 12 Mart dönemi işkencelerindeki kadınlık deneyimlerini yansıtırken, bir yandan da sol ideolojinin kadını cinsiyetsizleştirerek erkekleştiren veya geleneksel ataerkil rollere indirgeyen bakış açısını da ortaya koyar.
“Komünizmi övme suçundan mahkum Oya, aslında şişmanlamamak korkusuyla yemediği çukulataları Cevdet’e veren, para karşılığında çamaşırlarını yıkayacak bir Firdevs bulduğuna sevinen, tahliye olduktan sonra çukulatasız ve babasız bir Cevdet’i ardında bırakıp unutan biri. Bu da suçluluk için yeterli, fazlasıyla.”
3. Dar Zamanlar Üçlemesi, Adalet Ağaoğlu
Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesi, Ölmeye Yatmak (1973), Bir Düğün Gecesi (1979) ve Hayır (1987) adlı üç romanını içerir. Ölmeye Yatmak ölü bir kabuğa dönüşen benliğinden sıyrılmayı deneyen Aysel’e, Bir Düğün Gecesi bir ikiyüzlülük geçidine dönüşen törenin üyelerine, Hayır ise artık yaşamının her anlamda kıyısına çekilmiş Aysel’e odaklanmıştır.
Adalet Ağaoğlu, Dar Zamanlar üçlemesinde, 1938’den 1980’lere uzanan dönemin toplumsal, politik dönüşümlerini, aydınlar arasından seçtiği karakterlerin kimliklerine yönelik sorgulamalarıyla yansıtmayı seçmiştir. Bir Düğün Gecesi de 12 Mart romanları arasında sayılır, fakat biçem olarak diğerlerinden ayrışır ve özgündür. Diğer 12 Mart romanlarında kontrgerillayı, cezaevlerini, sıkıyönetimi anlattılar yazarlar. Bir Düğün Gecesi’nde ise darbenin getirdiği duygusallıklardan kurtulmuş toplumsal gerçeğe daha nesnel bakabilen karakterler söz konusudur. Üçüncü roman Hayır, 12 Eylül 1980 sonrası bir eser olarak daha farklı bir sese sahiptir. Aynı toplumdaki aydınlar gibi Doçent Aysel de kırılmış, dökülmüş biridir artık.
“Ülke kaynıyor. Siz hala oturunca, ‘Anne, arayamadık sizi… Evin eşyaları değişecekti…’ diyorsunuz. ‘Anne, canımız burnumuzdan geldi. Bizim Gaziosmanpaşa’daki arsaya gecekondular yerleşmiş, uğraş da uğraş…’ diyorsunuz. Ben şurda bir gencin vurulduğunu, burda bir arkadaşımın tutuklandığını söylüyorum. Hiç duymuyorsunuz sanki, “Kavunlar ne tatsız çıkıyor bu yıl,” diyorsunuz. Başınıza o kavunlardan birini fırlatmak istiyorum.” (Dar Zamanlar Üçlemesi – Bir Düğün Gecesi)
4. Ziverbey Köşkü, İlhan Selçuk, 1987
12 Mart 1971 askeri muhtırasında gözaltına alınan İlhan Selçuk işkence günlerini, kaleme aldığı Ziverbey Köşkü adlı kitabında anlattı. Ziverbey Köşkü’nde işkence altında olduğunu, akrostiş yöntemini kullanarak ifadesinin içine gizlice yazdı. Daha sonra yaşadıklarından yola çıkarak köşkün adını taşıyan bir kitap kaleme aldı. “İlhan Selçuk, Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı kontrgerilla örgütünün karşısında bulunuyorsun. Sen bizim tutsağımızsın. Burada anayasa, babayasa yoktur. Örgüt seni ölüme mahkum etmiştir. Sana istediğimizi yapmaya yetkiliyiz.” satırlarıyla da insanlar, kontrgerillanın varlığından, Ziverbey Köşkü’ndeki işkence merkezinden haberdar oldu.
“Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım. Ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz. Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun.”
5. Ve İhtilal, Altan Öymen, 2013
Gazeteci, aydın ve siyasetçi kimliğiyle tanınan Altan Öymen’in Ve İhtilal adlı eseri, kendi anılarını kaleme aldığı -kendisinin anılı kitap olarak adlandırdığı- dörtlemenin son kitabını oluşturmaktadır. 1955-1960 arasındaki süreçte Türkiye’de ortaya çıkan siyasi kutuplaşmanın yarattığı gerilimleri yakından takip etmiş bir gazetecinin gözlemlerine dayanarak ortaya koymaktadır. Kitap 1955 yılındaki 6-7 Eylül olaylarından, 1960 yılının 27 Mayıs’ına kadarki beş yılı anlatıyor. Ve böylece, bir önceki üç anı kitabına eklenen Ve İhtilal’le 1930-1960 arasındaki, yaklaşık otuz yılın hikayesini tamamlıyor. Kitap tümüyle belgesel olmakla birlikte anı kitapları gibi roman tadında okunurluğu olan bir yapıt.
“Bugün rahmetle andığımız Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’a uygulanan idam cezalarına gösterilen haklı tepkiler, o iki döneme de objektif bir şekilde bakmayı büsbütün güçleştirmiştir. Şimdi sanıyorum, 27 Mayıs 1960’tan yarım yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra, o günün öncesini de, sonrasını da daha soğukkanlı ve objektif ölçülerle değerlendirmek mümkündür… Aynı zamanda gereklidir de… 27 Mayıs 1960 gününden sonraki dönem gibi, o günden önceki dönemde de neler olduğu, bugünkü nesiller tarafından iyi bilinmelidir.”
6. Son Ada, Zülfü Livaneli, 2008
Alegorik bir roman olan Son Ada, 2009 yılı Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. Tahsin Yücel başkanlığındaki Seçici Kurul, toplumsal sorunlara gerçekçi yaklaşımını fantastik bir anlatımla yansıtmadaki başarısı nedeniyle romanı bu ödüle değer gördüğünü açıkladı. Son Ada romanında, varlıklı bir adamın satın aldığı doğal zenginliklerle dolu küçük bir adada, kendi kaynaklarıyla geçinen 40 evden oluşan bir topluluğun arasında darbeci bir devlet başkanının yerleşmesiyle yaşanan kurgusal olaylar anlatılır; çevreci ve siyasi mesajlar verilir.
“Başkan’ın hayatımızdaki varlığını her geçen gün biraz daha hissetmemize karşın, biz olayları görmemeyi, her zamanki saf tavrımızla gelişmeleri iyiye yormayı sürdürüyorduk. Belki de söyledikleri doğruydu, o adada kentlerden, uygarlıktan uzakta yaşayarak yabani insanlar haline gelmiştik. Şimdi geriye doğru baktığım zaman, bu tavrımızın aşırı bir tembellikten, uyuşukluktan kaynaklandığını açıkça görebiliyorum. Hiçbir şeyi protesto etmiyorduk, karşı çıkmıyorduk. ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!’ diyor ama yılanın bize de dokunacağını hesap edemiyorduk.”
7. Resul, Hüseyin Kıran, 2006
Üniversiteyi politik nedenlerle bırakmak zorunda kalan ve aynı nedenlerle 10 yıl cezaevinde kalan Hüseyin Kıran’ın ilk romanı Resul, sıradan bir adamın sıradışı hikayesini anlatan kara bir anlatı örneğidir. Kapalı, güç okunan, kendini kolay ele vermeyen bir metindir Resul. Kullanılan dilin ve kurulan biçimin özellikle böyle olmasının tercih edildiği, metnin kendini kolay ele vermezliğinin bilinçli olarak kurgulandığı anlaşılmaktadır. Kullanılan metafor ve göndermeler, çok katmanlı bir anlam yapısı olarak ortaya çıkmaktadır.
“Acı, acı çeken beden değil sanki bu arsız bu her şeye karışan her şeyi karıştıran sanki becerebilirmiş gibi her şeyi anlamaya çalışan bilinç. Gövdeden kurtulmak mümkün, bilinçten değil… O zaman acı da olmayacak. Sadece yaşamak olacak. Acıyı duyan gövdeyse bile acı çeken bilinç, ondan kurtulmalı. Bilinci karıştırmamalı, ya da eğer bilinci susturamıyorsak gövdenin yaşaması bastırılmalı; salt bilinç olarak kalmalı.”
8. Büyük Gözaltı, Çetin Altan, 1973
1965 – 1969 döneminde Türkiye İşçi Partisi milletvekili olarak TBMM çatısı altında çok ses getiren sosyalist bir muhalefet sergilemişti Çetin Altan. Mecliste sergilediği radikal muhalif duruş ve yazıları yüzünden, 300 tanesi ağır ceza mahkemelerinde olmak üzere, hakkında sayısız fikir suçu davası açıldı. Adalet Partili milletvekilleri tarafından, Nazım Hikmet’i övdüğü gerekçesiyle TBMM’de yaptığı bir konuşma sonrası toplu darpa maruz kalan Çetin Altan bu saldırı sonucu bir gözünü kaybetti. 12 Mart darbesi ile birlikte cezaevine giren Altan, daha sonra 12 Mart’la ilgili olarak yazılan ilk roman niteliği taşıyan Büyük Gözaltı’yı yayımladı. 1973 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanan ve pek çok dile çevrilen Büyük Gözaltı otobiyografik niteliktedir.
“Söyleyin kimi öldürdünüz?” “Biliyordum, nasıl olsa söyleteceklerdi kimi öldürdüğümü… Önce dövecekler, tırnaklarımı sökecekler, sonra çırılçıplak soyarak ellerimi ayaklarımı bağlayacaklar ve hayalarımdan elektrik akımı geçirecekler. Bu akşam, yahut yarın akşam, yahut öbür akşam hep birlikte giriverceklerdi odaya. Ne kadar dayanabilirdim ki söylememek için. Belki hayalarıma el atıncaya kadar. Sonra? Sonra, “Evet diyecektim öldürdüm.”
9. Yüz: 1981, Mehmet Eroğlu, 2000
12 Eylül darbesini ve darbe sonrası ortaya çıkan siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik durumu toplumcu gerçekçi bir noktadan eleştiren romanların başında Mehmet Eroğlu’nun modern bir hicivname olarak değerlendirebileceğimiz Yüz:1981 adlı romanı gelir. Mehmet Eroğlu, 12 Eylül 1980’deki askeri darbeden sonra ortaya çıkan insan tipinin olumsuz nitelikler taşıdığını düşünmektedir ve bu nedenle askeri darbeden sonra toplumu oluşturan bireylerde olumsuz özelliklerin ön plana çıktığını belirtmek için olumsuz özellikler taşıyan başkahramanına ad vermemiştir. Roman ilerledikçe 12 Eylül sonrasında toplumumuza zorla dayatılan hayat ve insan tipinin belirgin bir resmi ortaya çıkar; toplumsal vicdanımızın nasıl sığlaştığı, insanların insanlık yerine kendilerini koydukları, kendilerini sevmekten başka bir şey olmayan hayat tarzı gözler önüne serilir.
“Tekrarlıyorum: Ben suçsuzum. Suçluysam bile, unutmayın, en çok sizinki kadardır bu… Hiçbir hayatın başrolünü oynamaya kalkışmadım; kendiminkinin bile. Bu durum beni ne utandırıyor, ne de görevini savsaklayanlara karşı o üstü örtülü suçluluk duygusuyla yüklüyüm. Derler ki geçmişe sığmayan, anılaştıramadığımız inatçı hayatlar kendini yazdırır; ötekiler yani kağıda dökülemeyenler yaşamakla tükenirler, çünkü kalıcı özleri yoktur.”
10. Devrimciler, Kaan Arslanoğlu, 2006
İşkence, 12 Eylül’ün belleklerden silinmeyen anıları olarak darbeden uzun yıllar sonra yazılan romanlarda bile baskın temalardan biri olmuştur. İşkencenin ve cezaevi temalarının en belirgin olarak Devrimciler romanında Kaan Arslanoğlu’nun uzun ve ayrıntılı ama yansız tutumuyla ortaya konduğu görülmektedir. İşkenceyi tüm detaylarıyla Devrimciler’de irdeleyen Arslanoğlu, örgütün liderlerinden biri olan Bedri’nin bir kuyumcu soygununu yönetmesinin ardından fakültedeki sınavlarına girmek için üniversiteye giderken polis tarafından gözaltına alınmasıyla başlayan zorlu süreç üzerinden anlatır.
“Ağzının yara içinde kaldığı, burnundan iltihap aktığı ilk günlerde ortamın tamamlayıcı bir unsuru olmuştu tuhaf tuhaf pis kokular. Ardından duvarın o kendine has kokusu egemen olmuştu tüm kokulara. Zaten gözleri perdeli bu insanlar için yalnızca sesler, kokular ve acılar vardı bu dünyada, hepsi de abartılı boyutlara ulaşan duyumlarıyla. Yer yer sıvaları çıkmış, yüzlerce binlerce kişinin kafasını, yüzünü, sırtını dayadığı duvarın kokusu…”
Kaynak
Erdal Öz’ün Hayatı ve Eserleri, Toplumcu Bir Retorikten Kadın Sorunsalına: Sevgi Soysal, Dermansız Dert Dinleme Uzmanı, Devletleşen kontrgerilla, kontrgerillalaşan devlet, Altan Öymen, Ve İhtilal, Yüz: 1981 ve Kusma Kulübü’ndaki Başkahramanların Karşılaştırmalı İncelemesi, Türk Romanında 12 Eylül Darbesi
Gun
Kitap tanıtımlarını beğendim