Menu

Türk Çocuk Edebiyatı’nın 15 Önemli Kitabı



Hasan Ali Toptaş, Aziz Nesin, Yaşar Kemal başta olmak üzere ünlü Türk yazarların çocuk edebiyatı alanında yazdıkları kitaplardan etkileyici alıntıları derledik.

1. Hasan Ali Toptaş – Ben Bir Gürgen Dalıyım

Ben Bir Gürgen Dalıyım masalsı bir çocuk romanı. Bir gürgenin ümitleri, kaygıları nelerdir biliyor musunuz? Hangi hayallerle, düşlerle dalar rüyalarına? Büyüyünce bir oyuncak mı olmayı ister, bir gitar mı? Son dönem Türk edebiyatının en önemli isimlerinden Hasan Ali Toptaş’ın ilk çocuk kitabı Ben Bir Gürgen Dalıyım’ı okurken çocukların güzelliğini, Beşparmak Dağları’nda yaşayan bir gürgenin çocuksu saflığında bulacaksınız.

hasan ali toptaş, ben bir gürgen dalıyım

“Artık kendimi tutamayıp ikide bir iç çekiyor, durup dururken hüzünleniyor, ya da gözlerimi bir noktaya dikerek dalıp dalıp gidiyordum. Bu halim dikkatini çekmiş olmalı ki, “Sana neler oluyor böyle?” diye sordu bir gün köknar.
“Daha önce de söyledim ya,” dedim ona, “insanlardan korkuyorum. Hem de bu korkum, dallarım uzadıkça artıyor…”
“İyi de, yalnızca sen misin korkan?” dedi köknar. “Şu gürgenler insanlardan korkmuyor mu sanki? Şu kestaneler, şu ladinler, şu çamlar ve ardıçlar korkmuyor mu? Hatta, epeyce yaşlı olduğu halde, ta oradaki çalılıkların içinde duran ak sakallı meşe bile korkmuyor mu?” Susmuştum gene. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilmiyordum.
“Bence korkunun ecele faydası yok” dedi köknar öfkeli bir sesle. “Keşke insanlar dünyayı sevmeyi öğrense, yaşadıkları topraklarda misafir olduklarını anlayıncaya ve çocuklarına daha yeşil bir gelecek hazırlamanın bilincine erişinceye kadar, ne yazık ki bu katliam böylece sürüp gidecek!”

2. Oktay Akbal – Dondurmalı Sinema

“Hikayemin bugünün insanlarına bir masal gibi geleceğini biliyorum. Ama ben bu masalın içinde yaşadım” diyerek enfes bir giriş cümlesi kuran Akbal, İkinci Dünya Savaşı öncesinin Türkiye’sini, sakin yaz günlerini ve beyaz pantolonlu bir çocuğun renkli dünyasını anlatır Dondurmalı Sinema’da.

oktay akbal - dondurmalı sinema

“Benim uzun savaş yıllarında karanlık gecelerde ekmek fırınlarının önünde, insanlardan, onların büyüklüğünden, iyiliğinden ümidimi kestiğim, yaşamaya olan sevgimin eksildiğini duyduğum anlarımda, geçip gitmiş uzak günlerin izlerini taşıyan, çocukluğumun renkli dünyasında yer etmiş büyük balkonlu o geniş sinemanın hatırası ile avunduğum oluyordu. Bu sinema çocukluğumun eski bir aşinasıydı. Evimizin üst kat pencerelerinden damı görülürdü. Özellikle tatil aylarında haftada bir defa evimizi caddeye bağlayan, etrafı eski zam evleriyle kaplı, tozlu yolu aşıp sinemamın, resimlerle süslü camlı kapısına varırdım. Her hafta değişen bu resimlerdeki insanlar benim en yakın dostlarımdı. Binbir tehlikelerle dolu bir odada dövüşen denizcilerin yanında bulunur, uçurumlardan atımı aşırır, son hızla giden otomobili ben sürerdim. Sinemaya girince en arkadaki tek koltuğa yerleşir, kendi hayallerimle, düşüncelerimle baş başa kalmak isterim. Dakikalarca bekledikten sonra film başlar, bir sürü kavgalardan, silah seslerinden sonra biterdi. 

O yaz ayları nasıl korkunç derecede sıcaktı. İnsanlar ceketleri kollarında, beyaz mendilleri ellerinde dolaşıyor, sucu dükkanlarına, şerbetçilere koşuyorlardı. Sinemalı sokak gitgide tenhalaşıyor, gelenler azalıyordu. Ama ben, öteki mahalle çocukları, semtin sinema delisi birkaç hizmetçi kızı, şımarık evlatlıklar, birkaç avare, eskisi gibi gidip gelmekteydik. Otuz kısımlı filmler her zamanki gibi salonu dolduran yirmi, otuz kişiye gösteriliyordu. Boş bir sinemada film seyretmek hiç de hoş bir şey değildi. Buca Jones’un yapıştırdığı yumruklar boş yere harcanıyor. Tarzan arslanları lüzumsuz yere öldürüyordu. En heyecanlı sahnelere bile ses seda çıkmıyordu. Böylece sinema gitgide tadını kaybetti. Koskoca bir salonda yalnız başıma film seyretmek içimde bir korku yaratmaya başladı. Bu da büyük sinemaya birkaç hafta uğramamam için bir sebep oldu.”

3. Tarık Dursun K – Hoşça Kal Küçük

Küçük bir çocuk ailesinin hikâyesini anlatıyor bu kitapta. Günbegün kendi dünyasını nasıl oluşturduğuna da şahit olmaya davet ediyor sizi. Hoşça Kal Küçük’te günümüzde unutulan pek çok şeye rastlamak mümkün. Panayır yerleri, komşular arasındaki ilişkiler, mahalle bekçileri yazlık sinemalar gibi.

tarık dursun k - hoşça kal küçük

“Evin tepesinde bulutlar geziyor. Gökte sarıları yüzünün dışına taşmış büyük mü büyük bir güneş var, değil mi? Sonra mavili beyazlı bulutlar. Çok uzaklarda -galiba- yağmur da yağıyor. Evin sağı solu, önü ardı korunaklı. Yağmursuz. Kapının önünde duranı tanıyacaksınız. Bir kedi o. Adı Tekir. Sırtının çizgilerinden belli zaten. Kedinin yanı başında dördüncü bacağının çizimi unutulan üç bacaklı bir sandalyeye bir kadın oturmuş, görüyor musunuz? O, Anne. Uzun saçlı, yeşil giysili. Ellerini kucağında kavuşturmuş. Gözleri dalgın. Onun yanında ayakta duran, erkek. Kısa saçlı, gözlüklü. Ceketi, içinde gömleği, ayağında pantolonu var. Boyunbağı takmamış olması, bir sakınca sayılmaz. Güneşe bakın! Taşkın sarılığının nedeni olağandışı sıcaklığından olamaz mı? Annenin yanındaki erkek, Baba’dır. Babalar, evde genellikle boyunbağı takmazlar. Rahat olma isteğindedirler. Kendilerini evin rahatlığına uydururlar. Babalar evde ayakkabı da giymezler, terlik giyerler. Evin içinde pijamayla dolaşan babalar da vardır, çok eski bir pantolonla dolaşanlar da.”

4. Aziz Nesin – Anıtı Dikilen Sinek

Çocukların azimli olması, ümitsizliğe kapılmaması ve hayallerinin peşinden gitmesi için kişisel gelişim öğütlerinin yer aldığı hikayelerden oluşan Anıtı Dikilen Sinek adlı kitap, Aziz Nesin’in çocukların gelişimi için yazdığı eserleri arasında yer almaktadır.

aziz nesin - anıtı dikilen sinek

“Çalıştığı ders kitabını masa üstünde açık bırakıp, annesiyle babası eve dönünceye dek oyun oynamak için dışarı çıkmıştı. Evde insan yoktu, ama karasinekler vardı. Günün o akşam saatinde dışarısı aydınlık, evin içiyse yan karanlıktı. Bilindiği gibi karasinekler karanlıkta uçamazlar. Hava aydınlanıncaya yada bir ışık yanıncaya dek oldukları yerde kalırlar. Evin içi yan karanlık olduğu için, içerdeki sinekler de uçuşmuyorlardı. Yalnız bir genç karasinek vardı, o durmadan dışarıdaki aydınlığa çıkmak için uçuyor, ama pencere camına çarpıp kalıyordu. Ama yine de camın öte yanma geçmek için çaba harcıyordu. Cama çarptıkça hiç yılmıyordu. istenci güçlü bir sinekti. Uçup uçup pencere camına çarpıyor, camın üzerinde dolaşıyor, oralarını inceliyor, nasıl dışarı çıkıp aydınlığa kavuşabileceğini araştırıyordu.
Öteki sinekler, yaşlı, bilgili, deneyimleri de zengin sineklerdi. Uçup uçup boyuna cama çarpan genç sineğe,
— Boşuna uğraşma, çıkamazsın… dediler. Genç sinek,
— Ama ben, bu karanlık yerde hapsolup kalamam. Baksanıza, öteleri aydınlık. Ben de aydınlığa gitmek istiyorum… dedi.
Bir yaşlı sinek dedi ki:
— İkide bir çarptığın şeyin ne olduğunu anlayamadın mı hala? Ona cam denir. Cam, saydamdır. Bir yanından öte yanı görünür. Bir yanından öte yanı göründüğü için de, senin gibi genç sinekler onu yok sanır, boyuna çarparlar.
Genç sinek, yaşlı sineklere şu yanıtı verdi:
— Eskiden camın ne olduğunu bilmiyordum. Ama başımı vura vura, kanatlarımı çarpa çarpa, camın ne olduğunu ben de öğrendim.”

5. Ömer Seyfettin – Falaka

Kitaptaki öykülerden Ömer Seyfettin’in en bilinen öyküsünü Kaşağı’yı aldık. Kaşağı’da çocuklara yalan söylemenin ve iftiranın zararlarını göstermek ve basit yalanların bile büyük sorunlara yol açabileceği anlatılmaktadır. Eserde kardeşine iftira atıp onun ölümünden sonra vicdan azabıyla yanıp tutuşan bir çocuğun dramı dile getirilir.

ömer seyfettin - falaka

“Pervin’i uyandırdım.
– Ben Hasan’ın yanına gideceğim, dedim.
– Niçin?
– Babama bir şey söyleyeceğim.
– Ne söyleyeceksin?
– Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.
– Hangi kaşağıyı?
– Geçen yılki. Hani babamın Hasan’a darıldığı…
Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin’e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.
– Yarın söylersin, dedi.
– Hayır, şimdi gideceğim.
– Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar.
– Pekala!
– Haydi şimdi uyu!
Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh’u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı.”

6. Rıfat Ilgaz – Bacaksız Kamyon Sürücüsü

Bacaksız Bahri ve ailesi Kastamonu’nun Cide ilçesinden İstanbul’a gelip yerleşeli daha birkaç ay olmuştu. Bacaksız’ın, yeni taşındıkları Fesleğen Sokağı’nda henüz çok fazla arkadaşı yoktu. Bir gün, babasının Külüstür adını taktığı kamyonunu temizlerken, aklına parlak bir fikir geldi. Yalnızca büyüklerin yapabileceği kamyon sürücülüğünü deneyip, mahallenin çocuklarına kendini gösterecekti. Ancak bu işin o kadar kolay olmadığını, başına gelenlerden sonra anlayacaktı. Ilgaz daha sonra seriyi devam ettirerek Bacaksız Okulda, Bacaksız Sigara Kaçakçısı, Bacaksız Paralı Atlet ve Bacaksız Tatil Köyünde’yi yazmıştır.

rıfat ılgaz - bacaksız kamyon sürücüsü

“Al şu karpuzu!” dedi babası, “Kimseye göstermeden götür eve! Tamam mı?”
Babasının verdiği karpuzu iki yanından kucakladı Bacaksız. Ağırdı. “Nasıl götürürüm bu koca karpuzu” diye hem düşünüyor, hem yürüyordu. En azından, beş kilo çekerdi. Belki de o kadar değildi de Bacaksız’a öyle geliyordu. Kamburunu çıkara çıkara bir süre taşıdı karpuzu. Şaşılacak şey! Yürüdükçe ağırlaşıyordu. Papuçları kaldırım taşlarına çarpıyordu her adımda. Daha da bükülüyordu incecik bacakları. Bükülmeyip de ne yapacaktı bu bacaklar! Çöp gibiydiler. Nerdeyse “Çıt!” diye kırılacaklardı.”

7. Yaşar Kemal – Filler Sultanı İle Topal Karınca

Yaşar Kemal, Filler Sultanı’nda bir halk masalından yola çıkılarak güç ve haklılık arasındaki ilişkisini ele alınır. Filler Sultanı gücüne güvenerek karıncalara savaş açar. Haklı ya da haksız olmak onun için önemli değildir. Gücünü kendinden milyonlarca kez küçük karıncalar üzerinde denemektir niyeti. Ancak karıncalar birleşir ve haksızlığa boyun eğmeden filler sultanlığını devirirler.

yaşar kemal - filler sultanı ile topal karınca

“Karıncalar da orada, ormanın ortasındaki alanda yemeden, içmeden, uyumadan üç gün üç gece tartıştılar, konuyu didik didik ettiler. Hiçbir umarları olmadığını anladılar, ya sultanın dediklerini yerine getirecekler, ya da toptan öldürüleceklerdi. Filler güçlüydü, büyüktü, bir tek fil belki milyarlarca karınca büyüklüğündeydi. Onlara nasıl karşı çıkabilirler, nasıl isteklerini yerine getirmeyebilirlerdi! Yalnız tuhaf kılıklı bir karınca birkaç sözü diline pelesenk etmişti, sorup duruyordu: “Hiçbir umarımız, hiçbir, hiçbir umarımız yok mu? Fillere karşı savaşacak hiçbir gücümüz yok mu?” Ulu alandaki karıncalar denizi susuyor, kaynaşmayı, dalgalanmayı durduruyor düşünüyor, düşünüyor, sonra da hep bir ağızdan bağırıyorlardı: “Hiçbir umarımız yok, hiçbir umarımız yok…” Filler sultanı sevinçle, karıncaların bu umutsuzluk çığlığını da duyuyordu. Tuhaf kılıklı karınca sonunda kuşun kanadından aşağıya seslendi: “Kardeşler,” dedi, “bu iş bizim başımıza nasıl olsa gelecekti. Biz uzun yıllar çalışkanlığımız, mutluluğumuz, mutlu ülkelerimizle övünmekten başka bir şey yapmadık. Böyle mutlu yaşarken, başımıza gelecek böyle bir bela için hiçbir önlem düşünmedik. Oysaki çok vaktimiz oldu, yan gelip yattığımız günler oldu, başımıza gelecek belalara karşı önlemler düşünebilirdik, sellere, yağmurlara, dolulara, karlara, depremlere karşı nasıl önlemler düşünmüşsek, fillere karşı da bir umar bulabilirdik, olmadı, işte köle, işte tutsak olduk.”

8. Cahit Zarifoğlu – Serçekuş

Serçekuş, çağdaş bir masal. Çocuk gibi düşünen, etrafına çocuk gibi bakan bir serçenin avcı ile başlayan macerası. Serçekuş’un en belirgin özelliği Zarifoğlu’nun şair olması nedeniyle anlatımındaki şiirselliğidir.

cahit zarifoğlu - serçekuş

“Bizim avcının arkadaşları gölde avladıkları balıkları pişirip yedikten sonra uyumuşlardı. O ise, biraz ilerde ağaca yaslanmış, dağları seyrediyordu. Birden o kuş az ilerdeki dala konuverdi. Ve avcı adam bir anda çifteyi ona doğrulttu. Serçekuş büyülenmiş gibi yerinde donuverdi. Sonra kendi dilinde konuştu: “Vurma beni.”
Avcı ne dediğini anlamamıştı.. Küçücük bir serçe, eti ne budu ne? Harcadığım fişeğe değmezdi diye düşünüyordu. Kuş ise anlamamış: “Değer mi?” diye soruyordu. Avcı, rolünü değiştirdi: “Elbette, av avdır. Mesele, değer mi değmez mi değil.”

Serçekuş düşünüyordu. Yine konuşmak istedi. Ağzını açtığı vakit kan akmaya başladı. Korkudan ciğeri patlamıştı. Yine de, “Yararı olmayacak” diye seslendi avcısına. Avcının suratı değişmiş­ti. “Kızdırdım onu herhalde.” Ne yapacağını şaşırmıştı. Uçmak istiyor, uçamıyor; konuşmak istiyor, konuşamıyordu. Tüm cesare­tini topladı, daha yakın bir dala kondu. Ne olacaksa olsundu ar­tık. Avcı tüfeğini tekrar doğrultup nişan aldı. Sonra da güldü. Sesine arkadaşları bile uyandılar.”

9. Muzaffer İzgü – Anneannem Serisi

Anneanne karakteri Hikmet Teyze, hepimizin anneannesinden izler taşır. Torunu Metin de bütün çocuklar gibi meraklı. Zaman zaman öğütler dışına çıksa ve yaramazlık yapsa da, anneannesi ona kızmaz ve öğütler vermeye devam eder. İzgü’nün Anneannem serisi, toplam 20 kitap olarak basılmıştır. İlk kitap Anneannem Askere Gidiyor 1973 tarihinde çıkmıştır. Anneannem Sihirbaz, Anneannemin Gramofonu, Anneannem Cankurtaran, Yaşasın Kanal Anneanne, Anneannemin Erikli Bahçesi gibi eğlenceli serileri vardır. Her biri, okuyana farklı bir maceranın pencerelerini açar.

muzaffer izgü - anneannem dans kraliçesi

“Anneannem hazırlığa başladı bile. Beyaz giysilerini giyiyor geziniyor, aynaların önüne geçiyor, giysisinin orasını burasını çekiştiriyor, beğenmiyor, bu kez gidip mavi giysisini giyiyordu. Mavi giysi kısaydı. Belki de kumaş çekmişti. Bağırdım:
-Anneanne biraz kısaltalım onu, mini etekle git düğüne, olmaz mı?
-Çocuk kızdırma beni, bunun neresi mini etek? Daha neler, ben hiç mini etek giyer miyim? Bu yaştan sonra insanları kendime mi güldüreceğim ?
Şöyle yan gözle bakıyorumdum, anneannem eteklerini yukarıya doğru çekiyor, aynada bakıyordu. Ben:
-Yakıştı, yakıştı deyince ivedi indiriyor,
-Çocuk çocuk beni mi gözetliyorsun? diye soruyordu.”
(Anneannem Dans Kraliçesi)

10. Elif Şafak – Sakız Sardunya

Elif Şafak Sakız Sardunya kitabında ismini hiç sevmeyen genç bir kız çocuğunun hikayesini anlatıyor. Sakız adındaki bu genç kız, bulduğu sihirli küre sayesinde masal dünyasında maceralara atılırken okurlarını da kendisi ile sürüklüyor. Sakız Sardunya, barındırdığı felsefesi ile çocukları sevgiye, yapıcılığa, hoşgörüye öykündürecek inceliklerle yapılandırılmış. Kitap masalsı aynı zamanda da gerçeklikle bezeli yönüyle çocuklar kadar yetişkinlerin de ilgisini çekecek nitelikte.

elif şafak - sakız sardunya

“Ne zordu çocuk olmak. Büyük olsaydı kendi işi, kendi evi olurdu. Her sabah okula gitmek yerine, ofise giderdi ne güzel. Sevmediği insanlarla okul servisine binmesi gerekmezdi. Akşamları dilediği kadar televizyon seyredebilir, istediği saatte uyuyabilirdi. Hiç ev ödevi yapmazdı. Büyüklerin hayatları daha kolaydı. Bunun farkında değillerdi. Çünkü çocukluklarında neler çektiklerini unutmuşlardı. Hatırlasalar ne kadar şanslı olduklarını anlarlardı. Ama onlar sürekli şikayet ediyorlardı.
Bir keresinde babasıyla bu konuyu konuşmuştu.

Hasan Bey gülmüştü. “Aman evladım, işe gitmek okula gitmekten daha zor. Okulda her gün yeni şeyler öğreniyorsunuz. Aralarda çıkıp oyun oynuyorsunuz. Büyüklerin her günü aynı. Oyun da yok! Büyük olmak daha sıkıcı.”

11. Eflatun Cem Güney – Açıl Sofram Açıl

Eflatun Cem, Ezop, Grimm Kardeşler ve Andersen kadar büyük bir masalcı ve folklor bilimcisiydi. Masalları Türk Halk Edebiyatı’ndan beslenerek şiirsel biçimde oluşmuştur. Hans Christian Andersen Ödül Kurumu, Eflatun Cem Güney’in Açıl Sofram Açıl kitabındaki masallarını, 55 ulusun çağdaş masal yazarları arasından onur listesine alarak Andersen Payesi Şeref Diploması ve Dünya Çocuk Edebiyatı Sertifikası vermiştir (1956).

eflatun cem güney - açıl sofram açıl

“Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş, develer tellal iken, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir keloğlan varmış… Günlerden bir gün o Keloğlan bu sokak benim, şu sokak dolaşırken iki taş arasında bir on para bulur, ama ne alsam, diye düşünüp durur: “Üzüm alsam, çöpü çıkar! Erik alsam, çekirdeği çıkar! Et alsam, hani ocak! Ot alsam, hani bıçak! İyisi mi, kaygısız başım, ağrısız dişim; leblebi alırım da kütür kütür yerim; artanı da götürür anama veririm!” der, alır leblebiyi, düşer yola. Yine şura senin, bura benim derken varır bir kuyu başına, “Acep ne kuyudur bu kuyu, içilir mi ki suyu?” diye eğilir bakar amma derinmiş kuyu, görünmez suyu; daha daha eğileyim derken yarım leblebisi suya düşmesin mi? Keloğlan’ın da aklı başından gider: “A kara kuyu, kara kuyu! Sen esirge benden bir yudum suyu… Sonra dönüp elsiz, ayaksız gel de al elimden leblebiyi; hoppala yavrum, hoppala! Nerdeymiş bu yağ bu yağma? De hadi, verirsen ver leblebi mi, yoksa taşını kırar, başını yararım, senin!” der, bir söyler ses çıkmaz, iki söyler ses çıkmaz; üçüncüsünde bir Arap bacı çıkar kuyudan!… “Ne istiyorsun Keloğlan? Diye sorar… Keloğlan da, “Ne isteyeceğim, leblebi mi istiyorum!” der.”

12. Ülkü Tamer – Pullar Savaşı

Ülkü Tamer’in Pullar Savaşı adlı kitabında pullar da insanlar gibi savaşıyor. Alman pulları, Hitler’i Pul Güzeli seçtirmek için diğer ülkelerin pullarına savaş açarlar. Kitap, babasının koleksiyonuna özenerek pul koleksiyonculuğuna başlayan, 418 tane Türk ve yabancı pul biriktiren bir çocuğun pullarının ilginç öyküsü. Babasının açık kalan pul defterine yapılan bilgi dolu, ilginç, bir o kadar da anlamlı bir yolculuk…

ülkü tamer - pullar savaşı

“Pulların, biz insanlara göre oldukça değişik özellikleri vardır. Bu özelliklerin başında, hiç büyümemeleri gelir. Boylarına bakarak yeni doğmuş bir pulu elli yaşında bir puldan ayırmak olanaksızdır. Bir pul, doğduğu zaman ne kadar büyükse gençliğinde de, yaşlılığında da o kadar büyüktür. İnsanların babaları erkek, anneleri de kadın olur hep. Pulların ise babaları ressam, anneleri baskı makinesidir. Bütün pul babalarının erkek olmaları gerekmez; kimisi kadın olabilir. Bizler kolay kolay akıl erdiremeyiz buna. Öyle ya bir kadından, ressam bile olsa, baba olduğu görülmüş müdür? Pul babası görülmüştür. Baskı makinesi ne güzel annedir. Uzun uzun uğraşır çocuklarıyla. Onları süsler, renklendirir, ondan sonra dünyaya getirir. Bizler genellikle dokuz ayda dünyaya geliriz; pulların ise bu konudaki birimleri zaman değil, renktir. Onlar genellikle dört renkte dünyaya gelirler: Sarı, mavi, kırmızı, kara.”

13. Gülten Dayıoğlu – Suna’nın Serçeleri

Suna’nın Serçeleri’nin baş kahramanı Suna bütün gün mahallede top oynayan yaramaz bir çocuktur. Ama geçirdiği bir kaza sonucu, bir yıllık hareketsiz kaldığı sürede serçelerle kurduğu sevgi bağı ve değişimi anlatılıyor kitapta.

gülten dayıoğlu - sunanın serçeleri

“Eve yaklaşırken, dizlerinin gücü azalmaya başladı. Sokağın köşesini dönünce birden karşıdan gelmekte olan babasını gördü. İçi sevinçle doldu. Yeni bir güçle ileri atıldı. Babasının elinde paketler vardı.
“Dur dur kızım koşma öyle” demeye kalmadan, Suna soluk soluğa varıp babasının boynuna sarıldı. O anda babasının elindeki yumurtalar çatır çutur ezildi. Suna “Kötülük yapmak için koşmadım, babacığım. İçimden size sarılmak geldi dedi. Babası daha çok kızdı. “İçinden hep böyle şeyler geliyor. Oysa güzel güzel gelsen, “Hoşgeldiniz babacığım, paketlerinizi taşımaya yardım edeyim mi?” desen. Bak komşu kızı Zehra’ya! Anasının dizinin dibinden ayrılmaz. Akşam üstleri babasını kapıda karşılar.” Suna ağlamaklı oldu. Babasının peşinden eve girerken, ben ne yaptım sanki, diye geçirdi içinden. Babam da annem gibi düşünüyor. Galiba beni sevmiyorlar, keşke onların kızı Zehra olsaydı.”

14. Hidayet Karakuş – Sayısal Çocuk

Rakamlara meraklı bir çocuğa babasının bir sayı boncuğu almasıyla başlar herşey. Saygı sayı saymayı öyle çok sever ki, önce işin dozunu kaçırıp gördüğü her şeyi saymaya başladı, sonra merakını, enerjisini ve yeteneğini yeni buluşlara yöneltir. Belki de okuyan çocuklara matematiği sevdirecek kimbilir.

hidayet karakuş - sayısal çocuk

“O günden sonra odasında yalnız kaldığında, masasının üstünde onu bekleyen arkadaşlarına, sayı boncuklarına koşuyordu. Onlar önce boncuktular onun için. Gittikçe yaşamındaki varlıkların rengine, sonra işlevlerine dönüşmeye başladılar. Yeşil köydeki bahçelere benziyordu. Acaba kaç tane bahara benzer bahçesi vardı? Sarı, sonbaharı değil ama annesinin rüzgarda savrulan saçlarını andırıyordu. Annesi, omuzlarına dökülen uzun saçlarıyla onun gözünde yerini kimselerin alamayacağı güzel bir anneydi. Sabahları onu kaldırmak için odasına geldiğinde nazlandığı, gözünü açınca gülüşünün yanaklarına bıraktığı gamzelerden öptüğü insandı o. Ona hayrandı. Onsuz bir ev olamazdı. Onun elleri olmadan kendi elleri bir işe yaramaz, onun bakışları olmadan eşyaların canı sıkılırdı.”

15. Mavisel Yener – Karamelli Akide Şekeri

Ne zaman karamelli akide şekeri yesem, sevgi kokar nefesim… Çocuk ve gençlik edebiyatının bol ödüllü yazarı Mavisel Yener, karamelli bir akide şekeri gibi tadı damağınızda kalacak öykülerle karşınızda.

mavisel yener - karamelli akide şekeri

“Ne zaman karamelli akide şekeri yesem sevgi kokar nefesim… Ders bitiminde anneanneme uğramadan arka sokaktaki evimize gitmezdim. Bana olan sevgisini sesinden, gözlerinin renginden, mutfaktaki kokudan anlardım… Okuldan çıkış saatimi bilir, hazırlığını yapardı. Onun lezzetli yemeklerini başka hiçbir yemeğe değişmezdim. Bizim okulun karşısındaki üç katlı apartmanın orta katında otururdu. Balkonunda yetiştirdiği çiçekleri sular, büyütür, bin renge boyardı her yanı. Çiçekleriyle konuşmaya başladı mı dilindeki sözcükler bitmek bilmezdi! Lastikli pazen eteği ve kahverengi örgü şalıyla kapıyı gülümseyerek açar; her defasında damarları fırlamış, titreyen elleriyle şalını çekiştirir. Gök mavisi gözleriyle kapının dışını kolaçan eder, “Hoş geldin, hemen gir; yemekler sıcak.” derdi. Anneannem dizleri ağrıdığı için hep yakınırdı, bir de gözleri eskisi gibi görmüyordu ama yine de benim için her şeyi yapmaya hazırdı. Onu otlu börekler ustası seçince annemin gücüne gider gibi olmuştu da hemen düzeltmiştim hatamı: “Otlu börekler ustasının ustası!” Bu sözüm hem annemi hem de anneannemi memnun etmeye yetmişti. İster sac böreği ister kol böreği ya da bildiğimiz tepsi böreği olsun, o yaptı mı parmaklarınızı da yerdiniz.”


Facebook Yorumları

1 Yorum
  1. Berfin 27/08/2019 / Cevapla

Berfin için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir