Sait Faik, Haldun Taner, Oğuz Atay, Yaşar Kemal, Tomris Uyar ve Orhan Kemal başta olmak üzere Türk öykücülüğünün en değerli isimlerini ve çok değerli hikayelerini derledik.
1. Sait Faik Abasıyanık (1906-1954) – Alemdağ’da Var Bir Yılan
Alemdağ’da Var Bir Yılan, Sait Faik Abasıyanık’ın 1954’te hayatını kaybetmesinden önce yayımlanan son kitabı.
Alemdağ’da Var Bir Yılan, karamsarlığın ve yalnızlığın ön planda olduğu bir kitap. Ayrıca eserdeki hikayeler, diğer öykülerinden farklıdır. O zamana kadar çoğunluğu biyografik izler taşıyan, ancak başkalarına ait hikayeleri gerçekçi bir üslupla anlatırken, Alemdağ’da Var Bir Yılan’da kendi kişiliğini, kendi sorgulamalarını sürrealist bir anlatımla aktarıyor. Abasıyanık, kendi benliğini sorguluyor. Alemdağ’da Var Bir Yılan’da yer alan on yedi öykü, diğer Sait Faik öykülerine nazaran daha derin, taşıdığı anlamlar açısından daha karmaşık…
1954 tarihli Varlık Dergisi’nde yayımlanan Sait Faik’in Realitesi başlıklı yazısında Fikret Ürgüp “Onu tanıdıklarını sananlar bu son hikayeleri büyük bir dikkatle okurlarsa nasıl da tanımadıklarını görecek ve yeniden keşfedeceklerdir. O da kendini tanımaya uğraşıyordu zaten ve bu karışıklık içinden her gün yeni bir tarafı aydınlığa çıkıyordu.” diyor.
“Günlerden Cuma. Mektep tatil. Süleymaniye’de Kirazlı Mescit sokağında oturuyoruz. Ben on yedi yaşlarındayım. Münir Paşa Konağı’nın çam ağacını hatırlıyorum. Lisenin bahçesindeki büyük çam ağacı bir yangında yanmış olabilir. Münir Paşa Konağı’nın yağlı boya tavanları çoktan duman ve kül olmuştur. Tahtakuruları da yanmıştır. Yatağım, yorganım, gözyaşım yanmıştır. Havuzlar yanmıştır. Yapraklarını kışın dökmeyen ağaçlar yanmıştır. Anılar, anılar yanmıştır. Yanmış oğlu yanmıştır. Beni bugüne getiren kitaplar yanmıştır.”
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
2. Füruzan (1932 – ) – Parasız Yatılı
Füruzan’ın 1982 yılında yayınlanan ve Sait Faik Hikaye Armağanı kazanan ilk kitabı Parasız Yatılı’nın Parasız Yatılı başlıklı öyküsünün baş kahramanı dul bir kadın, onun yetim kalmış sekiz yaşındaki kızı ve parasız yatılı sınavı sıcak, yalın bir dille anlatılmış. Parasız Yatılı kitabı, 12 hikayeden oluşmaktadır. Olayları yalın bir üslup ve tüm içtenliğiyle anlatan Füruzan, Türk edebiyatı hikayeciliğinin önemli temsilcilerindendir. Kitapta, pek çoğu yoksullukla veya toplumdaki sınıflı yapının getirdiği sorunlarla boğuşan kadın ve kızların, çöken burjuva ailelerinin, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken göçmenlerin dramlarını sıcak samimi bir dille anlatır. Bütün öykülerinde insani sıcaklık, dönemsel tanıklık, değişim ve yoksul ailelerin varolma serüvenine tanık oluruz.
Kitapta Parasız Yatılı öyküsü okunduğunda, yazarın çocukluğunun okuyucuya yansımasıdır da denilebilir. Yazarın hayatına baktığımızda, yedi yaşındayken babasının öldüğünü görürüz ve babasının kaybıyla aile ekonomik bakımdan zor günler geçirmiştir. Bu ekonomik zorluklar nedeniyle Füruzan ilkokuldan sonra eğitime devam edememiş ve kendi kendisini eğitmiştir.
“Annesi işe başlayınca onun ismi “bizim hastanedeki işimiz” oldu. İlk evden ayrılacağı gece tahin helvası aldılar bakkaldan. Peynirle tükenmez yaptılar, masalarına mavi çiçekli muşambalarını serdiler. Bu muşamba eve babasının yaşadığı günlerdeki düzenden kalmış, ferahlığın, korkusuzluğun anısıydı. Niçin babasını hep yaşatacak sanmışlardı? O da ölecek gibi görünmüyordu. Öyle dürüst öyle kesin bir adamdı ki, ölümün sinsiliği ona hiç gölge düşürmemişti. Evine her gece ekmek alıp gelen bir erkeğin yokluğu, sessizlik olup yerleşmişti odalarına. “Yaşlı değildi” demişti annesi. Hiç sekiz yaşında bir çocuk babasız kalır mı? Muşambalarını annesi gereksiz yere bir iki kez silmişti. Tükenmez tabağındaki peynirlerin cızırtısı dinmemişti. Tahin helvasının şekeri gevşemiş, pürüzleniyordu.”
3. Bilge Karasu (1930 – 1995) – Göçmüş Kediler Bahçesi
Göçmüş Kediler Bahçesi çağdaş Türk edebiyatı yazarlarından Bilge Karasu’nun masal kitabıdır. Türk edebiyatının farklı söylemlerle, farklı biçimler oluşturma gayreti içinde olmuştur Bilge Karasu. Göçmüş Kediler Bahçesi’nde de yazar çeşitli biçimler kullanarak anlatıları zenginleştirmiş ve yeni okumalara olanak sağlamıştır. Göçmüş Kediler Bahçesi biri diğer hikayelerin arasına yerleştirilmiş toplam on üç hikayeden oluşmaktadır: Avından El Alan, Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam, Bir Ortaçağ Abdalı, Korkusuz Kirpiye Övgü, Yengece Övgü, Yağmurlu Kentin Güneşçisi, Dehlizde Giden Adam, “Usta Beni Öldürsen E!” Bizim Denizimiz, incitmebeni, Alsemender, Bir Başka Tepe, Masalın Da Yırtılıverdiği Yer adlı öykülerden ve bu öykülerle metaforik olarak ilişkili olan Göçmüş Kediler Bahçesi’nden oluşur.
Bilge Karasu’nun kedi sevgisinden bahsetmeden geçmek olmaz: “Kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi” demişti.
“Her gösteriden önce mahallede kapı altlarından attıkları, kahvelere, kıraathanelere bıraktıkları, sokaklarda dağıttıkları el ilanlarının birer örneğini, her gece eve döndükten sonra özenle özel sandığına yerleştiren ustası, bir gece artık yetiştin, usta cambaz oldun, bu işi sana bırakıyorum, dediğinde, bu sözlerin gönül okşayıcılığını bir yana iterek, bunlar da anı değil mi sanki usta, diye soracak olmuştu da, ustası kükremiş, yetişememişsin daha, diyerek onu bir sıkı paylamıştı. Bunlar anı değil, ipimizden artakalacak tek im; yaşayışımız, yaşadığımız, yaşantılarımız düpedüz, demişti. Her günle, her gösteriyle sırtımıza biraz daha binen ölümün yükü, bu sandığı artık kaldırıp taşıyamadığımız gün, tamam olacak, bizi çökertecektir, bunu iyi bil; bunlarda sen varsın, ben varım; yaşadığımızı gösterecek, başkasına olsun, bize olsun, gösterecek bir şey var mı elimizde, bu kağıt yığınından başka?”
(Usta Beni Öldürsen E)
4. Refik Halit Karay (1888 – 1965) – Memleket Hikayeleri
Refik Halit Karay, Türk hikayeciliğinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Yazar bu önemi, Anadolu insanının psikolojisini, yaşayışını ve hayat karşısındaki duruşunu, tüm bunlarla birlikte Anadolu coğrafyasının imkan ve imkansızlıklarını hikayelerinde etkili bir gözlem gücü ile işlemiş olmasıyla kazanır.
Kitap, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde geçen on sekiz öyküden oluşur. Memleket Hikâyeleri’nde karşılaştığımız kahramanlar genel olarak memur, asker, esnaf, müezzin, çocuk, genç kız, kadın, köylü, kasabalı ve işçilerden oluşur. Sıradan görünen bu kahramanların çoğu, okuyucuya günlük hayatın içinde hep karşılaşılabilecek türden kişiler gibi gelmesine rağmen aslında hemen hepsinin insanı düşündüren, merakta bırakan birer özelliği bulunur. Çoğu hikaye de bu kahramanların ilginç özellikleri üzerine kurulmuş gibidir.
“Sıkı sıkı yüzüne çekip çenesinin altından iğnelemiş olduğu, üzeri mor ve beyaz dallı yazma peçesinin arkasında gözlerinin canlılığı, dikkatli dikkatli baktığı fark olunuyor, bu gergin tülbendin bastırdığı burnunun ucu da beyaz, toparlak bir benekle yüzünün tam ortasında göze çarpıyordu. Sabri şimdi yan gözle onu tedkik ediyordu; fakat o kadar kapalı, o kadar şekilsizdi ki insana ne iğrenme ne beğenme hiçbir his vermiyordu. Ökçeleri çarpık, uçları kalkık yamru yumru ayakkapları toz içindeydi; çarşafının kumaşı da yer yer akmış ve buruşmuştu.”
(Yatık Emine)
5. Haldun Taner (1915 – 1986) – Ayışığında Çalışkur
1954 yılında yayımlanan Ayışığında Çalışkur, biçimsel yenilikleriyle kendi dönemi için bir ilk oluşuyla Haldun Taner’in öykücülüğünde farklı bir yere sahiptir. Ayışığında Çalışkur uzun öyküdür. Öykü 4 bölümden oluşur. İlk bölüm diğer öykülerden farklı değildir. Çalışkur apartmanının yakınlarında fakir bir mahalleden gelmiş genç çift el ele tutuşmuş ayı seyretmekte, gelecek güzel günler için hayaller kurmaktadır. Bu sırada Çalışkur apartmanın farklı dairelerinde ise, türlü ahlaksızlar yaşanmaktadır. Apartmanın sakinleri arasında karısını baldızıyla aldatan bir koca, rüşvetçi işadamı, kürtajcı doktor, birlikte olduğu genç kızın ses kayıtlarını arkadaşına dinleterek eğlenen genç, küçük çocuklara düşkün röntgenci yaşlı adam, bekçiyi gizlice yatağına alan kapıcının karısı vardır. Dışarıdaki çift ise parasız ve namusludur. İşçi genç, sevdiği kıza temiz bir aşkla bağlıdır. Öykünün sonunda bekçi onları yakalar, adamla tartışır, apartmanın ahlaklı sakinlerinin de karışmasıyla olay karakola taşınır.
İkinci bölümde pek çok mektup, rapor öykünün içine yerleştirilmiştir. Farklı kişiler tarafından yazılmış bu mektuplar öykü içinde ayrı bir gerçeklik katmanı oluşturmaktadır. Mektupların birçoğunda yazarın tavrına tepki vardır. Üçüncü bölümde ise ilk metnin okurun tepkileri nedeniyle yeniden düzenlenerek biçimlendirilmiş hali yer alır. Yazar gerçekte yapılması olanaksız bu düzenlemeyle, tüm eleştirilerin karşılığını yerine getirir. Öykünün son bölümünde ise, bu kez yazarın yaptığı değişiklerden dolayı olumlu yorumları içeren mektuplar verilmiştir.
“Ayışığında Çalışkur yazarı insanları sevmiyor. Yazı masasına otururken belki yumuşar diye kalbini çıkarıp bir kenara bırakıyor. Sade kafası ve yıkıcı hümoru ile yazıyor. Halbuki ben kalemini çirkefe değil, insan sevgisine batırıp yazanların yazdıkları yazıları severim. Her sahife ılgıt ılgıt insan sevgisi kokmalı. Ayışığında Çalışkur yazarı susulması, örtülmesi gereken en çiğ gerçekleri önümüze sermekle, Erdal’ın büyükbabasına yorduğu teşhirciliği asıl kendisinin yaptığının farkında değil mi acaba?”
6. Onat Kutlar (1936 – 1995) – İshak
Henüz 23 yaşındayken yazdığı tek öykü kitabıyla bu kuşağın unutulmazları arasına giren Onat Kutlar, dokuz öyküden oluşan İshak adlı öykü kitabıyla 1960 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü kazanır. 1950 Kuşağı öykücülerinin önemli isimlerinden biri olan Onat Kutlar, çok erken yaşlarda yazmış olduğu İshak’taki öykülerde, bir örnek bir yaşantıdan bunalarak bir çıkış yolu arayan bireylerin utangaç ve bilinçsiz başkaldırışını anlatmıştır.
Fethi Naci şöyle der: “O yılların tanınmış hikayecileriyle, daha sonra hikaye kitabı yayımlayan hikayecilerle en küçük bir benzerliği yok. İshak, uzakta bir başına duruyor – bir ada gibi. Çünkü Onat kutlar, doğup büyüdüğü Gaziantep’i yazarken, Gaziantep hikayelerini yazarken, gönlünce bir Gaziantep yaratmış, kendi Gaziantep’ini; yeniden yarattığı kendi Gaziantep’i içinde yarattığı kişilerle, olaylarla kendine özgü, gizemli bir dünya kurmuş, zaman zaman neredeyse salt kendi için yarattığı, bu yüzden dışarıdakilere yer yer kapalı bir dünya…”
“‘Evet!’ diye bağırdım. Ev başını almış gidiyordu. Tavandan sular akıyor, odadakilerin didişken, şaşkın, öfkeli bakışları; duvarlar, duvarlardaki halılar, halıların altına gizlediğimiz çatlaklar ve gizlediğim nice kirli, eski şeyler; saatler, radyo, gergin kumaşa iğrenç konuşmalardan sinen o sürekli titreme, sedirler, yataklar, yatakların görünmez yerlerine eklenmiş çirkin, pis kalıntılar, her şey, her şey o serin sularla yıkanıyor, arınıyordur.”
“Yeni alınmış, bomboş, ak defterin ya da çıkmaya hazırlandığım bir yolculuğun o sevimli kaygan dili geçti içimden. Hemen çekip gitmek, çekip gitmek, çekip gitmek… Kalktım, bir bardak su içtim.”
(Çatı)
7. Leyla Erbil (1931 – 2013) – Gecede
Leyla Erbil, kitabında aşk, cinsellik, evlilik, aile, sadakat, namus, sevgi gibi olgular üzerine daha önce kimsenin pek dile getirmediği kavramları, bugün bile pek çok yazarın ifade edemeyeceği çekineceği boyutta ele alır. Sadece ele aldığı konular değil, anlatış tarzı, kullandığı dil, anlatım teknikleride dikkat çekici ve birbiriyle uyumludur. Yazarın öykülerinde kadınlar ön plandadır. Geleneksel anne, kız, eş rolünde kadınların yanı sıra, birey olmaya çalışan başkaldıran kadınlar da vardır. Öykülerinde olayları sorgulayan, başkaldıran, aykırı tavır sergileyen kadınlar, bir anlamda yazarın düşüncelerini temsil ederler. Kitapta yer alan Vapur, simgesel anlatımıyla kafa karıştırıcı olabileceği gibi, aynı zamanda buram buram düş kokan bir öykü ve otobiyografik öğeler içerir.
Gecede (1968) Leyla Erbil’in ikinci öykü kitabı. 7 öyküden oluşur kitap. Eserinde, noktalama işaretlerinin kullanımında bilinen kuralların dışına çıkıp yeni noktalama işaretleri üretme ihtiyacı hissetmiş yazar (virgüllü ünlem, virgüllü soru gibi).
“Vapur kimi günler kımıldamadan, şuraya buraya demirliyor, orkoz’un doğrultusuna göre yanını, önünü vererek halka, geçkin bir kraliçe denli süzülerek de seyrettiriyordu kendisini. Kimi vakit de, neden olduğu bilinmez, kıyı kıyı tutturuyordu suları, biz buna vapurun düşünmesi diyorduk, şöyle bir durur, bakınır, gözüne bir yerleri kestirir, oraya biriken halka doğru sokulur, fırdolayı döner, burnu üstüne dikilir, eteklerini kaldırır, kıçını gösterir, havada kalan pervanesiyle dalbüken yelini döver takır takır, halkın korkulu çığlıklarını sonuna dek dinler, sonra gene suya, karnı üzerine atardı kendisini – bu anlarda yaramazlık yaptığımda beni korkutmak için biraz da gerçekten çıldıran annemi anımsatırdı.”
8. Oğuz Atay (1934 – 1977) – Korkuyu Beklerken
1975 yılında yayımlanan hikaye kitabındaki öykülerde, 70 sonrası Türk insanının yaşadığı bunalımı eleştiri ve mizah unsurlarını kullanarak ironik bir şekilde anlatmaya çalışmıştır. Oğuz Atay eserlerinde ironiyi sık kullanan yazarlardandır. Korkuyu Beklerken hikaye kitabının her hikâyesinde az ya da çok olmak üzere ironiye rastlanır. Öykülerinde, yaşam karşısında belirli sebepler yüzünden zayıflık gösteren insanların yaşantılarını anlatmıştır. Atay’ın hikayeleri, işledikleri konu ve durumlar itibariyle romanlarıyla paralellik gösterir. Tutunamayan olarak adlandırdığı insanlar, onun hikayelerinde de başrolde yer almışlardır.
“Korkuyorsan, neden bu kadar uzakta yaşıyorsun şehirden? Neden üç evli sokağın en ucundaki evde oturuyorsun? Son kaldırım taşından bile elli beş adım ötede ne işin var? Garip kaderime gülümsedim; aynaya bakarak tabii. Tatlı bir gülümseme. Eski neşemi kaybetmediğimi göstermek için. Sonra durgunlaştım. Neden? Unuttum. Dur, hayır; unutmadım. Yalnız kaldıkça, yalnız kalmaktan korktukça… Aynadan uzaklaştım; fakat, biliyordum, böyle bir düşünceydi. Köpekler sinirimi bozdu, şimdi kendime gelirim. Buldum: Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor. Bu sefer gerçekten gülümsedim. İster görün, ister görmeyin; gülümsedim işte.”
9. Yaşar Kemal (1923 – 2015) – Sarı Sıcak
Yaşar Kemal’in ilk öykü kitabıdır. Kitapta 22 öykü bulunur. Eser ilk olarak 1952 yılında yayınlanmıştır. Eser yazarın daha sonra verdiği baş yapıtlarından İnce Memed’den önce yazarın Türkiye ve dünyaca tanınmasını sağlamıştır. Sarı Sıcak‘ta da yer alan Bebek öyküsü, dünyada yayımlanan ilk eseri olmuştur. Bu öykü önce Fransızca’ya, ardından İngilizce, İtalyanca, Rusça ve diğer çeşitli dillere çevrilmiştir. Yaşar Kemal’in bu eserinde anlattığı öykülerin büyük kısmı Çukurova’da geçmektedir. Yazar bu öykülerde Anadolu insanının açlık, pislik, hastalık, sefalet ve çevre koşulları içinde verdiği yaşam mücadelesini konu alır.
“Bir hafta yataktan kalkamadı. Zala, dedim, bu böyle olmaz. Bu gidişle iyileşemezsin, ölürsün böyle olursa, dedim, aç susuz, kuru içerde… Yüzü de mum gibi olmuştu. Sapsarı, kemikleri çıkmıştı. Beklerim başında, dedim. Götürürüm doktora daha olmazsa. Sana canım da kurban, malım da, dedim. Ağladı, sızladı. Sabahtan iyi olurum, dedi. Saldı beni gene çalışmaya. Kaldı içerde, karanlıkta, Zeki Bey’in ahırlığında, tek başına, aç susuz, sersefil… Ağa olmasa zar zor onu kandırırdım ya, Ağa bela.”
(Bebek)
10. Vüs’at O. Bener (1922 – 2005) – Dost Yaşamasız
İlk öyküsü, Dost’la yazın yaşamına başlayan Vüs’at O. Bener, sonrasında çeşitli edebiyat dergilerinde basılan öykülerini Dost adıyla 1952’de kitaplaştırır. 1957 yılında da yazarın ikinci öykü kitabı Yaşamasız yayımlanır. Bir sonraki baskıda bu iki kitap bir araya getirilir ve yeni öyküler eklenir. Kitap alışık olmadığımız konu ve kişileri öyküde anlatarak, hem de keskin, sert üslubuyla dönemin öykücüleri kadar şiir dünyasını da etkilediği söylenir.
Vüs’at O. Bener Oğuz Atay’ın arkadaşıdır. Tutunamayanlar’da Süleyman Kargı karakterinin Vüs’at O. Bener olduğu söylenir.
“Benim saçlarım yumuşak. Havva’nın saçları keçe gibi. Annem ustura ile iki defa kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı. Burnu da öyle biçimsiz ki! Yamyassı. Tıpkı okul kitabımızdaki maymunun burnuna benziyor burnu. Hiç sevmiyorum onu. Pis, hırsız.
Annem, bugün onu bir temiz dövdü. Tabii döver. Misafir odamızdaki güzelim halımızı kesmiş. Deli mi ne? Annem: ‘Kız niye kestin halıyı?’ dedi. O: ‘Kuş var halının içinde’, dedi. ‘Beyaz kuş. Onu çıkartacaktım.’ Gördün işte kuşu. Bir ‘Töbe töbe ana’ bellemiş, onu söyler.”
11. Tomris Uyar (1941 – 2003) – Yürekte Bukağı
Bukağı: Ağır ceza yükümlüsünün kaçıp kurtulmasını engellemek için ayağına vurulmuş pranganın ucundaki demir halka. Böyle yazıyor kitabın arka kapağında.
Susan Lohafer’e göre, “Kısa öykülerin en başarılı örnekleri, toplumlarda rahatsız edici çalkantıların oluştuğu zamanlarda ve insanların dışlandığı yerlerde yazılmıştır. Kısa öykü yalnızların çığlığıdır.” Tomris Uyar bütün öykü kitaplarının ardında toplumsal baskı döneminin yattığını söyler. İşte yazarın dördüncü öykü kitabı Yürekte Bukağı, toplumsal gerilimin had safhada olduğu dönemde yazıldı (1979).
“O kızı – hani Zeren miydi neydi adı – tuttun mu sen? Kocasından daha sıcakkanlı, orası öyle ama kocası da bıkmıştır çenesinden. Çok konuşuyor canım. Tatlı konuşuyor diyeceksin ama bıktırır bıktırır… Sen beğendin, anladım. Bir ara ağzının içine düşeceksin sandım. Şey sanma. Kocası kıskanır diye korktum, yoksa ben.”
(Ayşe Haklı)
“Cam silen kadınlar, eteklerini bacaklarının arasına sıkıştırırlar Ahmet geçerken. Bakmaz ki o. Sesinden yanılırlar, ikirciklenirler, gençliğini kıskanırlar. Bilmezler ki Ahmet’in koru içinde yanar, dışarı sızmaz: kendi için, kendiliğinden. İçimizle besliyoruz dünyayı be!”
(Süt Payı)
12. Memduh Şevket Esendal (1883 – 1952) – Ev Ona Yakıştı
Türk hikayeciliğinde çığır açan ve 1940’tan sonra birçok yazarı etkileyen Esendal, ilk hikayelerinde Maupassant tarzı dediğimiz sağlam konulu, tasvirli, tahlilli bir anlayış benimsemiş; daha sonraları ise Çehov tarzı olarak adlandırılan, hayatın bir parçasının konu edinildiği kesit yani durum öykülerini kaleme almıştır. Hayatı olduğu gibi yansıtan, olaylara nesnel görüşle yaklaşan, edebiyatsız edebiyat yapan, konuşur gibi içtenlikle ve son derece sade bir dille yazan, anlattığı her şeye büyük bir iyimserliklerle yaklaşan bir hikayecidir.
Hikayelerinde anlattığı kişiler hep bizimdir. Esnaf, köylü, aylak, ev kadını, cahil, aydın, mektepli, çırak, üst sosyete, alt tabaka insanları hepsi onun şahıslarıdır. Her gün gördüğümüz ilgi göstermediğimiz kişileri o sıcacık bir sevgiyle ve ayrıntılara inmeden, ilgi çekici bir canlılıkla ve birkaç satır içinde canlandırıverir. Her zaman umut olan sanatçı “Ben insanlara yaşamak için ümit ve neşe veren yazarlardan hoşlanırım.” der.
“Ev meselesi, sonunda Silgioğlu’nun canına tak ettirir. Silgioğlu, başına bela olan bu evden kurtulmak ister. Eski kiracısı Binbaşı Ali Bey’in yanına gider, evini yarı fiyatına ona satar. Silgioğlu, üzerinden dağ gibi bir yükün kalktığını hisseder. Evi ucuza sattığı için kahve arkadaşları bir şeyler diyecek olur, Silgioğlu buna izin vermez, “Hiç yazık etmedim… herifçioğlu yapmayı da biliyor, oturmayı da! Ev, ona yakıştı.” diyerek milleti susturur.”
(Ev Ona Yakıştı)
13. Orhan Kemal (1914 – 1970) – Önce Ekmek
Orhan Kemal’in 1969 yılında hem Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü hem de Sait Faik Hikaye Armağanı kazanan kitabı Önce Ekmek, bu büyük romancının öykücülükte de ne kadar büyük bir kalem olduğunu gösterir. Kent insanının yaşama ve şehre tutunma uğraşısını, kavgasını anlatan bu öyküler, tüm Orhan Kemal yapıtlarında olduğu gibi, okurun insana dair inancını besliyor, güçlendiriyor ve direnme gücünü artırıyor. Çocuklara eserlerinde önemli bir yer veren Orhan Kemal’in bu öykü kitabında da çocuklar ön planda.
Kitaptaki 17 öykünün sekizinin baş kahramanı çocuklar. Kitapta yedi hikâye (Önce Ekmek, Bir Çocuk, Üçüncü, Tarzan, Coni, İncir Çekirdeği, Elli Kuruş), kitap isminin yaptığı çağrışımlara uygun olarak yoksulluk, yoksulluktan kurtulma ümit ve çabaları temasına dayanır.
“Yorganın altında sıcak gözyaşları dökerek gecelerce dinlemişti. Dışarda karlar savrulur, acı rüzgar kendini yerden yere çalar.. Sonra baharlar gelir.. Evde gecelerce süren bu atışma değişmezdi. Annesi sızılı, kalbi pır pır, gözlerinden kara kara gölgeler uçuşan dermansız kadın, nasıl giderdi el kapılarının çamaşırına, yemeğine, söküğüne dikiğine..”
“Kirası aylarca ödenmeyen evin sokak kapısı çalındı. Ayten anladı. Fırladı sedirden koştu kapıyı açtı. Babasıydı. Şarap kızılı vurmuş ablak, koskocaman yüzüyle öfkeli girdi içeri. Bakmadı bile yüzüne kızının.”
14. Cemil Kavukçu (1951 – ) – Uzak Noktalara Doğru
Son dönem öykücülüğümüzün üzerinde en çok konuşulan yazarlarından olan Cemil Kavukçu, öykü dünyasını Sait Faik-Orhan Kemal öyküsünün kesiştiği yerde kurmuştur. Cemil Kavukçu Uzak Noktalara Doğru yapıtında yer alan öykülerinde bireyin kendini bulma sürecindeki arayışını işler.
“Çocukluğunuzdan bir kez ayrıldınız mı, ömrünüzün kalan bölümü gurbettir artık. Sıla özlemi çeker gibi çocukluğunuzun özlemini çekersiniz.” diyen yazarın çocukluk ve gençlik döneminde özlemini çektiği yaşam biçimleri, dostluk, komşuluk, arkadaşlık ilişkileri de birer öyküye dönüşebilmektedir.
“Paran çıkışacak, çünkü daha boş torbalarla dükkanın önünden geçerken bunu kafana koymuştun ve şarap parasını artırmak için pazarın altını üstüne getirdin. Üç oradan kırptın, beş buradan. Ucuzunu aradın. Sebze yığınlarında eşelenip naylon bir leğene patlıcanları, hıyarları, biberleri seçmeye çalıştın. Neden? Seçmece satılan yığınlar daha ucuz da ondan (gözünün biri kısılmış, işaretparmağın sakağında) doğru mu değil mi? Aslında Mahir Abi, haklısın. Haklısın da kapıdaki o duruşun, ince keskin ve irkiltici ıslığın…”
(İllaki)
15. Ferit Edgü (1936 – ) – Doğu Öyküleri
Çok kısa öykü deyince ilk akla gelen isim Ferit Edgü’dür. Az sözle çok şey anlatma isteği ile yazılmıştır bu öyküler. Kitap “Sevgili dostum Onat Kutlar’ın anısına” ithafıyla başlar. Ferit Edgü doğuda bir süre yaşamış bir yazar olarak kitabında, doğu insanının birçok sorununa değinmeye çalışıyor. Şehri terk eden Süryanilerden, oğlunun karısından çocuk sahibi olup kaçmak zorunda kalan babalardan, anlamsız nedenlerle insan öldürüp töre cinayetlerine sebep olanlardan, dağların doruklarında hiç kalkmayan karlardan, batılı bir köy öğretmeninin çektiği yalnızlıktan, birden fazla kadınla evlenen insanlardan, 24 yaşında 3. çocuğu olmadığı için yeni bir kadınla evlenmeyi düşünenlerden, çökmek üzere olan mağaralarda yaşayıp hiç ev görmeyenlerden, bulunduğu yeri terk etmek isteyenlerden, “Tanrının bu dağ başında işi ne?” diye düşünen köylülerden, soru sormadan, bakıp görmeden işini yapmakla görevli memurlardan.
“Elimde pusula, soruyorum:
– Nereye gidiyoruz Ramazan?
– Köye.
– Köyün yolu burdan değil ki.
– Artık köyün yolu yok Hoca. Kar kapadı köyün yolunu. Yaza değin köyün yolu diye bir şey yok.
– Öyleyse nasıl gideceğiz köye?
– Yeni bir yol açarak. Şu anda yaptığımız da bu.
– Ama sen yanlış yönde açıyorsun yolu.
– Sen elindeki pusulaya bakma Hoca, beni izle.
– Ama yanlış yoldasın Ramazan.
– Öyleyse beni bırak, pusulayı izle. Ya da kendi yolunu kendin aç.”
(Pusula/sız)
Kaynak
Sarnıç Edebiyat Dergisi, Turkish Studies Academic Journal, Ebediyen Edebiyat
üye olmak istiyorum
http://leblebitozu.us10.list-manage.com/subscribe?u=b7f8d731698a2362b4312f29a&id=8f18ee835d bağlantısı üzerinden e-posta adresinizle kayıt olabilirsiniz.