Harem’de yaşayanlar geride yaşadıklarını sözlü ya da yazılı olarak bırakmamışlar. Dolayısıyla da haremi anlatan eserler çoğunlukla Osmanlıları anlatan Avrupalı gözlemciler tarafından yazılmıştır.
17.yüzyıldan sonra ise Avrupalı gezginler, büyükelçiler ve saraylarda padişaha hizmet etmiş olan esirler de haremi anlatan eserler yazmışlardır. Hareme girişin fiziksel olarak çok güç olması ve içeriden dışarıya herhangi bir bilgi sızmaması nedeniyle söylenti, fantezi, belki biraz gerçeğin karışımından oluşmuştur bu eserler.
Harem’den Görüntü, Quintana Olleras, 1851 – 1919
Harem sözcük olarak, dokunulmaz, kutsal anlamına gelir. Nitekim Mekke’de Ka’be bölgesinde ihramsız girilemeyen yere Harem-i Şerif denildiği gibi gayrimüslimlerin girememesi anlamında Mekke ve Medine’ye de Haremeyn denilmektedir. Topkapı Sarayı içerisinde bulunan Harem, Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılmıştır. Orhan Bey döneminde cariyeler varsa da Fatih Sultan Mehmed döneminde bunların sayısı artmıştı. Fatih Sultan Mehmed’in devleti yeni kanunnamelerle imparatorluk haline getirmesinin bir sonucu olarak cariyelerin yaşadığı harem önem kazanmıştır.
The Reception, John Frederick Lewis, 1805 – 1875
Fatih’in ilk sarayı, bugünkü lstanbul Üniversitesi bahçesindeydi. Fatih, sonradan Topkapı Sarayı’nı yaptırdı. Ondan sonra Eski Saray tamamen kadınların yaşadığı bir saray oldu. Ölen padişahın bütün harem halkı eski saraya nakledilir, Topkapı Sarayı’na yeni padişahın kadınları alınırdı. Gebe kalan cariye de, yeni saraydan eski saraya gönderilirdi. Kadınlara düşkünlüğü ile bilinen III. Murad (1574 – 1595) döneminden sonra harem halkı sayıca çok artmıştır.
A Dance In The Harem – J.G. Delincourt
Padişahın şahsında devletin en mahrem alanını teşkil eden Harem’in kendine has kuralları vardı. Düzenin, sessizliğin, itaat ve saygının ilişkilerine egemen olduğu harem ağaları, hasekiler, kalfa kadınlar, dadılar, doktorlar, ebeler ve cariyeler arasında iyi işleyen bir iş bölümü ve terfi sistemi vardı. Saraya yeni alınan esir kıza acemi denir; acemilik döneminde kendisine önce Türk-İslam adetleri ve adabı, dikiş nakış, rakkaslık, hanendelik, sazendelik veya kıssa-hanlık, yani hikaye anlatma sanatı gibi konular öğretilir. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükseltilir. Esnaf diliyle şagirt olur, sonra kalfa ve usta derecelerine geçer; gedikli denirdi. Cariyeler, iç oğlanlar gibi iki geniş odada yan yana yatarlar, her 5 kız arasında yaşlı bir kadın yer alırdı. Cariyelerden isteyen, zamanı geldiğinde çerağ edilerek, Enderun’dan biriyle de evlendirilirdi. Gedikli, doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir; onun Harem’de yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerini görürdü. Hünkarın beraber olduğu gedikli ise ikbal veya haseki adıyla yükselirdi. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın kadını olurdu. Tanzimat Dönemi’nden sonra hasekilere, Kadınefendi denmeye başlandı. Kadınefendiler, baş kadın, ikinci kadın diye kendi aralarında sıralanırdı. Padişahın zevcesi sayılan her kadına bir daire ayrılırdı. Çocuk doğuran haseki, ayrıcalık kazanırdı. Bu hiyerarşide her cariye kadının belli bir maaşı ve giysisi olurdu. Hünkar kadın efendilerin elbisesi kürkle süslenirdi.
Jean Baptiste van Mour – 18 yy
Valide Sultan, padişahın annesidir ve Harem’i yönetir. Padişah öldüğü zaman o da dışlanırdı. Oğul annesi Haseki Sultan, tek oğlu padişahlığa gelemez ya da ölürse o da dışlanırdı. Haseki Kadın, kız annesi olana denir. Gözde ya da gedikli, Harem okulunun ayrıcalıklı mezunlarıydı. İkbal ya da hasodalık, padişahın beraber olduğu kadınlar eğer çocuk doğurursa haseki oluyordu. Gözde ya da gedikli, Harem okulunun ayrıcalıklı mezunları. Cariye, eğitimine yeni başlananlara denirdi. Çok az bir bölümü mezun olabiliyordu, geri kalanlar çerağ edilerek evlendirilirdi. Harem Ağaları ve kadın hizmetkarlar ise Müslümanlar’ın köle edilmesi yasak olduğundan yabancılardan seçilirdi.
A Visit To A Harem – Henriette Browne – 1860
Çağatay Uluçay, Harem isimli kitabında şöyle diyor: “Padişah kadınları okuma yazma biliyorlardı. Hemen hemen hepsinin odasında bir kitaplık vardı. Bunların, çoğu zaman günlerini okumakla geçirdikleri sanılıyor. Okumanın yanında cariyelerin bazı müzik aletlerini çalmayı, şarkı söylemeyi, oyun oynamayı öğrendikleri de kesindir. Bunların dışında cariyeler, dikiş dikmesini, dantela işlemesini, örgü örmesini de iyi biliyorlardı. Bunları, bugün onlardan bize kalan eşyalardan ve elbiselerden görüp anlayabiliyoruz. Bu sebeple harem bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır.”
Kızlar Ağası – Francis Smith (1722 – 1822)
Harem’de koruma ve disiplin işlerini gören zenci Hadım Ağaları idari kadroyu oluştururdu. Onlar, zenci Darüssaade öbür adıyla Haremağası’nın veya Kızlar Ağası’nın emri altındaydılar. Cariye odalarının nezareti, maaşların dağıtımı, kapıların muhafazası hatta harem imamlığı bu hadım ağalarının göreviydi. 16. yüzyıl sonlarında Mekke, Medine ve Sultan Vakıfları’nın idaresinin Valide Sultan’a, dolayısıyla Darüssaade Ağası’na verilmesi sonucu, nüfuzları arttmış, tüm Enderun’un hakimi durumuna gelmişlerdir.
Mesireye giden son Harem ağaları ve Harem halkı
Padişah, cariye kökenli kadınlarla evlendiği zaman genel kural olarak onunla nikah yapmazdı. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’a kıydığı nikah, Sultan I. İbrahim’in 1648’de cariyesine kıydığı nikah, Genç Osman’ın 1622’de Ukayla Hanım’a kıydığı nikah veyahut Sultan Abdülmecid’in 1850’lerde Bezmiara’ya kıydığı nikah bu kuralın istisnalarıdır.
Türk Haremi’nde Bir Sahne – Hans Ludwig von Kuefstein – 1654
Saray içerisinde yer alan Harem’de yaşayan kadınların en kıdemlisi ve etkilisi padişah anneleri olan Valide Sultanlar’dı. Philip Mansel’e göre bu unvanı resmen ilk alan kişi II. Selim’in hasekisi III. Murad’ın da annesi olan Nurbanu Sultan, sonuncusu ise Abdülmecid’in kadın efendisi olan V. Murad’ın annesi Şevkefza Sultan’dır. Valide Sultan’a saygının gereği olarak izin verilmedikçe huzurunda konuşulmaz, el pençe divan durulur; gelinleri olan haseki ve kadınlar ise onun huzuruna Harem üniforması olan entariyle çıkarlardı. Bu saygın konumuna paralel ekonomik güce de sahip kılınırdı. Valide Sultan, imparatorluk içinde Vezir-i Azam’da dahil olmak üzere en yüksek maaşı alırdı. Bunların dışında ayrıca paşmaklık ve son dönemlerde tahsisat-ı hümayun adı altında belli düzeyde bir gelir tahsis edilir ve dahası onların şahsi sermayeleriyle özel çiftlik ve arazi sahibi olmalarına müsaade edilirdi. Bayram, düğün, doğum gibi vesilelerle dağıtılan ayni ve nakdi hediyelerden de payları olurdu.
Rudolf Swoboda’nın 1914 Tarihli Harem Tablosu
BAZILARI OSMANLIYA NEDEN ÖZLEM DUYUYOR? BU ARAŞTIRMA YAZILARINI, METİNLERİNİ İYİ OKUYUN, İNCELEYİN, ANLARSINIZ.